Medyaya bir haber düştü. Gizli bir müjde gibi sunulan haberde, kamu bankalarının reel sektöre yönelik yeni bir kredi paketi hazırladığı duyuruluyordu. Nasıl bir kredi bilmiyoruz? Onun ayrıntılarını da önümüzdeki günlerde Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın açıklayacağı detaylarda yer alıyordu.
İlk planda baktığınızda ne kadar hoş değil mi? Özellikle emek yoğun sektörlere verilmesi planlanan bu kredilerle, 10 ve üstünde işçi çalıştıran yerlere düşük faizli ve uzun vadeli olanak sunulacak.
Bu krediler ne kadar doğru verilecek; nasıl yaygınlaştırılacak ve kimler kullanacak, apayrı tartışma konusu. Ama işin özüne bakalım. Bir an durup, düşünün. Müjdemsi bu haberde ortaya konulan tavır sizce de garip değil mi?
Çünkü bahsi geçen bankaların zaten işi de, kuruluş gerekçeleri de bu. İki kamu bankasına mercek tutalım. Örneğin Ziraat Bankası niye var? Tarım ve tarıma entegre sanayileri desteklemek, bu konuda gelişmelerine finansman sağlamak için mevcut. Bu benim kanaatim değil.
Bankanın sitesindeki tarihçe bölümüne göz atmak yeterli. “…1863 yılında çiftçilerin oluşturduğu kaynakla, Mithat Paşa öncülüğünde devlet eliyle ve devlet himayesinde kurulan ve adına "Memleket Sandıkları" denilen organizasyon; milli bankacılığın ilk örneği olarak tarihe geçmiş ve bu girişim bugünkü Ziraat Bankası’nın temelini oluşturmuştur…
… 23 Mart 1916 da Ziraat Bankası için yeni bir yasa çıkarılır. Yasanın 1. Maddesinde “Ziraat Bankası çiftçilere kolaylık sağlamak ve tarımın gelişmesine yardımcı olmak için kurulmuştur” denilmektedir. Ziraat Bankası bu amaçla tahvil çıkartabilecek, tarım işletmelerine ortak olabilecek, tohumluk, hayvan, tarım aletleri ve benzeri malzemeleri temin edip peşin ya da kredili olarak çiftçilere verebilecek, gereğinde satın aldığı toprakları çiftçilere dağıtabilecektir…
… Mustafa Kemal Paşa’nın direktifiyle çıkarılan Mükellefiyet-i Ziraiye Nizamnamesi bankanın cephede savaşan çiftçi askerlerinin ailelerine yapacağı yardımların esaslarını belirlerken, gümrüklerdeki ziraat alet ve edevatıyla tohumlukların dağıtılması görevini de hep Ziraat Bankası’na vermiştir…
… 1923’de tarımda çalışanlara yardım etmekle görevli olan Ziraat Bankası şube ve sandıklarının sayısı 110’dan 300’e çıkartılmıştır. Bankaya bu dönemde 2 milyon TL’ye yakın bir sermaye sağlanmış ve banka özellikle düşmandan kurtarılan vatan bölgelerine geniş bir şekilde kredi vermeye başlamıştır…
Yani bu bankanın kendi tarihçesi tarımla ilgili ve tarımı desteklemesi beklenmiyor; görevi bu. Dönelim Halk Bankası’na... Küçük esnaf ve KOBİ’leri destekleyerek, onların büyümesi amacıyla oluşturulmuş bir bankadır. Hadi bunda da kendi kanaatimizi bir kenara bırakalım.”
Onun da resmi internet sitesinde şu ifadeler yer alır: “1933 yılında çıkarılan Halkbank ve Halk Sandıkları Kanunu Türkiye’de ikili bir yapıda, karma bir mesleki küçük kredi sistemi kurulmasını hedeflemiş, Türkiye Halk Bankası bu çerçevede 1938 yılında faaliyete geçmiştir.”
Nitekim Halkbank tarihe şu kayıtlarla geçer: “Türkiye Halk Bankası’nın kurulmasının temelinde Büyük Önder Atatürk’ün “Küçük esnafa ve büyük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri kolayca ucuza verecek bir teşekkül vücuda getirmek ve kredinin normal şartlar altında ucuzlatılmasına çalışmak da çok lazımdır” ile “Siz sanatkarların ufak dükkanları yerine muhteşem fabrikalar yapıldığını gördüğüm gün, mutluluğum en yüksek derecesini bulacaktır” fikirleri...”
Yani biri esnafın, biri çiftçinin bankasıdır. Yıllar içerisinde bu görevlerini unutup, ihtisas bankası özelliğini göz ardı edip, klasik bir mevduat bankası olma yoluna soyunması kuruluş gerekçelerini değiştirmez.
Yine başladığımız noktaya gelirsek, bu iki bankanın zaten işi bu. Siz birçok ürünle birlikte rafında sakız da bulunduran bir bakkalı, sakız satıyor diye alkışladınız mı? Yapmazsınız, çünkü saçmadır. Ama bakkal size cep telefonu satmaya kalkarsa garipsersiniz değil mi?
İşte sorun tam da burada. Bu kamu bankaları, görevlerini unutup futbol kulüplerinden havalimanı projelerine kadar her yere finansman sağlamaya çalışırken, kuruluş nedenlerini unuttular. Siz bu bankaları satmaya bile kalktınız. 2008 krizi yaşanmasaydı, belki şu an kamunun bile olmayacaklardı. Şimdi Bakan çıkmış, zaten işi bu olan bankaların, işlerini yapacaklarını duyuruyor. Onu da ne kadar yapacaklar göreceğiz.
Zira ortada değirmenin suyunun nereden geldiği belli olmayan ‘her şeyi bunlara finanse ettirmek’ gibi bir anlayış oturdu. 90’lı yıllarda buna görev zararı diyorduk. Şimdi adı konulmasa da yaptıkları bundan başka bir şey değil. Günün sonunda düşük faizli, uzun vadeli kredi vereceklermiş.
Kime? Zaten vermeleri gereken kesime... Bence bugüne kadar neredeydiniz diye sorarlar adama. Ama kimin umurunda? Birkaç gün içinde bunu bir de müjde diye anlatacaklar.
FACEBOOK YORUMLAR