Türkiye’nin off-shore’culara ödediği paranın 375 milyon TL’yi geçtiği duyuruldu. Hatta davası devam eden mahkemelerin sonuçlanmasıyla birlikte, bugünkü kurlarla ilave 1 milyar TL’nin daha ödenebileceği belirtiliyor.
Yıllar önce Kanaltürk binasının önünde neredeyse periyodik konuklarımızdı off-shore mağdurları. Kendilerine sahip çıkılmasını isteyerek, seslerini duyurmak istiyorlardı. Öncelikle off-shore’un mağduru olur mu? Bu sorunun yanıtını bulmak için off-shore’un tanımına bakalım.
“Uluslararası bankalar arasındaki geçici para alışverişine bankadaki hesap sahiplerinin direkt olarak katılması yolu ile bankaların öz sermaye risk oranları düşmekte olduğu için katılım gösteren yatırımcılara bir ülkenin iç faiz oranlarına göre daha yüksek faiz getirisi olan bir bankacılık işlemidir.”
Yani daha düz bir mantıkla ve sade bir tanımla, verilen faizin üzerinde para kazanabilmek için, bilinçli bir biçimde bu bankalara para yatırılması… Salt bir ticaret üzerinden baktığınızda risk/kazanç ilişkisi.
Bu bakımdan eğer kimsenin parasını zorla bir off-shore hizmeti veren bankaya yatırmadıysanız, ortada mağdurdan bahsedemezsiniz. Sadece daha çok para kazanma kaygısıyla, riske girip, buralara tasarruflarını yönlendirenlerden söz edebiliriz. Kumar ekonomisinin tipik bir örneği…
Eğer bu kişiler sıkıntı yaşanmasaydı; elde edecekleri nemadan vazgeçecek miydi? Yani ‘bu kadar kazanç doğru değil, bir miktarını devlete bırakayım mı’ diyeceklerdi. Elbette böyle olmayacağını biliyoruz. O zaman neyin mağduriyetinden bahsediyoruz? Kazan doğum yaparken iyiydi de, ölünce mi sorun oldu?
Tartışma aslında o süreçte bu hizmeti veren bankalara TMSF tarafından el konulmasıyla başlıyor. Ondan sonraki dilimde bugüne kadar yaşanan süreçte ne yaşandığı muamma.
Şayet her şey büyük bir şeffaflık içindeyse, yani bu bankalar zaten batmış iseler, devlet daha çok para kazanma peşinde koşanların kaybını veya bir başka deyişle Dimyat’a pirince giderken, eldeki bulgurdan olunmasını neden tazmin ediyor?
Acaba mesela böyle olmayabilir mi? Bu bankaların batışlarında sıkıntı mı var? Mevduatların devlet güvencesinde olması başka, off-shore hesaplarına sahip çıkılması başka…
Şayet böyleyse, ki tazmin hafiften bu kokuya neden oluyor, o süreçte imzası olanların da hesap vermesi gerekmiyor mu? Gerçekten battılarsa da, onlara olumlu not veren murakıplar kim?
Kaç tanesi bu konuyla ilgili hesap verdi. Sadece banka sahiplerinin peşinden koşarak buradan çıkamazsınız. Buradaki öyle ya da böyle kurgu, daha sonraki siyasi ve ekonomik gelişmelere nasıl etki etti; bunu da bilelim.
Sözün özü şu ki; off-shore meselesi çok derin ve artık kimlere dokunuyorsa, herkes suyun kıyısında oynuyor. Herhalde bu off-shore’un kıyı bankacılığı özelliğiyle ilgili olamaz.
FACEBOOK YORUMLAR