Bugün küresel anlamda ortalıktaki kaos, dünyayı sarsıyor. Esasen bunların temelinde iki neden aramak lazım.
Bunlardan birincisi 2000 – 2008 döneminde finansal piyasalar üzerinden yaşanan soygun, ikincisi de geleceğin dünyasının güç mücadelesi...
Bu mücadelenin ekonomik temelli olduğu kadar, coğrafyaların dizaynı açısından da etkileyici rolü olduğunu belirtmekte fayda var. Bilhassa 2011 sonrası tek kutuplu dünya düzeninin sonuna gelindiğinin anlaşılmasından itibaren, bu mücadelenin şiddetlendiğini söyleyebiliriz.
Peki dünyanın kendisine sorması gereken kritik soru ne? Bir ülkenin kaderini, dünyanın bir başka noktasından gelerek belirlemek nasıl bir haktır? Bunun yanıtını küresel soygunun sahiplerinin bakış açısında bulmak lazım.
Kısa süre önce hayatını kaybeden Rockafeller’ın, adına Arap Baharı denilen banker cehenneminden önce, dünyanın kıt kaynaklarının nüfusa yetmediğini ve nüfusun aslında üçte bir oranında olması gerektiği söylemini hatırlamak gerekiyor. O günden beri bölgemizde de, dünyanın farklı noktalarında da kaos politikası, ölümler, iç karışıklıklar bitmek bilmedi.
Ülkelerin kimi zaman terörle, kimi zaman iktisaden terbiye edilmeye çalışılarak, yeni dünyada güç kazanma yarışını doğru okumalıyız. El Kaide’nin şekil değiştirip IŞİD olması da, güneyimizde açılmak istenen koridor temelli terörizm de tamamen bununla ilgili.
Bu nedenle Türkiye’nin Afrin operasyonunu bir savunma mekanizması içerisinde görmekte fayda var. Son derece haklı bir biçimde terörle mücadelesini sürdürüyor. Buna neden olan ayrıntıları uzun uzun anlatmak, yaptığımız hataları da sıralamak mümkün.
Zaten sık sık meseleyi masaya yatıranlardan olduğum için, bugünün koşullarındaki gerçeğe bakarak operasyonun doğru olduğunu belirtmek isterim. Yalnız medyanın kullandığı dilin biraz yine kendi tarafından disiplin altına alınması gerekir.
Ortada bir savaş yok. Savaş devletler arasında yapılır. Bu terörle mücadeledir ve haklılık noktası yüksektir. Resmin genelindekine de savaş demek yerine, güç mücadelesi demek daha doğru bir yaklaşımdır. İktidarın bu konudaki tutumu doğru. Fakat savaş sözcüğünü kullanan bazı siyasiler ve medya organlarını, meseleye bu açıdan bakmaya davet ediyorum.
Meselenin ekonomik boyutuna da baktığınızda ‘Türkiye savaşta’ vurgusu risk algısı, ‘Türkiye terörle mücadele ediyor’ güvenirlilik vurgusu aşılar. Kaş yapayım derken, hamasetle ya da yaranma duygusuyla göz çıkarmayın; derim.
Şimdi tüm bunları alt alta koyduğunuzda özelimizden çıkıp, dünyanın neden bu hale geldiğini, yine ekonomik temelli bir bakış açısıyla açıklamakta fayda var. Davos’un hemen öncesinde yayınlanan rapor, ülkeler arası askeri ve ekonomik çatışmaların artma riskine dikkat çekmişti.
Yine son olarak bir başka rapor daha kamuoyuyla paylaşıldı. Rapor, İngiliz Oxfam’a ait. Kuruluşun samimiyetini bir kenara koyarsak, burada paylaşılan tespitin, yaşananların nedenlerini ve örtülmek istenen gerçekleri de ortaya döktüğünü söyleyebiliriz.
Raporun adı da çok anlamlı: “Çalışmayı ödüllendir; zenginliği değil.” Rapora göre dünyanın en varlıklı yüzde 1’lik kesimi, yaratılan katma değerin yüzde 82’sini alıyor. En yoksul nüfusu oluşturan 3,7 milyar kişi ise sıfır noktasında.
Muhtemelen katılacağı Davos’ta da konunun üzerinde duracak olan Oxfam Direktörü Winnie Byanyima, milyarder patlamasının başarılı ekonominin göstergesi olmadığını, aksine başarısız olan ekonomik sistemin göstergesi olduğunu belirtiyor.
Raporda çarpıcı bir bilgi daha var. Dünyanın en tanınmış beş moda markasının üst düzey yöneticilerinin dört günlük maaşının, Bangladeş’teki bir tekstil işçisinin bir yılda kazanamayacağı oranlarda olmasına dikkat çekiliyor.
Çözüm önerileri de var. Fakat onların bugünün dünya yaklaşımında, yani film bitmeden uygulanabilmesi mümkün değil. Belki filmin sonrasında... Ama tespit, dünyadaki kaosun da nedenini oluşturuyor.
Ortaya konulan oran, bunun korunma içgüdüsü ve dengeleri değiştirme arzusu, bugünün dünyasının bir süre daha kaos ortamında yaşayacağının en açık belirtisi. Bu süreçte biz ne yapabiliriz?
Sorunlarımızla yüzleşir; birbirimize yalan söylemekten vazgeçer, doğru ve üretim odaklı çözüm modelleriyle bir arada durabilirsek umut var. Öteleyen, adaleti daha çok bozan her yaklaşım, birlikteliğe darbe vuracaktır.
Bundan biri ne diyorsa, herkes ona uysun anlamı çıkmasın. Aksine farklı fikirlerle zenginleşen bir yapı kurmalıyız. Farklı fikirlere tahammül, ama milli meselelerde bütünlük esas olmalı.
Soygunun raporu nedeni, daha önce açıklanan raporlar da süreci bize haber veriyor. Bize düşen iyimserlik, kötümserlik masalını bir kenara bırakıp, gerçekçi olmak ve Atatürk’ü bir kere, bir kere daha anlamaya çalışmak. Yoksa sadece faturamızı arttırırız.
FACEBOOK YORUMLAR