Bundan yıllar yıllar önce; yani internetin henüz hayatımıza girmediği dönemlerde, bir haber hazırlarken, İstanbul kazan biz kepçe dolaşırdık. Bir ekonomi haberi yapmak için, neredeyse şehirdeki ilgili tüm kurumların dokümantasyonlarını dolaşır, sektör mensuplarıyla görüşürdünüz.
Sonra yaptığınız araştırmaların sonuçlarını ve yaptığınız röportajları ortaya döker; onlar üzerinden bir analiz yapar; gerçek bilgileri oluşturduktan sonra da haberinizi yazardınız. O zamanlar ne google vardı; ne de sıkıştığınızda size hazır bilgi verecek bir veri merkezi...
Bu kurumların en başını da Devlet İstatistik Enstitüsü oluştururdu. En büyük sıkıntımız buradaki verilerin geriden gelmesiydi. En yeni veri 3-4 aylık olurdu. Zaman zaman 2-3 sene öncesinin bilgilerini dikkate almak zorunda kalırdınız.
Fakat şundan emindik: Devlet İstatistik Enstitüsü bir veri ortaya koyuyorsa; doğrudur. Olası teknik sapmaları da diğer dokümanlarla karşılaştırır; sektörlerin sıcak bilgileriyle pekiştirir ve elinizdeki araştırmanın sonuçlarını da haberleştirirdiniz.
Hep güncel bilgilerin hayalini kurardık. Sonra Türkiye İstatistik Kurumu’na dönüştürülen bu kurum, gelişen internet teknolojisi ve veri toplama teknikleriyle güncel bilgiyi ortaya koyar oldu.
Ama biz yine tatmin olmaz, mutlaka başka bilgilerle karşılaştırmasını yapardık. Bu nedenle de yanılma payı düşük olurdu. Bunu fark eden siyaset bir süre sonra bazı kurumların hafızasını sıfırladı.
Örneğin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın eski bürokratları da, kendisi de tarihe gömüldü ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na geçişle, geçmiş veriye eski muamelesi yapılarak ulaşılamaz kılındı.
Bu da yetmedi; baz alınan yıllar değiştirildi. Bu da yetmedi; istatistik kurumunun çalışan yapısı sözleşmeliye bağlandı. Bu da yetmedi; örneğin enflasyonda sepetle akıl almak oyunlara girildi.
Eski yıllarda sorunlar vardı; bilgiler eskiydi ama doğruluğundan kimsenin şüphesi yoktu. Bu rakam ve norm oyunlarıyla kısa süre içinde kişi başına düşen gelirimiz bile 4 bin dolar seviyesinden 10 bin dolarlar sınırına yükseltildi.
Bugün geldiğimiz noktada TÜİK’e kimse inanmıyor. TÜİK Başkanı Yinal Yağan da bir açıklama yaparak, uluslararası normlara göre araştırmalar yapıldığını açıklamak zorunda kalıyor.
TÜİK Başkanı ne derse desin; asıl sağlamayı şuradan yapalım. Üreticisinden ithalatçısına, tüketicisinden esnafına, çalışanından sivil toplum kuruluşlarına kadar bu kurumun istatistiklerine güvenen kaldı mı?
Bizler bile programlarımızda, yayınlarımızda ‘resmi verilere göre bile’ diye ifade kullanmak zorunda kalmıyor muyuz? Eskiden istatistiklerin sonuçlarına nereden baktığınız önemliydi. Yani bir veriyi olumlu ya da olumsuz değerlendirmek, politikacıların durduğu yere göre değişirdi.
Ama film, verilerin gerçek olma özelliğini yitirdikten sonra değişti. Artık şu siyasetçinin ya da bu siyasetçinin yorumuna göre değil; hayatın gerçeklerine ve TÜİK’e göre haber yorumlamak zorunda kalınıyor.
Şimdi tekrar başa dönüp soralım: TÜİK Başkanı uluslararası normlar ışığında çalıştıklarını söylüyor; ama gün sonunda ortaya koyduğu verilere güvenip kimse ne yatırım yapıyor ne de yeni bir işe atılım yapıyor?
O zaman normlara uygunluktan daha önemli bir kriter var. Gerçeğe uygunluk... İşte TÜİK Başkanı’nın atladığı detay bu.
FACEBOOK YORUMLAR