Türkiye’nin kaynak ihtiyacı gün geçtikçe acil bir durum alıyor. Sadece son bir ay içerisinde nakit ihtiyacımız son gelen cari açık rakamıyla birlikte 10 milyar dolar arttı. 3 – 5 milyar dolar net hata noksan ile ekonomik sorunları ötelediğimizi düşünürseniz bu, çok büyük bir rakam.
Ayrıca net hata noksandaki çıkışın ikinci ayda da devam ettiği görülüyor. Gerçi prensip olarak buradan para gelmesinin tehlikeli olduğunu düşünüyorum ve maddi olarak sorun olsa da, bu gelişmenin daha sonra yaşayacağımız problemleri hafifletme olasılığını düşünerek nefes alıyorum.
Lakin günün sonunda nakit para ihtiyacımızı şiddetlendirdiği açık. Öte taraftan 60 milyar dolara koşan bir cari açık ve onu tetikleyen bir dış ticaret açığımız da var. Kurun da yukarı yönlü seyir yaptığını düşünürseniz, bulabilirsek paranın daha da maliyetli hale geleceğini görmemek saflık olur.
Yetmedi; CDS denilen risk primimiz de çok hızlı zigzag çizmeye ve aleyhimize bir görünüm vermeye başladı. Tüm bunları alt alta koyup, yeni ekonomi yönetiminin gerek Bakan, gerekse Merkez Bankası nezdinde isimlerin ‘para bulması’ için getirildiğini gözden kaçırmamak gerekiyor.
Peki yıllık 260 milyar dolara dayanan nakit ihtiyacını nasıl temin edebiliriz? Dünyada parasal sıkılaşma ve ekonomilerin daralması gibi, hem turizm hem ihracat gelirleri konusunda yönetmemiz gereken problemler var. Net rezervlerde sistematik olarak geriye düşüş de sıkıntının boyutunu büyütüp, kırılganlığı arttırıyor. Swap hariçleri artık konuşmuyoruz bile...
Bir diğer konu da enflasyon, faiz ve döviz üçgeninde yaşam maliyetlerinin artacağı, kur yukarı yönlü giderken içte insanların bu satın alma güçleri ile bütçe açığı başta olmak üzere faturayı ödemekte zorlanacağı gerçeği.
Çünkü bu aynı zamanda döviz mevduatların çözülmesi adına da problemi beraberinde getirirken, her yükselen kur değerinin bize faturada TL maliyetin artması anlamına geliyor. Şimdi bu şartlar altında durum nakit para alarmı veriyorsa, insanın aklına da şu soru geliyor: Peki ‘para bulsun’ diye getirilen ekip, parayı nereden bulacak?
Özelleştirmeci yaklaşımları bunun en kritik aşamasını oluşturuyor. Özelleştirmeyi ayrıca tartışırız. Bu yönetimin sahip olduğu evdeki televizyonu satıp, elektrik faturası ödeme türü özelleştirme yaklaşımından söz ediyorum. İşte bu noktada tek bir adres kalıyor. Hatta ‘satılacak ne kaldı’ diye serzenişte bulunanların bile gözden kaçırdığı nokta... Elde ne var ne yok, her şeyimizi içine attığımız, eksi bakiyeyle kurularak tarihe geçen Varlık Fonu...
Buranın kontrolü ve denetimi de çok mümkün değil. Yani sizi denetlemesi gerekenleri sizin atadığınız bir sistem denetime açık anlamına gelmiyor. Bu nedenle akıllardaki hesap, varlık fonu içindeki değerlerin yabancı yatırım adı altında yok pahasına Körfez başta olmak üzere sağa sola satılması ise yapmayın. Zira bu hamle 128 milyar dolar meselesine rahmet okutur.
Türkiye’de ekonomi konuşanların da, yönetenlerin de takip edenlerin de konsantrasyonunu buraya vermesi gerekir. Yoksa çok ağlarız.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR