Şu IMF’ye borç verme meselesi durup durup, temcit pilavı gibi önümüze geliyor. Oysa gerçeğin böyle olmadığını biliyoruz. Buna rağmen, toplumun detayları bilmeyeceği düşüncesinden hareketle, buradan ilginç bir algı yönetimi yapılmaya devam ediliyor.
O dönemde de, arada gündeme geldikçe de sık sık anlattık; ama inanılmaz bir biçimde gerçek olmayan bu bilgi, hatta gerçek çarpıtılarak kamuoyu gündemine getiriliyor. Türkiye’nin IMF ile ilişkisinin çok hoş olmadığını biliyoruz.
İstediğimiz her borç ve ardından gelen stand by anlaşmalarıyla nasıl üretimsizleştiğimiz, pazar haline geldiğimiz de malum. IMF’nin dünya çapında gidip de başarılı bir performans sergilediği ülke olmadığı da açık. Fakat bu, gerçekleri farklı göstermeyi gerektirmiyor.
Cari hesabı kapattıktan sonra borçlu / alacaklı ilişkimizin, borçlu / kefil ilişkisine döndüğü bir sistematik içerisinde, para akışının sağlandığı da işi takip edenler tarafından tartışmaya açık olmayan bir konu.
Bu borcu ödemek için özelleştirme adı altında yapılan güzelleştirmelerin yok pahasına satılan tesisler gerçeğini oratya çıkartığını açık. Bu işlemin de imtiyaz dağıtmaya döndüğü ve sonuçta elde avuçta bir şey kalmadığı gerçeği de alenen gözümüzün içine baka baka bize bağırıyor.
Ama tutturuldu bir ‘IMF bizden borç istedi’ söylemi... Bu söylem, yapılan yanlışların üzerini örtmek için kullanılıyor. Bugün geldiğimiz noktanın, bilhassa 80’li yılların başından itibaren IMF ile yapılan anlaşmaların sonuçları olduğu açık. Lakin her seferinde IMF’lik olmamız, hatalarımızdan ders almak yerine durumu idare etme alışkanlığımızdan kaynaklanıyor.
Türkiye’nin de IMF’den kurtulmadığını, 4. Madde kapsamında gözetimin devam ettiğini, çünkü onun kefaletiyle buraya sıcak para geldiğini de bildiğimiz halde, cari hesabı kapatmayı anlatıp, bu boyutu anlatmamakta ısrar eden de bir yaklaşım var.
Şimdi son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı bir konuşmada meseleyi tekrar gündeme getirdi. Merkez Bankası Başkanı’nı laf dinlemediği için görevden aldığı o kadar popüler bir gündem oldu ki, bu söylem arada kaynadı.
İşin o boyutuna girmeyeceğim. Onun sonuçlarını hep beraber yaşayacağız. Fakat ‘IMF’ye borç para verin dedim; vereceğimizi anlayınca vazgeçtiler’ sözü ne yazık ki gerçeği yansıtmıyor. Neden mi?
Bakın o işin temeli, bu sözlerin söylendikten sonra basına yansımasıyla aynı güne rastlayan bir kararda saklı. Bıkmadan tekrar hatırlatayım. IMF, resmi internet sitesinden bir duyuru yaptı. IMF, normalde borç alma statüsüne bakıldığında, ancak ekonomisi güçlü olan ülkelerden para temin edebileceğini esas alır.
Fakat bu durum 2010 yılındaki gözden geçirmelerle 2016 tarihi itibariyle yürürlüğe giren karar kapsamında genişletildi. 2008 krizinin ardından IMF’ye tekrar rol verilmesi kararlaştırıldı. Ama kasa yetersizdi. Bu yüzden yeni bir borç alma eğilimi belirlendi.
Bu arada borç alma işin kibarcası... Bildiğiniz kasaya para koy durumu ve çok da inisiyatife bağlı değil. Bu süreçte IMF ile ilintili tüm ülkelere, gücü oranında bir rakam tespit edildi. Türkiye’ye düşen pay da 5 milyar dolardı.
Bu para istendiği takdirde verilecek rakamdı. Bizim iktidar hemen bunu ‘IMF’ye borç veriyoruz’ diyerek seçim meydanlarında kullandı. Gözüken o ki, ekonomik anlamda imajı dağılan iktidar bunu yine kullanmaya niyetli.
Lakin işin gerçeği, o süreçte güce bakılmadı. Batmış Kıbrıs Rum Kesimi’ne bile 500 milyon dolarlık bir salma yapıldı. Sadece bunların istenmesi ve ihtiyaç duyulması halinde ödeneceği söylendi. Bugüne kadar da talep gelmedi.
İşte bu karar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın IMF üzerinden söylem geliştirdiği gün 2020 yılına kadar uzatıldı. Hedef de IMF’nin kredi verme kapasitesini 1 trilyon dolar seviyesine çıkartmak.
Yani sözün özü, IMF ile ilgili tartışma statü olarak borç, ama eylem itibariyle salmadır. Bunu verip vermemek de, söylendiği gibi alıp almamak da keyfe keder bir durum değildir. Çünkü bu bir salmadır ve istendiğinde verilecek bir rakamdır.
Tüm bu gerçekler ortada dururken, meseleyi farklı yansıtmak, ekonomik olarak ortaya konulan başarısızlığı böyle gerçekle ilgisi olmayan kuru övünmelerin ardına saklamak, seçmenin ruhunu belki okşar, ama günün sonunda sorunları da, hataları da, ekonomik açmazları da ortadan kaldırmaz. Elbette gerçekleri de...
FACEBOOK YORUMLAR