Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda soruları yanıtlarken, söz dönüp dolaşıp göçmen meselesine geliyor. Burada piyasadaki konuşmalara da atıfta bulunarak, nitelikli personel ihtiyacını temellendirerek, ülkemizin sistematik olarak göçe ihtiyacı olduğunu vurguluyor.
Neden? Çünkü vatandaşın refahı ve eğitimi yükseldiği için zor işlerde çalışmak istemiyormuş. Ne güzel yorumlama değil mi? Bir taşla bir kaç kuş birden vuruyor. Öncelikle göçü anlamlı kılıyor, ardından insanımızın refah düzeyini arttığını araya sıkıştırıyor ve son olarak da iş beğenmeyecek bir tavır içinde olduğu ile süsleyerek yorumunu tamamlıyor.
Keşke öyle olsaydı, ama Cevdet yılmaz ya gerçeği yansıtmıyor ya da aldığı bilgilerin gerçekliğini teyit etmiyor. Biliyoruz ki ülkede bir nitelikli eleman açığı var. Sanayi istediği gibi vasıfta insan bulamıyor. Ve kabul ediyorum ki genç kuşakların farklı sektörlerde çalışma talebi de bunun içinde etken bir rol oynuyor.
Fakat sorunun temelinde başka faktörler var. Öncelikle eğitimden başlayalım. Sistemli bir biçimde her ile üniversite açarak, insanları üniversite mezunu olmaya zorlayan, bu sayede yıllarca işsizlik oranlarını düşük çıkartmayı amaçlayan ve dolaylı yoldan da şehirlere geçici bir ekonomi yaratan yaklaşımı yok sayarak mı bu yorumu okuyacağız.
Tıpkı yıllarca tüketim ekonomisini uygulayıp, sahte bir refah ortama oluşturup, oya tahvil edip, bugün vatandaşın kredi ve kredi kartı harcamalarından yakınmak gibi bir şey bu. Hayır durum tam öyle değil.
Birinci meslek liselerini itibarsızlaştıran ve neredeyse ya ‘imam hatip’e ya ‘meslek lisesi’ne diyerek, nitelikli okulların da yapısıyla yönetim hamleleriyle oynayan, diğer okulları da niteliksiz etiketine sokan ve toplamda tüm eğitimi niteliksizleştiren bir yaklaşımın bundan yakınmaya hakkı yoktur.
İkincisi herkesi üniversiteye yollamak uğruna eğitimi özelleştiren, özelleştirirken içini boşaltan, bedava verilen ders kitabına rağmen, tüm öğretmenlerin ek kaynak adı altında başka kitaplar okuttuğu bir sistemi yaratanın bunda büyük payı var.
Üçüncüsü, üniversitelerin eğitim kalitesinin arttırmak için uğraşmayan, hurafeleri o kadar hakim kılıp, üniversite mezunlarını sorunun kendisi gibi gören bir anlayışın eğitimde yükselmeden bahsetmesi mümkün değil.
Dördüncüsü mezun çocukların asgari ücretle çalıştırılmak istenmesinin, çalışan maliyetlerinin yarısı kadar vergi ve prim talep ederken görmezden gelinmesini de anlamakta güçlük çekiyorum.
Beşincisi bundan yakınan reel sektörün de dünün gerçekleriyle yarının ekonomisinin içine doğmuş çocuklara dünü dayatarak ve yok pahasına çalıştırma sevdası içinde olmasını, kendisini geliştirmemesini ve kafasına vura vura dünün ekonomisinin doğrularını uygulamasını istemesini de anlamakta güçlük çekiyorum.
Bundan bir kaç yıl önce bir ilin ticaret ve sanayi odası başkanı da toplantıda ‘iş beğenmiyorlar’ diyerek yakınmıştı ve ben de kendisine sormuştum: “Sayın Başkan acaba sizi beğenmiyor olabilirler mi?”
Bu ihtimali düşünmüyor, iş beğenmeyeni suçluyor, aynı insanlar yurtdışı tarafından talep görünce ‘ama’ ile başlayan cümleler kuruyorsanız, biraz da dönüp suçu kendinizde arayacaksınız.
Dönüşümü okumuyor, firmaların bu haliyle bile ayakta kalmasının mümkün olmadığını görmüyorsanız bence nitelikli eleman sorunundan değil, firmaların bekasından dertlenmelisiniz.
Hepsinin ötesinde Cevdet Yılmaz’ın da açlık sınırında yaşayan insanların olduğu, bunun yarısı kadar maaş alan emekli sayısının toplamın yarısında olduğu, eğitimsizliğin her yanımızdan döküldüğü bir ortamda, refahtan, kalkınmadan, iş beğenmemekten ve bu nedenle de göçmen ihtiyacından bahsedeceğine, Cumhuriyet’in 100. yılına yakışır bir biçimde eğitim seferberliğinden söz etmesini dilerdim.
İstiklal Savaşı kazanıldıktan sonra kendisini kutlayanlara Atatürk’ün cevabını unutmayın. “Asıl savaş şimdi başlıyor; o da cehaletle savaştır.” Ve Türkiye’nin kuruluşundaki mucize de eğitimle, bilimle ve öğretmenlerle sağlanmıştır; göçmenlerle değil. Hepimizin bayramı kutlu olsun.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR