Türkiye’de piyasanın en önemli ödeme araçlarının başında çek ve senet gelir. Zaman zaman da bu alandaki gerek karşılıksız çekler, gerekse de protestolu senetler oranı açıklanır. Fakat çok nettir ki bunlar gerçeği yansıtmaz.
Çünkü aslında çek ve senet önemli olduğu kadar, en büyük sorunların da temelini oluşturur. Çoğu zaman evrak, ödeme tarihi geldiğinde yenisiyle değiştirilir. Bu da istatistiklere karşılıksız ya da protestolu olarak yansımaması sonucunu doğurur.
Şu bir gerçek ki bankaların bu çek karnelerini dağıtırken yeterli özeni gösterdiğini söylemek mümkün değil. Ne derlerse desinler, bir çek yaprağında sorumlulukları komik düzeydedir. Mercan’da bir esnaf şu örneği vermişti ve bende bir yazımda paylaşmıştım:
“Düz bir kâğıda 36 bin TL yazılsa, bunun karşılığında mal verir misiniz? Elbette hayır. Çünkü orada esas olan bankanın logosudur ve bu haliyle gelen müşteri aslında benim değil, bankanın müşterisidir. Sorumluluğu da o almalıdır.”
Yüzde yüz altına imza atıyorum. Sorunu çözmek için kare kod benzeri uygulamalar devreye sokulsa da, piyasa yapısı içerisinde bunun da açmazları var. Mesela aynı esnaf şunu da anlatmıştı.
“Müşteriyi bankaya sordum; herhangi bir çek ödeme probleminin sicilinde gözükmediğini söyledi. Biraz daha detay aldığımda firmanın 5 ay önce kurulduğunu öğrendim.” Yani ortada iyi niyetliler olduğu kadar, onların kat be kat fazlası kötü niyetliler dolaşıyor. Kimse alınmasın; bankaların da bu konuda titiz davranmadığı göze çarpıyor.
Şu an alacak zincirinin kırıldığı ve daha da kırılacağı bir sürece doğru gidiyoruz. Bu nedenle piyasadaki en büyük sorunların başında tahsilât geliyor. Resmi kayıtlara geçen ya da hatırla yenisiyle değiştirilen çek ve senetler insanların canını yakar hale geldi.
Bu konuda bir açıklama yapan Ankara Ticaret Odası Başkanı Gürsel Baran, büyük mağduriyetler yaşandığını dile getirerek, bankaların çek yaprağındaki sorumluluğunun 50 bin TL’ye çıkarılmasını istedi. Güzel bir istek; ama popülist.
Bankaların kusurlu yaklaşımından bahsettik ama madalyonun diğer tarafına da bakmak lazım. Türkiye’de niye çekte vade var? Çünkü sermaye problemi bu yolla aşılıyor. Bir mal alınıyor; çek ya da senet veriliyor; ama o anda karşılığı yok.
Malı alan kişi satacak, parasını ödeyecek. Yani koca bir ülke aslında konsinye satışla dönüyor. Uluslararası alacak sigorta şirketlerinin 180 gün vadeden sonrasını çılgınlık olarak nitelendirdiği bir piyasa yapısı içinde, banka neye güvenip 20 ay vadeli çekin arkasında duracak? Konkordatolar ortada...
Şimdi ATO Başkanı’nın sözüne geri dönelim. Bence sorumluluğu 50 bin TL ile sınırlamayın. Tamamından sorumlu olsun. Gelin her çek yaprağının üzerinde, yurtdışındaki uygulamalar gibi rakamlar olsun. Ama bir çek karnesinin karşılığındaki teminatı da bankaya yatırmış olacaksınız. Buna var mısınız?
Şayet meselenin bu boyutunu konuşmaz isek, bankayı Horhor Çeşmesi’ne çeviririz. Bankanın dağıttığı kredinin de bir maliyeti var ve ülkedeki tasarruflardan değil, yurtdışından borçlanarak getirilen bir para.
Sorumluluğu yükleyelim; ama o sorumluluğun karşılığında reel sektörün de çek kullanabilme ehliyeti için karşılığını bankaya koyması şartını getirelim. Bakın bakalım harcıâlem ekonomi ayakta kalabiliyor mu?
Aynı şekilde senetleri de kırtasiyeden alınıp üzerine istediğinizi yazdığınız bir evrak olmaktan çıkaralım. Ne dersiniz? Türkiye’de reel sektör kaynak yetersizliğini, vadeli çek ve senet uygulamasıyla bir anlamda karşılıksız para basarak gideriyor. Şu anda Hazine piyasadaki çek ve senet adedini açıklayabilir. Ama üzerinde ne miktarda para yazılı olduğunu bilemez. Çünkü keyfiyete bağlı bir işlemdir.
Bu yapıyı düzeltmeyi konuşmadan böyle söylemlere girmek, tekrar altını çiziyorum popülizmden başka bir şey değildir. Esas soru şu: Sizin ayakları yere basan, gerçek bir reel sektör yaratmaya niyetiniz var mı?
Çünkü bunu düzeltirsek kayıtdışından gizli iflas içindeki firmalara kadar herkes piyasadan çekilir. Ya sorunun tamamını çözümle beraber konuşalım ya da lütfen tribünlere oynayıp, vakit kaybettirmeyin.
FACEBOOK YORUMLAR