Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde yapılan seçimlerin ardından ortaya bir hedef konuldu. Bir önceki dönem, bir kez ihracat yapıp daha sonra devam ettirmeyenleri kazanmak ne kadar kıymetliyse, yeni yönetimin Başkan Gültepe nezdinde verdiği mesaj da o kadar değerli.
TİM Başkanı özetle diyor ki, üretimimizi katma değerli hale getirmeliyiz, ihracatçıyı arttırmalıyız ama yetmez. Kilogram ortalama dolar değerimizi de en kısa sürede 2 dolar seviyesine çıkarmalıyız.
Aslında her fırsatta övünme vesilesi yapılan ihracatçılar, dışarıdan gözüktüğü kadar hoş bir tablonun içinde yaşamıyorlar. Hatta birçoğunun yurtdışında müşterilerinin vade ve fiyat baskısıyla boğuştuğunu biliyoruz.
Öte tarafta zaten daralan dünya pazarı, Çin’den kayan siparişlerle şimdilik nefes almaya yararken, halen pazar çeşitliliğinin yaratılamamış olması da en büyük handicap. Küçüklemeye giden dünya, ama daha da önemlisi Avrupa ekonomisi, ihracat yapan üreticimizi zorluyor.
Bununla da bitmiyor. Navlun fiyatlarından hammadde fiyatlarına kadar maliyetleri o kadar çok arttı ki… Yetmiyor bir de üretici olarak içte fiyatlara yansıtılamamış yüzde 60’a yakın maliyet farkını sırtlıyorlar.
Şimdi böyle bir tablo içerisinde ne yaparsınız? Üreteni pamuk ipliğine sararsınız. Fakat biz KDV alacaklarını bile ödemediğimiz bu insanların, net kazancı olmayan döviz gelirlerine göz koyduk. Hatta bununla kalmayıp zorladık.
İnracattan getirdikleri doların önce yüzde 25’ini, sonra bunun kaldırılmasını isterlerken yüzde 40’ını Merkez Bankası’na park etmelerini istedik. Yani çok ciddi bir döviz pozisyon makasında aleyhte duruma soktuk.
Eş zamanlı zaten avro/dolar paritesi yerlerde sürünüyor ve oradan da nefes alamıyorlar. Bununla da yetinmedik. Şimdi reeskont kredileri için şart koştuk. Dedik ki yüzde 40’ı park ediyorsun ya, yüzde 30 daha TL’ye park edip, bir de bir ay süreyle döviz alımı yapmayacaksın.
Bu kararı alanların ekonomi bilmedikleri çok açık da, insan nerede yaşıyorsunuz diye sormadan da edemiyor. Çünkü masa başında alınan bu kararların, zaten sıkışmış bir üretici kesimini, ihracat noktasında da darboğaza soktuğu, hammadde alımından yapacakları döviz bazlı ödemelere kadar açmaza ittiği aşikar.
O zaman ilk yüzde 25 gelirin TL’de Merkez Bankası’na park edilmesi kuralı geldiğinde yazdığımı hatırlatayım. Tüm hesaplar getirilen paranın üzerine kurgulanıyor. Fakat şartları olanaksızlaştırıyorsunuz.
O zaman tekrar sorayım; ya getirmezlerse… Örneğin AB sınırları içinde bir bankada hesap açıp, ödemelerin oraya yapılmasını isterlerse ne yapacaksınız? Sorunun bir de ikinci kısmı vardı. Daha fazla baskıyı arttırırsanız, onlar da merkezlerini yurtdışına taşır, burayı şube yaparlar. O zaman ne yapacaksınız?
Bu soruyu sormamın üzerinden geçen zamanda o kadar fazla akıl dışı taleple ortaya çıkıldı ki, şimdi yurtdışına taşınma ihtimalini ciddi ciddi düşünebilirsiniz. Çünkü gençlerini kaybeden, doktorunu kaçıran bir ülke, ihracatçısını niye kaybetmesin ki?
Ne yapacaksınız; onlara da mı ‘gidersen git’ diyeceksiniz? Hoş giderlerse bu durumu şube haline gelen Türkiye’deki noktaları üzerinden doğrudan yabancı sermaye yatırımı diye de kayıtlara geçirirler mi; geçirirler.
Temelde sorun muhatabın kim olduğu değil; ona nasıl davrandığınızdır. Ve bu ülkeyi yönetenler, ülkenin sahiplerine hiç iyi davranmıyorlar.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR