Haftasonu Türkiye tarihine kara bir leke olarak yazıldı. Devletin verdiği sözün arkasında durmadığı, bizzat yönetenler tarafından halkın provoke edildiği, vatandaşa hakaret edilen, çifte standart uygulanan, ‘ben’ merkezli politikalarla şişen bir egonun tatmini için. kardeşi kardeşle karşı karşıya getirmekten çekinilmeyen bir fotoğraf çekildi. Taksim Dayanışması grubu öncelikle bir demokrasi dersi verdi. Başbakan ile görüşmeye gittiler. Ama kendi başlarına bir yanıt veremeyeceklerini söylediler. Döndüler Gezi Parkı’na durumu anlattılar. 7 farklı grup kurup, aralarında tartıştılar. Herkes farklı bir görüşle bakış açısını otraya koydu. Sonuçta ortaya kimilerinin beğendiği, kimilerinin beğenmediği bir karar çıktı. Son derece demokrasi dersi veren bir görünüm içinde. Tek bir çadırda toplanacak, durumu da takip edeceklerdi. Neredeyse sular durulmuş, olay bir sürece girmişti. Tüm ülkeyi tek başına yönetmek isteyenin elbette bunu anlaması mümkün değildi. Çıktı Sincan’dan talimatı verdi: ‘Yarın ben Kazlıçeşme’de miting yapacağım. O park da temizlenecek.” İşte emniyet güçleri, devletin verdiği söze rağmen konuyu emir telakki etti ve müdahale yaptı. Genç, ihtiyar, çoluk, çocuk demeden, otele sığınanlara bile biber gazı sıkarak. İşte insan o anda kendine bunu soruyor: Neden? Neden? Neden? Çünkü hiçbir akla, mantığa, insafa ve insanlığa sığmayacak, kamunun verdiği sözün altında kalmasına neden olacak bu hareket anlaşılır gibi değildi. Ertesi gün anlaşıldı nedeni… ‘Temizlenecek dedim, temizlendi.’ İşte her şey ego yüklü bu cümleyi sarf etmek içindi. Peki ama 20. yüzyıldan kalma bu yaklaşım parktan çadırları kaldırmanın mümkün, insanların kafasındaki özgürlük aşkını yok etmenin olanaksız olduğu anlayamadı mı? Kesinlikle anlayamadı. Adeta zaman donmuş, Türkiye’nin gelecekteki kuşakları ve onlara inanlar zamanın ötesi geçmiş, iktidar o kırılganlık içinde zamanın diğer tarafında kalmıştı. Çünkü dinlemiyordu, anlamıyordu, anlamak istemiyordu. Aslında gelinen noktanın da temelini bu oluşturuyordu. Hemen Kazlıçeşme mitinginin ardından da Şişhane’den Bakırköy’e taraftarları sağa sola saldırmaya, hatta ellerinde sopalarla saat: 21.00 protestosunu yapanları darp etmeye başladılar. Başbakan yoktu, polis yoktu, partililer vardı. Başbakan yalan olduğu ortayaçıkmış argümanlarla meydanlarda konuşurken, faiz lobisinden bahsetmeye de devam etti. Aslında kast ettiği şey çıkar gruplarıydı, ama yanlış tercüme edilmiş ya da dinsel vurgu nedeniyle faiz lobisi uygun bulunmuştu. O zaman kendilerine karşı çıkanlara yönelik verdiği rakamlarla ilgili Başbakan’a bir şey soralım. Saydığınız maddeler içinde geçtim çevresel ve şehircilik cinayetini, sadece ekonomik açıdan bile yanıtlanmaya muhtaç bir soru var. Sayın Başbakan üçüncü havalimanı için 46 milyar dolar, nükleer enerji için 22 milyar dolar, üçüncü köprü için de 2,5 milyar dolardan bahsetti. Toplamda yaklaşık 70 milyar dolar eder. Soru şu: Bütçesi açık veren ve gırtlağına kadar borçlanan, yurtiçi tasarrufları da son derece yetersiz olan bir ekonomi karşımızda olduğuna göre bunun finansmanı nasıl yapılacak? Yanıt 1: Dolaylı vergiler başta olmak üzere her türlü vergi, harç ve benzeri yöntemlerle maliyet vatandaşa yıkılacak. Yanıt 2: Çok şikâyet ettiği faiz lobisi (çıkar grupları) devreye girecek ve 10,5 yıldır olduğu gibi yine iktidarını finanse edecek, ülkeyi borçlandıracak ve sonuçta bu da yine vatandaşa vergi olarak yansıtılacak. Sonuç: Borç yapılan tesisler, ardından ‘devlet ekonominin içinde olmaz’ diyerek özelleştirilecek. Yani nereden baksanız tutarsızca, nereden bakarsanız akıl dışı. Peki dönelim başa. Neden? Bilimden ekonomiye, akıldan çevreye kadar herşeyi karşına alıp, bu kadar iktisadi olmayan projeyi yapmak için, neden kardeşi kardeşe kırdırtıyorsunuz? Müteessirim… Hem de çok derinden. http://ekonomigundemi.com/yazar/NEDEN/2311[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR