Öyle bir ekonomiye sahibiz, öylesine büyük sorunlarımız var ki, işin içinden çıkmakta güçlük çekiyoruz. Oysa potansiyelimiz ve fırsatlarımız da var. Fakat planlama anlayışı gelişmediği, günü birlik, durum kurtarmaya yöneldiğimiz için bataklığa düşmüş insan gibi dibe batıyoruz.
Çünkü ekonomi yönetiminin temelinde, üretime dair akıl karışıklıkları var. Reel sektörün tamamında inşaat, enerji ve biraz da yıl sonu getirisi için, o da sektöre değil parasına bakarak turizmin dışında bir öncelik yok.
Mesele günlük yaşanınca, doğal olarak sorumluluk da üstlenilmiyor. Ülkede ekonomik olarak yaşanan her şeyin bir sorumlusu var. Ama sınırını da bilerek. O sorumluluk asla ve asla ekonomi yönetimine ulaşmıyor.
Hem elinizde tüm kaynağı kullanma yetkisi olacak, hem istediğiniz düzenlemeyi yapabileceksiniz, ama hiç birinin sonuçlarını üstlenmediğiniz gibi, yaşanan olumsuzluklardan da sıyrılmaya çalışacaksınız. Ne yazık ki öyle bir dünya yok.
Fiyat artışlarında etiket okuyarak fırsatçı arayanlar, enflasyon mücadelesinde elde edilemeyen sonucun faturasını da reel sektöre çıkardı. Aslında istense enflasyon düşürülürmüş ama, büyümeyi tercih ettiğimiz için yapmamışız.
Öncelikle büyümenin üretimden değil, tüketimden geldiğine bakarak konuşsaydık keşke. Çünkü borç parayla, kredi ve kredi kartıyla ve yine üstelik zorunlu gıda maddelerinin tüketilmesiyle gelen bir büyüme ne kadar sağlıklı?
Onu da geçtim bu işten memnun olanlar varmış. Hazine ve Maliye Bakanı Nebati’nin ifadesine göre uygulanan sistemden dar gelirli hariç, üretici ihracatçılar kazanç sağlıyorlarmış. Bu apaçık bir iftiradır.
İftiranın da ötesinde insanları birbirine düşürme potansiyeli taşır ki, TCK’daki yerini hukukçular değerlendirsin. O nasıl mutlu bir üreticiymiş ki, tüketicinin yaşadığı enflasyondan yüzde 60 daha fazla enflasyonu sineye çekmeye çalışıyor?
O nasıl bir imalat sahasıymış ki, yansıttığı maliyetten daha fazla maliyet yerken, yüksek bedellerle kredi kullanıp, günü döndürmeye çalışıyor. Bu nasıl mutlu bir üretici imiş ki, asgari ücretten enerji maliyetlerine kadar tüm kalemleri artıyor ve ayakta kalmaya çalışıyor.
Bu mantıkla bir de hem üretim hem de iharact yapanların dokunmayın keyfine gitsin. O ihracatçılar ne kadar mutlularmış ve ne kadar çok para kazanıyorlarmış ki, getirdikleri ihracat gelirlerinin yüzde 40’ını Merkez Bankası’na TL olarak parkedip, kur riski de almanın hazzı içerisindeler.
O ihracatçılar, artan navlun maliyetlerinden, dünya pazarındaki daralmaya ve gelişmiş ekonomilerin soğutma çabaları nedeniyle daralan pazara, düşürülmüş karlar ve ne yazık ki açılan vadelerle hizmet veriyorlar.
Ne mutlu ki o ihracatçıya, Bakan düzeyinde söylemlere bakınca Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarken üretebilmek için ithalata ve kur riskine muhtaç. Ne mutlu ki onlara parite kapanmış, kazanç kapısı azalmış ve en önemlisi 40 yıldır kilogramda 1,3 dolar değerini aşamamış.
Şayet bugün Türkiye’de insanlar üretim yapıyorsa, ürettiklerini ihraç ediyorlarsa ve bu ülkeye döviz kazandırmaya çalışıyorlarsa, size düşen onları dar gelirlinin hedefine koymak değil, nasıl ayakta tutabileceğinin yanıtını vererek istihdam sağlamalarını temin etmektir.
Onlar, bu ülkenin matematik hayır derken, her şeye rağmen üretim yapan 21. yüzyıldaki ‘Şu Çılgın Türkler’idir. Biraz başınızı inşaattan kaldırın da sanayicinin, çiftçinin gerçek durumunu görün. Göremiyorsanız, bari yarattığınız fakirliğin müsebbibi haline sokmayın.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR