Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ‘kalıcı refah için ihracat odaklı yatırım yapmalıyız’ diyerek önemli bir açılımda bulundu. Öncelikle bunun finans piyasalarına inanan biri tarafından dile getirilmiş olmasını önemsiyorum.
Tek tehlike altı doldurulmamış ve salt ihracat konsantrasyonundaki yatırımların, sorunu çözmeyeceği gibi, dış ticarette verilen açıkta olumsuz etki edip, cari açık finansmanı problemi olarak önümüze gelme riskidir.
Bu nedenle bu tip söylemlerin bir niyet göstergesi olduğunu kabul etmekle birlikte ‘yarım doktor candan eder’ benzetmesini hatırlatarak, meseleleri doğru kurgulanmış bir zeminde tartışmanın kıymetli olacağına inanıyorum.
Öncelikle yıllardır yaptığımız gibi meseleyi ihracat odaklı bir söylem çerçevesinde ele alırsak, hiç kimse kusura bakmasın kısır döngüden çıkmamız mümkün değil. Başta bunun ithalat ve ihracattan oluşan bir dış ticaret meselesi olduğunu kabullenmek, iki rakamı da takip etmek ve buradaki yapısal meselelerin üzerinde durmak gerekir.
Yoksa bugün olduğu gibi ürettiğiniz malın yüzde 70 – 80’ini ithal edip, üzerine yüzde 20’lik üretim koyup, düşük katma değerle gelir peşinde koşmak, hamallıktan başka bir şey değil. Kıymetsiz olduğunu söylemiyorum. Şüphesiz bir çabadır; ama sizi kalıcı refaha götürmez.
Bu yöntemi reexport ile de karıştırmamak lazım. Bunu çok iyi yapan ülkeler var. Mesela Hollanda tarım ve hayvancılık ürünlerinde 150 milyar dolara varan ihracatının tamamını kendisi üretmiyor. Dünyada da ürettirip, üzerine kendi menşeini koyup satıyor.
Keza aynı durum örneğin İtalya hazır giyimi ya da ayakkabısı için de geçerli. Bu dış ticaret yelpazeniz içinde mutlaka olması gereken bir başlıktır. Ama gerçekten işe yaraması, ancak ülke markanızın yüksek olmasıyla doğru orantılıdır. Şu anda Türkiye markası ne yazık ki bu kıvamda değil.
Meseleyi üzücü bulanlar olabilir; fakat gerçek bu. Hatta zaman zaman ihracatçıların fiyatlarını aşağıya çeken bir etken olarak bile karşımıza çıkıyor. O vakit durumu sağlıklı noktadan başlatmak lazım. Buna daha zaman var.
Önce ülkenizde üretilen mamullerin içindeki yerli payı katkı oranıyla işe başlamalısınız. 10 birimlik bir üretimin içinde 60’lara varan bir yerlilik yakalamadığınız sürece, ne ürettiğinizden para kazanabilirsiniz; ne istihdam yaratabilirsiniz; ne de gerçekten kalıcı bir refah elde edebilirsiniz.
Bunun yolu da hep dile getirdiğim envanter çalışmaları ve arkasından gelecek adı plan olmayan, gerçek planlama ve stratejiden geçiyor. Ardından avantajlı yönleriniz ile bunu güçlendirmeli, ülkedeki ithalatçıları, eskiden olduğu gibi gerçekten ithalatçı olan ciddi insanlardan oluşturmalısınız. Yani her önüne gelen ithalatçı olmamalı.
Böyle olmalı ki, onlar sadece ülkeye teknoloji ya da değer katacak ürünleri getirsinler. Ardından bilişimi de içine koyarak verimliliği yakalamalı, dış pazarlarda dünyada örnekleri bulunan KOTRA, JETRA gibi yapılanmalarla tek dilden pazarlamalar yapmalı; insan kaynağını elde tutarken, işletmeleri de patronculuk oynamaktan kurtarmalıyız.
Bunu sağladığımız zaman zaten kalıcı katma değer ve para kazanan işletmelerin ürün ve hizmet geliştirmeye yönelik kaynak aktardıklarını, ardından kısa süre içinde de katma değerli işler yaptıklarını göreceğiz.
Bu meseleyi uzun uzun tartışmak mümkün. Ama niyet yetmiyor. Zira sadece ihracat odaklı yatırımların bizi getirdiği felaket ortada. Üretip, ihracat yaptıkça zarar yazıyoruz. Belli bir kurgu ve plan doğrultusunda işe yaklaşmalıyız.
En önemlisi hatalar yapmamalıyız. Nasıl mı? Örneğin Gıda Komitesi’ndeki açılım. Mehmet Şimşek Başkanlığı’nda dönemin ilk toplantısı yapıldı. Toplantıda fiyat istikrarını sağlamak için, ürün tedarik edilmesi kararlaştırıldı.
Üreticiden tedarik yapamayan ne yapacak? Şu an olduğu gibi ithalata yönelip, kısır döngüyü büyütecek. İthalatla üretici terbiye etmeyi bırakmadığımız ve üreticinin gerçekten ihtiyaçlarını konuşup, sorunla yüzleşmediğimiz ve meseleyi dış ticaret olarak ele almadığımız sürece, ihracat odaklı yatırım söylemi, verimsiz yatırımlardan ve kaynak israfından başka bir sonuç vermez.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR