2008 krizinden beri dünya ekonomide ikinci büyük dip görmeye hazırlanıyor. Açıkçası zamanıyla ilgili muhtelif görüşler olsa da, bir büyük krizin daha yaşanacağı konusunda neredeyse herkes hemfikir.
Tüm göstergelere ve zorlamalara rağmen, dünya ekonomisinin sağlıklı noktada olmadığını biliyoruz. Bir tarafta 2002 – 2008 yılları arasında uygulanan aşırı genişlemeci politikaların yarattığı sıkıntılar, öte tarafta tüketim odaklı bir dünya öngörülürken arz tarafının talep yaratılacak duygusuyla kapasitenin çok üzerinde yatırımlar yapmış olması problemi de içinden çıkılmaz bir noktaya getiriyor.
Son dönemde yaşanan enerji ve ticaret yolları mücadelesini de, artan korumacılığı da, giderilemeyen varlık balonlarını da, paranın tekrar evine dönmesini de, ticaret savaşlarını da bu pencereden okumak gerekir.
Dünya hızla bir 1929 krizi benzeri bir sürece, kontrollü olarak girmeye çalışıyor. Şüphesiz krizler sonrasında da fırsatlar doğurduğu için de bölgemiz başta olmak üzere dünyada yaşanan mücadeleyi de, çıkış fotoğrafında köşe kapma yarışı olarak görmek gerekir.
Böylesi bir ortamda güncel politikalarla, kısır tartışmalarla uğraşmak ancak bu konuda pay kapma savaşında olanların isteyeceği oyalanmalardır. Ne yazık ki Türkiye’de siyasi fotoğraf dünyadaki gelişmeyi tam olarak okuyamıyor ve bize de zaman kaybettiriyor. Elbette bunda genişlemeci yıllarda parayı teknolojik gelişmeler ve güçlendirilmiş üretimler yerine, tüketime ve ithalata yatırmanın da büyük payı var.
Dünyadaki aktörler zaman zaman bu ikinci dip dalgasını dillendiriyorlar. Son olarak Amerikalı Yatırımcı Jim Rogers da bunlara eklendi. Rogers, zamanlama vermeden bir sonraki küresel ekonomik çöküşte sağlam ekonomilerin dahi acı çekeceğini belirtti ve yaşanacağı ‘hayatımda gördüğümün en kötüsü olacak’ diyerek tanımladı.
Rogers’ın yaptığı altın spekülasyonunu haklılık payı olmakla birlikte bir kenara bırakırsak, böylesi bir krizde büyük ekonomilerin sıkıntı yaşaması, bizler gibi gelişmekte olan ve acil likide ihtiyacı bulunan ekonomilerden gelen kemik seslerinin de çoğalmasına neden olacaktır.
Yani birilerinin hayal ettiği gibi dünya ekonomisindeki etkin güçler çökerken bizim hasarsız bu işten çıkmamız çok mümkün gözükmüyor. Belki dersimizi çalışsaydık daha az etkilenip, hatta fırsatlar da yaratabilirdik. Fakat bugünkü tablomuz içerisinde zoruna hazırlanmamız gerekiyor.
Sadece biz mi? Elbette dünyadaki herkes bunun telaşında... Trump’un, Çin’in, Putin’in yaptıklarını bundan ayrı okumak büyük bir gaflet olur. Fakat gelişmiş ülkeler gelirlerini arttıramayacakları noktada giderlerini ve verimliliği artırmanın yollarını arıyorlar. Bunu görmek lazım.
Son yıllarda hayatımıza giren endüstri 4.0, nesnelerin interneti, toplum 5.0 gibi kavramları da bu hasarı azaltma ve sonrasında da etkin ekonomi olarak çıkma eğilimi olarak görmek zorundayız.
Nitekim 2019 yılının Davos’unun gündemine baktığınızda da bu gözleniyor. Davos’un ana gündemini ‘Küreselleşme 4: Dördüncü Sanayi Devrimi Çağında Küresel Yapıyı Şekillendirmek’ oluşturuyor.
Ayrıca yine ana tema olarak bu konu iklim değişikliğiyle de besleniyor. İklim değişikliği başlıklar arasına girdiyse burada alternatif enerji yatırımlarını ve karbon emisyonuyla gelecek yaptırımların da etkinliğinin hissedileceğini düşünmek gerekir.
Trump’un hükümetin kapalı olmasını gerekçe göstererek Davos’a katılmayacağını açıklaması ise, bu sene ve takip eden süreçte tartışmanın kızışacağının habercisi gibi. Buna rağmen böylesi kritik bir toplantıda Türkiye sadece üç bakan ve merkez bankası ile temsil edilmemeliydi.
Bakanların yeni sistemde müsteşar düzeyine indiğini dikkate alırsanız, bu tartışmaya şahitlik yapmaktan uzak bir görüntü verdiğimizi de anlamak kolaylaşacaktır. Dünya büyük bir krize gidiyor ve bu krizde büyük bedeller ödendikten sonra, teknolojik dönüşümünü gerçekleştirenler, sonraki fazda etkili olacaktır.
Çin’in 5G’li metro istasyonlarını, ayın karanlık tarafına uydu indirmesini, Rusya’nın tekrar sanayileşme stratejisini ve ABD’nin üretimi desteklemesini, AB – ABD arasındaki firmalar üzerinden yaşanan kemik kırmalarını bu pencereden okumak lazım.
Peki biz ne konuşuyoruz? 31 Mart seçimlerinde nerede, kim aday olacak? Üstelik ekonomiden rekabetçiliğe, eğitimden üretime kadar çok daha kritik açmazlarımız varken... Hayırlı işler Türkiye...
FACEBOOK YORUMLAR