Her gün televizyonları, gazeteleri ya da interneti açtığınızda büyüyen, güçlenen, hatta abartanları da dikkate alırsak kıskanılan bir Türkiye’ye dair haberler görüyorsunuz. Her ne kadar madalyonun başka yönünü göstermeye ve gerçeklerde yola çıkmamız gerektiğine dikkat çekenler olsa da, genel bir korodan, tek bir ağızdan bu şarkıyı dinliyorsunuz.
Ne var ki hayatın gerçeği, geçim sıkıntısı, hızla insani seviyeden çıkan yaşama koşulları ile bunun karşılaştırmasını yaptığınızda gerçeğin böyle olmadığını hissediyorsunuz. Fakat yine ilk rastladığınız haber servisinde benzerlerini duyarak duyarsızlaşıyorsunuz.
İşin sosyolojik tarafını uzmanlara bırakırsak, bunun temelinde günü birlik siyasetin, çapsız siyasetçilerin oluşturduğu bir ortamın eseri olduğunu biliyoruz. Ortada bir sürü siyasetçi ya da kendi partisine lider var ama, gerçek, uluslararası çapta, vizyona sahip isimler bulunamıyor.
Biraz daha geriye gittiğimizde babalar gibi satılan kamu varlıklarını, özelleştirilen ve kapatılan fabrikaları, üzerlerine kurulan tesislerin yıkılarak üzerine yapılan AVM’leri, yıllarca ödemesi devam edecek mantıksız yatırımları fatura olarak önümüzde duruyor.
Peki reklamları ve saçma tartışmaları bırakırsak nasıl bir vizyondan bahsetmemiz gerekiyor? Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi ve namuslu bürokratlardan, Adnan Kahveci’nin Bakan Danışmanı, son olarak da Gemi Sörvey Kurulu Başkanı olarak emekliye ayrılan bir isimle beraberdim. Erdoğan Kutlu...
Kutlu benimle Cumhuriyet’in ilk yıllarında kıt kaynaklarla ve tasarruflarla kurulan, sonra babalar gibi satılan fabrikalara nasıl işçi alındığını Nazilli Bez Fabrikası’ndan bir örnek vererek paylaştı. Tam bilinen adıyla Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası...
Buraya işçi alınacağı zaman öncesinde başvuracaklara Halk Evi’nde bir eğitim veriliyor. Sonra sınav günü geldiğinde devletten karşılanmak üzere bir silgi, bir kurşun kalem ve bir dosya kağıdı veriliyor. Kompozisyon kuralları içerisinde, yani giriş, gelişme ve sonuçtan oluşan bir yapıda, bir A4 kağıdını geçmeyecek şekilde tek soru tek cevaplık bir sınav yapılıyor. Sınavda soru şu: Ülke nasıl gelişir?
Aynısı Alpullu’da ve kurulan her fabrikada, her kuruluşta yapılıyor. Erdoğan Kutlu bunun önemini şu sözlerle benimle paylaştı: “O zaman işe giren ben bileğimin ve aklımın hakkıyla buraya geldim. Atatürk bana akıl soruyor diye düşünüyor. O makinenin bir yerine bir damla yağ gelse aklını oynatır o adam. Atatürk bana güveniyor diyor.”
Bunun ülkede açılan her tesiste uygulandığını, o insanların aidiyetini düşünsenize... Belki de o kağıtlardan da ne çözümler çıktı, onu bilemiyoruz. Fakat meselenin sadece fabrika açmak değil, geleceği paylaşmak olduğunu anlatan bundan daha güzel bir örnek olabilir mi?
Peki şimdi başa dönüp soralım. İş peşinde koşanların hangisi bugün bu duyguyla hareket ediyor? Kocaman laflarla sonuçta borç yaratmaktan başka bir işe imza atmayanların zaten vizyonları yetmiyor da, halkı bu işin içine katıyorlar mı?
İşte kalkınma böyle topyekun bir hareketin ve bunu akıl eden vizyonun eseridir. Boş boş konuşanların ve herkese bağırıp çağıranların değil.
FACEBOOK YORUMLAR