Tarihe geçmek: Önemi yönünden unutulmayacak bir nitelik elde etmek. Bu kavram böyle tanımlanıyor. Niteliği tartışılsa da, ekonomi alanında öyle ilginç işlere imza atıyoruz ki, gerçekten tarihe geçeceğimiz konusunda ısrarlıyım.
Ne kadar vergi o kadar kayıt dışı kuralını hiçe sayarak bir ilke imza atıp, kayıt dışını patlattığımız, vergi gelirlerini çökerttiğimiz yaklaşımla başladığımız yolculuğumuzda, büyümeyen ve duran bir ekonomide de işsizliği azaltarak son noktaya varmak üzereyiz.
Cari açık patlaması yaşayarak ithalat bağımlısı bir ülke olduğumuzu kanıtladığımız gün, işsizlikte temmuz ayı istatistikleri yayımlandı. Gerçeğin çok altında olmakla birlikte yüzde 13,4’lük işsizliğe ulaşıyor, ama bu arada geçen sene ile mukayese ettiğimizde de işsiz sayımızı 369 bin kişi azalttığımızı duyuruyoruz.
Resmi rakamlara göre 4 milyon 227 bin işsize sahibiz. Her dört gençten birinin işsiz olduğu ülkede, işe katılım geçen yıla göre yüzde 3,4, yani 1 milyon 622 bin kişi azalıyor; ama istihdam yaratıyoruz öyle mi? Bakın bu daha mevcut işgücünden kayıp. Her yıl üniversitelerden mezun olan yaklaşık 850 bin genç, demek ki yok sayılıyor.
Çünkü yok sayılmasa çalışma yaşamında olup işsiz kalanlara bu kişi sayısını da ilave etmek gerekir. Başvuru ile daraltılan işsiz sayısı bir kenara, genç işsizliğimizin artışı bu çocuklara iş yaratamadığımızı kanıtlarken, resmi rakamlara göre bile oranın değişmesi gerekmez mi?
İşte aynı gün açıkladığımız, doğruluğu zaten yaşamla sağlaması yapıldığında gerçekçi olmayan rakamlarda bile çelişkili ifadeler paylaşıyoruz. Dedim ya, gerçekten iktisat tarihine geçiyoruz. Sadece işsizlik mi? Birkaç örnek daha paylaşayım.
Mesela dünyada eksi bakiyeyle kurulan ilk varlık fonuna sahibiz. Faizi düşürürsek enflasyonun da düşeceğine dair savımız var. Ülkeye giren parayı finansman yapıp, gelişmeyi elde etmek yerine borç para yaparak nasıl battığımız da örnek gösterilecek davranışlardan sadece biri.
Her yıl ortalama 160 milyar dolar civarında nakit paraya ihtiyacı varken, dolar kuruyla ilgilenmeyen bir ekonomi bakanı dahi yarattık. Üretim yapan tesisleri, verimli kılmak yerine yok pahasına satmak da yine imza attığımız işlerden biri.
Fabrikaları kapatıp, arazisine alışveriş merkezleri açarak, sonra yurtdışından bulduğumuz borç parayla ‘lüküs hayat’ sürüp, borç verip bize kendi malını satan, borç verdiği parayı istediğinde onları dış güç olarak nitelendirmek de yine önemli bir meziyet.
Dünya ekonomisindeki ağırlığı yüzde 1’i bulmazken, dünyanın gelişmiş ekonomilerinin bizi kıskandığını bile iddia edecek noktaya geldik. Plansız, üretimsizleşen, üretim gücü olduğu halde ithalat yapan, işsizliği iş arayan genç ve kadınlara bağlayan, cari açık yükselirken de, düşerken de başarı öyküsü yazmayı beceren bir Türkiye’yi izliyoruz.
Ben, bu ve benzeri işlerle Türkiye’nin dünya iktisat tarihine geçtiğini ve ileride ders kitaplarında da okutulacağını düşünüyorum. Nasıl mı? Aman böyle yapmayın diye...
FACEBOOK YORUMLAR