Türkiye ekonomine yönelik açmazları yıllardır yazıp; çiziyor; anlatıyoruz. Aslında en acısı ne biliyor musunuz? Neredeyse sorunların da, olası çözümlerin de alenen ortada durmasına rağmen, daha büyük bir koronun tersini iddia etmesi.
Kaderin cilvesine bakın ki; kimse iktidarlar değişmesine, iş yapış biçimlerinin farklılaşmasına, fırsatların kaçırılmasına rağmen yapılmayan bu işlerden, hatta tam tersi yapılan uygulamalardan dolayı aynı fakirlik, geçim sıkıntısı ve borç sarmalı içinde olduğumuza bakmıyor.
Sadece durduğu yerden, ‘bana da düşer mi’ ya da ‘aman sesimi çıkartmayayım da elimdeki de gitmesin’ kaygılarıyla, şucular, bucular, bizimkiler oynuyor. Ben bugüne kadar hiç faturasını yanında götüren iktidar görmedim. Filmin sonunda ağırlaşarak elimize tutuşturulan faturalarla dünküne kızıp, bugünkü aynı şeyleri yapsa da bir şey değişecek zannediyoruz.
Oysa Einstein durumu özetleyen çok net bir tanım yapmış: “Aynı şeyi tekrar tekrar yapmak ve farklı sonuçlar beklemek deliliktir.” Delilik mi, cehalet mi, çıkarcılık mı bilmiyorum ama sürekli ağırlaşan faturalarla baş başa kaldığımız gün gibi açık.
Buna rağmen son derece doğal olarak tersini iddia eden ve hatta rakamları da manipüle eden iktidarlar, medya gücünü de bir şekilde ele alarak toplumda farklı bir algı yaratmayı başarıyorlar.
Nitekim bugünün de önceki dönemlerden farklı olduğunu düşünmek saflık olur. Hatta medya gücünün büyük ölçüde iktidarın etkisi altında olması nedeniyle çok daha kronik ve sıkıntı yaşanan bir süreçte olduğumuzu da söylemek mümkün.
Peki bir an için hepsinin tam tersi olduğunu ve söylenenlerin gerçek olduğunu düşünelim. Yani enflasyon bir takım çıkar peşinde koşanların eseri olsun. Dolar başta olmak üzere diğer para birimleri karşısında TL’nin çok güçleneceğini varsayalım.
Faizlerin düşmesi ve krediler dağıtılmasıyla da işletmelerin şahlanarak yüzde 4,5’luk büyümeyi yakaladığına ikna olalım. İnsanların refah içerisinde yaşadığına, yapılan altyapılardan kaynaklanan borçların olmadığına, Türkiye ekonomisinde tek problemin yurtdışı baskı olduğuna inanalım.
Tarımda ihracatçı, diğer sektörlerde tarihi rekorlar kıran yapıda olduğumuzu, işsizliğin iş arayan gençler ve kadınlardan, ülkenin ekonomisinin büyümesine rağmen bu talebi karşılamakta güçlük çekmesinden kaynaklandığını düşünelim.
İnsanların tembel olduğu için çalışmadığını, iş beğenmediğini, bilinçsiz olduğundan kredi batağına battığını kabul edelim. Milyonlarca insanın yatağa aç girdiğini reddedip, kimsenin geçim derdi yaşamadığını, firmaların yaşam mücadelesi vermediğini, ülkenin bütçesinde söylendiği kadar açık olmadığını, günden güne zenginleştiğimiz söylemlerini doğru kabul edelim.
Özetle Türkiye ekonomisinde her şey yolunda ve sadece kötü niyetliler bunu bozmak istiyor diye düşünelim. Düşünelim de o zaman insanın aklına şu geliyor? Bu kadar iyi durumdaysak niye insanlar işsiz, geçim derdinde? Neden bütçemiz bu kadar iyi durumdayken dolaylı dolaysız vergiler başta olmak üzere her şeye zam geliyor?
Neden her fırsatta daha çok fedakarlık talebiyle karşı karşıya kalıyoruz? Neden kemer sürekli sıkılmaya devam ediliyor? Neden işsizden bile sigorta primi isteyecek noktadayız? Neden 10 TL’lik mal üretmek için 7 TL’lik mal almak mecburiyetini yaşıyoruz? Neden?
Bunları sormak ve nedenini öğrenmek bir vatandaşın hakkı değil mi? Tıpkı fıkradaki gibi: “Ringde boksör fena halde dayak yer. Ama her molada hocası, boksöre rakibini ne kadar fena dövdüğünü ve biraz daha dayanmasını söyler.
Fakat her gong çalışında boksör daha da kötü dayak yemiş olarak döner. Çalıştırıcısı, artık dayak yemekten gözleri kapanmış boksöre yine ‘adamı çok feci dövüyorsun’ deyince boksör dayanamaz ve der ki: O zaman biriniz hakeme sahip çıksın; çünkü biri bana fena halde dayak atıyor.”
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR