Virüs süreci başladığından beri, Türkiye ekonomisinin çok farklı sınavları bir arada verdiğine şahit olduk. İşin ekonomi yönetiminin performansına baktığımızda kısa çalışma ödeneği, vergilerin, primlerin ertelenmesi gibi bazı olumlu yaklaşımlar olduğunu söylemek mümkün.
Teknoloji Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nın yeni girişimcilere sahip çıkarak solunum cihazı ve benzeri noktalarda üretimi desteklemesi de doğru bir yaklaşım. Turizm Bakanlığı’nın sertifikalı çalışan ve tesis açılımını da yerinde buluyorum. Sonuç getirir mi? Nasıl bir performans ve kredibilitesi olup olmayacağı netlik kazanmamış belgelendirme sistemine bağlı. Ama akıllıca bir hamle.
Destekleme modellerine gelince ise tam bir fiyasko. Hiç kimse karnından konuşmasın... Ne vatandaş düzeyinde, ne de reel sektör bazında gerçekçi anlamda atılmış bir adım yok. Destek yerine borç vermek kapsamına giydirilmiş bir yaklaşım, dolaylı vergilerden feragat etmeyen, gelirlerinin içinde yüzde 20’yi geçmeyen kısımdan da tahakkuk tahsilat oranı zaten sorunlu ve daha da sorunlu olacağı belli olan bir kısımda manevra yapmak destek diye satılamaz.
Hatta kredi meselesinde bile bankaları suçlayan, bundan önce o kesimi zorlayarak nasıl sınırlarını aştığını görmezden gelen bir ekonomi yönetiminin tutar tarafı kalmamıştır. Yine mücbir sebep tanımını bile sektör ayrımı yaparak ortaya koymuş olmaları, plansızlığın deşifresidir.
Ekranlara çıkıp ‘şöyle böyle’ demekle sorunlar çözülmüyor. Ayrıca ertelemelerin zamanı bittiğinde ne olacağına dair de kimsenin bir fikri yok. Fakat işin reel sektör boyutuna bakılırsa hakkını teslim etmek lazım. Çalışanıyla, işvereniyle son derece sakin davrandılar ve süreçte birbirlerini suçlamak yerine, ortaya çıkan sorunlarda ilk kez aynı ve doğru tarafa baktılar. Yani çözüm üretmesi gereken, üreten ya da üretemeyenlere...
Ne var ki bu tablo bize bir şeyi daha anlattı. İşvereniyle, çalışanıyla birlikte tanımladığım ve beraber kast ettiğim reel sektör mensuplarının, kendilerini temsil edenlerle aralarındaki uçurumun daha da arttığını gördük.
İyi niyetli olanları ve gereğini yapan kısıtlı bir kesimi tenzih ederim. Ama genel fotoğrafa baktığınızda ne bugüne kadar biriken ödeneklerini sıfır faizli kullandırmayı konuştular; ne de gerçekçi anlamda sorunları Ankara’ya yansıttılar.
Kamuoyuna yapılan açıklamalarda bile üyelerine değil, Ankara’ya hitaben konuştular. Oysa dönem idare-i maslahat değil, ‘kral çıplak’ deme dönemidir. İki başlıkta örnek vereyim. Mesela arka arkaya çıkıp, virüs sürecinden Türkiye’nin en avantajlı ülke olarak çıkacağını söylüyorlar. Fakat yaptıkları açıklamalarda ‘nasıl’ sorusunu yanıtını asla vermiyorlar.
Bu arada belli sektörlerde doğru işler yapılırsa, bunun nasıl mümkün olacağını anlatan ve mantıklı yaklaşımlarda bulunanlar olduğunu biliyorum. Bir çoğu programlarımda da bunları anlattı. Hatta kısmen bunlara katıldığım yerler de var.
Fakat temsil yetkisiyle ortaya çıkanların, rasyonellikten uzak, inandığını söyleyen, ama niye inandığını içi boş, sloganvari cümleler dışında açıklayamayan, halen korkuyla konuşan ve temennilerini, iktisadi karşılığı olacak rasyolar olarak algılayanlar çok tehlikeli.
Ekonomi yönetimi gerçekleri talep ediyor mu, bilmiyorum. Ama bu jölemsi yaklaşım ekonomi yönetimi içindeki samimiyetle çözüm arayanlara da, temsil ettikleri reel sektör mensuplarına da yapılmış bir iyilik değil. Herkesi boş verdim; Türkiye’ye kötülük...
Gün, 2 binli yıllarda alışkanlık haline gelmiş isteneni söyleme günü değil. Gün, gerçeklerle yüzleşme ve onlara çözüm üretme günüdür. Korkuyla konuşacak olan, kalksın koltuktan.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR