Kovid vakalarının Çin’de görülmesinden bu yana işlenen bir gündem maddesi var. Artık ‘kimse Çin ile çalışmayacak, bu da tedarik zincirinde açığa neden oluyor ve Türkiye büyük fırsat yakalayacak.’
Sonrasında pandemi sürecinde neler yaşadığımız herkesin malumu... Fakat hiç ders alınmamış gözüküyor. Hikayesi biten bir ülkenin zorla ama yanlış bir öykü yazmaya çalışmasının getirdiği riskleri de üstleniyoruz.
Bugün itibariyle dünyada bir tedarik sorunu var mı? Var... Çin’deki Kovid önlemlerinden kaynaklanan bir açık oluştu mu? Oluştu... Alıcı ülkeler alternatif yöntemler üzerine kafa yoruyor mu? Evet...
Bunların her biri kendi içinde doğru olmakla birlikte, söylendiği gibi dünyanın yeni tedarikçisini Türkiye yapmaz. Ortaya çıkan bir iş potansiyelini değerlendirmek başka bir şey, ölçek ekonomisiyle milyonlarca adetlik üretim kabiliyetine sahip bir ülkenin yerine geçeceğini iddia etmek ayrı bir başlık.
Isıtıp ısıtıp bu havucu sıkışmış insanların önüne getirip, yatırımlarını ve kapasite artışlarını gerçekleştirmeleri gereğine işaret etmek, en hafif tabiriyle sorumsuzluktur. Çünkü burada daha önce de kaleme aldığım gibi bazı açmazlar var.
Son olarak İTO Başkanı meseleyi tekrar gündeme taşıdığı ve yatırım seferberliği talep ettiği için bunları hatırlatmakta fayda görüyorum. Milyon adetlik üretimlerden doğan boşluğun, bin adetlerle kurgulanmış bir üretim yapısıyla karşılanması mümkün değildir.
Bunu tedarik talebinde bulunanlar da biliyor. Böylesi bir geçiş dönemi ve çeşitlendirmeyi sağlarken, oluşturdukları talep, çok yüksek maliyetli ve gerçekçi olmayan bu tarz yatırımlar için gerekli ortamı oluşturmuyor.
Ayrıca Çin’in bu yatırımları, 2 binli yıllarda, yani parasal genişlemenin yüksek, paranın maliyetinin düşük olduğu yıllarda yapmasıyla, bugün paranın kıt ve çok maliyetli olduğu ortamda yapılması arasında büyük birim maliyeti farkları oluşur.
Buna ilaveten karanlık fabrikalara doğru koşulan, dijitalleşmenin ön plana çıktığı bir süreçte insanlara sadece gereksiz yatırımlar yaptırır; sonra da kapasite fazlası nedeniyle batmasına neden olursunuz.
Bir diğer konu ise Çin’den doğan açığa talip olma çelişkisi... Bir yanda katma değerli ürünlerden söz edeceksiniz, ardından Çin’in katma değerli ürünlere döndüğü, uluslararası marka yarattığı bir dönemde, ondan boşalan fasonculuğa talip olacaksınız. Bu büyük bir tenakuz.
Tekrar altını çiziyorum. Konjonktürden kaynaklanan bir tedarik fırsatı var mı? Var... Bunu değerlendirerek atıl kapasitelerimizi doldurmanın yollarını aramalı mıyız? Evet... Bu ilişkileri kalıcı tedarikçi ilişkisine çevirmenin yollarını aramalı mıyız? Kesinlikle...
Ama atıl kapasiteyi değerlendirmek ve iş hacmini arttırırken, yatırımları finanse etmek için kurgulanacak bir yöntemi, ülkenin üretim gücünün önüne yeni ekonomik model diye dayatmaya kalkar ve bir de zaten borca batmış bir reel sektörü hayalperestçe oyalayarak yatırıma sevk ederseniz; buna itirazım var.
Çünkü bu Türk reel sektörünü dolar / kg’ı 1,3’ten çalışmaktan kurtaramadığı gibi, finansman ihtiyacını şiddetlendirir; pazarlık gücünü kaybettirir ve daha çok bataklığa batmasına neden olur. Biraz vizyon lütfen. Bizim üretim ekonomisi adına başka şeyleri tartışıyor olmamız lazım. Çin’den kayan modası geçmiş tedarik açığını değil.
[email protected]
Not: Şehir dışı programım nedeniyle, anlayışınıza sığınarak yazılara birkaç gün ara vereceğim. 20 Mayıs Cuma günü görüşüne dek, şimdiden 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nızı kutlarım.
FACEBOOK YORUMLAR