Ülkemiz çok büyük bir felaket atlattı. Elazığ ve Malatya üzerinden bölgede gerçekleşen deprem, hepimizin canını yaktı. Fakat bu Millet elbette bu acıyı da saracaktır ve hemen herkesin harekete geçmesi de bunun örneğidir.
İşin acı ve hepimizin canını yakan kısmındaki hemfikirliğimizi bir kenara koyduktan sonra asıl başka bir soru sormamız gerektiğini düşünüyorum. Neden sürekli ölüyoruz? Lütfen sadece deprem ile ilgili düşünmeyin.
Trafikte, iş kazasında, afetlerde neden ölüyoruz? Hadi meseleyi biraz daha ekonomiye taşıyalım. Son derece sistematik bir biçimde krizler yaşamamızın sebebi ne? Neden krizler bu ülkede sistematik hale gelmiş durumda ve kimse bununla ilgili bir garipseme içinde değil?
Alanı biraz daha genişletelim; dış siyasete bakalım? Bugün ilticacı sorunundan komşularımızla olan açmazlarımıza, ikili bir mücadelenin ortasında kalmaktan iklim krizindeki sıkışmışlığımıza kadar neden sürekli bir sıkıntı içindeyiz?
Şimdi size hemen hatırlayacağınız birkaç kavram paylaşacağım. Kervan yolda düzelir. Hallederiz. Şimdi ne yapacağız? Kadere bak. Ne yaptıysak olmadı. Fıtrat. Bizi sevmiyorlar. Şansım yok.
Bunların hepsi gündelik hayatımızda sıkça kullandığımız ama kullanmanın ötesinde ne yazık ki hayat tarzımız haline dönüşmüş vurgularımız. Her yıl bayramlarda onlarca canımızı trafik kazalarında kaybediyoruz ama bir sonrakine kadar sesimiz çıkmıyor.
1999 Depremi’nden sonra depreme hazırlık diye ceset torbası aldığımızı hatırlatırım. Ekonomik olarak ne yapacağımızı şaşırmış bir vaziyette iflaslardan, konkordatolardan, kredi kartı borçlarından, işsizlikten bahsediyoruz.
Soma’ya hepimizin canı yandı. Sosyal medyada bir ay sonra unutulan tepkiler, üzüntüler dile getirildi. Ama o günden bugüne 11 bin 251 kişi daha hayatını kaybetti. Sadece tepki gösteriyor, unutuyor ve sonra bir daha yaşanmaması için gereğini yapmaktan imtina ediyoruz.
Albert Einstein’ın çok sevdiğim bir sözü vardır: “Sürekli aynı şeyleri yaparak farklı sonuç beklemek ahmaklıktır” der büyük bilim adamı. Sizce de üzerimize en çok yakışan sözlerden biri bu değil mi?
Sorun bizim kriz algımızda... Krizin yönetimini araç devrildikten sonra yapmayı akıl ettiğimiz için, sadece olaylara odaklanıp, nedenlerini bir şekilde ‘şimdi zamanı değil’ diyerek öteleyip, hiçbir zaman zamanı gelmeyen süreçlerde yine aynı şeyleri yaşıyoruz.
Ebette bunu ve bunu besleyen korkularımı kentsel dönüşümden firmaların yapılarının değişimine kadar kullanan ve istismar edenler de var. Ama gereğini yapmayarak, hesap sormayarak sonucu hep biz hazırlıyoruz.
Kriz yönetimi, olaylar olup bittikten sonra ne yapacağınız değil, olasılıkları hesap ederek önlemler alıp, gerekli düzeltmeleri yapma biçimidir. Ve bunu yapmazsak sonuçları elektrik faturasının son günün kaçırmaktan daha ağır oluyor. Bence bunu bir düşünmeliyiz.
FACEBOOK YORUMLAR