Türkiye rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla yapılan operasyonu konuşuyor. Bunun özelinde ayrıntı bilmemiz şu an için olanak dahilinde değil. Ama serbest bırakılmalar üzerinden akla takılan soru işaretlerini de ortaya koymak gerekiyor.
Fakat öncesinde yine birkaç başlığa değinelim. Her şeyden evvel soruşturma aşamasındaki bir olayın delillerinin, ifadelerin ortalığa saçılması hukuk açısından sorunların aynen ortada durduğunu gösteriyor.
Tıpkı Silivri davalarındaki gibi, dosya hazırlanıp iddianame haline gelene dek yine gizli kalması gereken her şey ortalıkta ve hangi yollarla dışarıya yansıdığı muamma niteliğini koruyor. Kimse de bunun üzerinde durmuyor.
İkincisi bu iktidar döneminde usulsüz zenginleşme iddiası yeni değil. 11 yıldır Türkiye’nin gözünün içine baka baka yapılıyor. Nitekim bunun en önemli kanıtı da her dönem TBMM’ye yapılan dokunulmazlığın kaldırılması taleplerinin, milletvekili sayısını aşmasıdır.
Üçüncüsü masumiyet karinesi ilkesinden yola çıkıldığında, iktidar sözcülerinin ‘o başka, bu başka’ tavırları yılları kapsayan bir biçimde ortaya koydukları yaklaşımı da kanıtlamaya yeter nitelikte… Masumiyet karinesi, masumiyet karinesidir. Dün de, bugün de…
Gelelim rüşvet ve yolsuzluk operasyonuna… Operasyon üç dosyanın eş zamanlı müdahalesi olarak açıklandı. Birincisi TOKİ’de yapılan ihalelere fesat karıştırıldığı konusu idi… Bu konuda zaten çok geç kalınmış bir mağduriyet söz konusu… Bursa Doğanbey’deki ilk kentsel dönüşümle gelen sıkıntıya nasıl kulak tıkandığını biliyoruz.
Bu dosyanın içeriğindeki iddialar bunun karşılığı mıdır bilemem, ama yıllardır insanların mülkiyet hakkını hiçe sayan, mağduriyetine neden olan, davetiye usulü ihaleler yapan uygulama gözümüzün önünde gerçekleşiyor. Bu ülkede TOKİ’ye özel kanun çıkarılıp, belediyelerin imar yetkisi bile elinden alındı, ama herkes üç maymunu oynadı.
Sonra bu güç Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na aktarıldı. Bakanlık, dünyada en geniş yetkililerle donatılan ve hukuk tanımaz bir özelliğe büründü. İkinci dosya belediye ihalelerinde usulsüzlük iddalarıydı. Bunun için çok uzağa gitmeye gerek yok. Fener, Balat, Ayvansaray’a, Sulukule’ye, Tarlabaşı’na bakmak yeterli… Mahkemelerin yürütmeyi durdurma kararları dahi işletilmedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Hasan Fazıl Afacan, belediyeye ait 26 adet şirketi denetleyemediklerini ve burada çok büyük sıkıntılar olduğunu açıktan haykırıyor. Hatta Afacan’ın iddiası daha büyük: “Bataklığın merkezi İBB’dir diyor.
Yine buna ilaveten Esenyurt’ta yaşananlar, Üsküdar’da yeri değiştirilen fay hattı, Gezi Parkı’nda olanlar, Bakırköy’de ilçe belediyesinin ve büyükşehirin onay vermediği inşaata bakanlığın verdiği izinler ortada duruyor.
Üçüncüsü de evde bulunan paralar ve ayakkabı kutusu ile gündeme oturan nakit para ve altın nezdindeki başlık... Burada İran ile olan ilişkiler gündeme geliyor ve altın karşılığı ödemeden, altın ihracatı yalanına (doğrusu ödeme olacak) kadar uzanan, belki de net hata noksan kalemindeki kaynağı belirsiz para girişlerine kadar varan bir çerçeveyi konuşmak mümkün.
Öncelikle altını çizeyim ki, operasyona neden olan dosyadan bağımsız olarak, bu ülkede her şey yolundaydı da birileri ‘iftira atıyor’ ifadesi, ancak ‘başarılı ekonomi palavrası’ kadar doğrudur. Ama serbest bırakılanların ardından ortaya çıkan bir soru işaretini de tarihe tanıklık anlamında yazmak gerekiyor.
Elbette bu yazdığım, yıllardır hakları yenen, baskı altında yaşayan, hukuku katledilen insanlarımın heyecanı içinde hoş karşılanmayacak olabilir. Ama ben sunulanı değil, gerçeği öğrenmek istiyorum.
Türkiye’deki herkesin canını yakan ve yakacak olan ilk iki iddiaya konu başlıkta serbest bırakılmalar yaşandı da, üçüncü dosyada neden tutuklamalar gündeme geldi?
Tutuksuz yargılama ilkesi ise herkes için geçerli. Ama ayrım bu kadar net olunca, suşlanan kişinin babası tarafından emniyette operasyon yapılınca, insanın aklına şu geliyor: Yoksa ilk ikisi Deniz Feneri muamelesi mi görecek?
Sadece altın başlığı mı ortada kalacak? Açıkçası merak ediyorum. Zira hiçbiri diğerinden önemsiz ya da daha önemli değil. Ben kimsenin hesaplaşmasını izlemek istemiyorum. Çünkü hesaplaşan uzlaşırsa, sorun bitmiş mi oluyor? Ben kendi payıma gerçeği istiyorum. Elbette dert, bu ülkedeki yetim hakkının peşinden koşmaksa…
FACEBOOK YORUMLAR