Bu haftaki Kabine toplantısının ardından gündem yine kamu tasarrufuydu. Tekrar bazı maddeler sayıldı ve kamunun da kemer sıkacağı söylendi. Aslına bakarsanız en baştan beri bu konuda ciddi bir samimiyet sorunu var.
Öncelikle neyi, nereye, ne kadar harcadığımızın tam olarak bilinemediği, çünkü bu konuda sağlıklı Sayıştay raporlarının ortaya konulamadığı bir ülke iklimi içerisinde, tasarruf romantik bir başlıktan öteye gidemiyor.
Sayılan maddelere baktığınızda ise, niyet mektubu özelliğinden başka bir anlam taşımıyor. Zira bunların gerçekleşmesini nasıl ölçeceğiz? Çok bilinen bir söz vardır. Ölçemediğiniz şeyi yönetemezsiniz.
Biz gerçekten bu alanlarda tasarruf yapılıp, yapılmadığını anlayabilecek miyiz? Hepsi bir yana, ülkesinin bütçesini 5 trilyon TL’den 12 trilyon TL’ye çıkarmış bir yönetimin, sizce gerçek bir tasarruftan söz edebilmesi mümkün mü?
Hatta yüzde 58 yeniden değerleme açıklayan, bunun 10 puan altında gelirlere artış yapan ve akabinde bütçesini ikiye katlarken, enflasyon kadar bile gelir artışı vermeyerek insanlardan peşin vergi kesen bir ekonomi yönetiminin tasarruf söylemleri ne kadar gerçekçi olacak?
Peki bu tasarruf söyleminin nedeni ne? Akla iki başlık geliyor. Bunlardan birincisi insanların dayanma gücü o kadar kalmadı ve o denli öfkeliler ki, söylem geliştirmek, göstermelik de olsa tavır koymak gerekiyordu.
Çünkü son seçim sonuçlarına direkt etki eden bir eğilimin yönetilmesi zorunluydu. İkinci başlık ise daha ürkütücü. ‘Bakın biz de tasarruf yapıyoruz’ kisvesi altında, şiddetlenen ve kaçınılmaz hale gelen yılın ortasındaki enflasyon farkının dışında emekli ücretlerinde ve asgari ücret artışlarında ortaya çıkan gerekçeye bahane uydurulmaya çalışılıyor olabilir.
Yakında ‘hepimiz aynı gemideyiz’ söylemlerinin başladığını görebiliriz. Bu çerçevede işsizin yaşama şansı kalmamış, asgari ücretin bile açlık sınırının 750 TL altına düştüğü, emeklilere verilenin maaş değil harçlık haline dönüştüğü bir ülke fotoğrafında ortaya çıkacak siyasi fatura kaldırılabilir cinsten değil.
Şimdi bunu muhtemelen bir milli mücadele havasına büründürerek, insanların yıl sonunu bu gelirleriyle tamamlamasının, ama aynı zamanda yüksek vergiler ve zamlarla bütçe açıklarını karşılamasının yolunu yapıyor gözüküyorlar.
Fakat bilmedikleri bir şey var. Cin şişeden çıktı ve de mızrak çuvala sığmıyor. Bu şartlar altında ve sadece söylemle, hamasetle, göstermelik hareketlerle yılın sonunu getirebilmek mümkün değil.
İşte bu nedenle yılın ortasında ücretlere ve maaşlara zam yapılması kaçınılmaz. Bu ihtiyacı atlatabilecek yan yol arayışı içinde olmanın da siyasi faturası ötelenebilecek özellikten çoktan çıktı.
O zam yapılacak, ama pabuç pahalı. Çünkü aşırı değerli TL, yansıtılamayan üretici enflasyonu ve kontrolden çıkmış TL maliyetler nedeniyle işi reel sektöre de yıkamıyorsunuz. Tam bir açmaz ile karşı karşıya kalan ekonomi yönetimi de şimdi bunu seferberlik haline dönüştürmeye çalışıyor.
Lakin alacağı yanıt belli. ‘Yemeği kim yediyse, faturayı da o ödesin’ mesajı çok açık bir şekilde ortada duruyor. Bu hesap ödenecek? Ya ekonomik olarak ya siyaseten. Seç seçebilirsen.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR