Büyüklerimiz ‘dünyada mekan ahirette iman’ diyerek, bu topraklarda bir çatı altına sahip olmanın ne kadar değerli olduğunu anlatmıştır. Zaten başımıza ne geliyorsa bundan gelmedi mi son yıllarda?
Bir ev sahibi olma telaşı içerisinde planlamadan yoksun binalar dikildi. Deprem gerçeği göz ardı edilerek gökdelenler yükseldi. Rant tutkusuyla deprem sonrası toplanma alanları bile inşaatların odak noktası oldu.
Ekonomi kurmaylarına sorsanız, onlar inşaat sektörüyle kalkınacağımız gibi garip bir anlayıştan öteye gidemiyor. Bu nedenle de market rafındaki etikette fırsatçı ararken, düşen talebe karşın yüksek fiyatlar karşısında başlarını öteki tarafa çeviriyorlar.
Oysa bir ekonomide doğru işler yaparsınız, büyümeyi ve kalkınmayı yakalarsınız, bunun sonucu olarak gerek fabrikalar, gerek konutlar, gerekse de sosyal alanlar ihtiyacı ortaya çıkar ve inşaat sektörü, gayrimenkul mantığı içinde, yani planlamayı esas alarak devreye girir.
Biz tüm sektörleri göz ardı edip, bina dikiyor, onun günlük hareketlenmesinin tadını çıkarıyor, o havayla piyasada bir hareketlenme yaratıyor, işsizliği geçici olarak azaltıyor, sonra da balon köpüğü gibi sönüp giden ama maliyetleri tüm haşmetiyle önümüze dikilen işlere imza atıyoruz.
Peki bu kadar inşaat tutkusu var da, karşılığı var mı? Siz medyanın reklam alabilmek için meseleyi köpürtmesine bakmayın. Öyle bir talebin olması mümkün değil, olsa da fiyatları arttıracak karakterde değil.
Bir tek talep var. O da binaların yenilenmesi ihtiyacıyla birlikte gelen orta gelir grubunun konut ihtiyacı. Yapılan binaları, toprağa gömülen milyon dolarları incelediğinizde, onların da ihtiyaçtan çok farklı projeler olduğunu görüyorsunuz.
Çoğu aidat parasını ödeyemeyecek insanlara, dizileri izlettirip, sahte hayatlar hayal ettirmenin ürünü. Ama orada yaşamaya kalksa; yaşayamaz. Zira o insan, o değil. Bu yanlış planlama ürünlerini de bir araya koyarsak, hatta son açıklamalara göre hiçbir zaman gerçekçi bir hacim olmasa da, fiyatları patlatan ve son veride de düşen yabancıya satışı da kenara atarsak, ortada koca bir fiyasko var.
Niye mi? İnsanların konut talebini ve gelir grubuna göre ihtiyaçlarını hesap edemeyenler, demografik sonuçları inceleyen, üstelik TÜİK’in araştırmasına da bakmıyorlar. Baksalar ne kiraların bu seviyede, ne de ev fiyatlarının bu düzeyde olmasının imkansızlığını görecekler.
Neden? İşte sonuç: TÜİK’in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne ve Gelir ve Yaşam Koşulları araştırmalarına göre ülkedeki insanların yüzde 56,7’si kendi evinde oturuyor. Yüzde 15’lik kısmı bir tanıdığının evinde ama kira vermiyor. Yüzde 1,1’i de lojmanlarda.
Peki geriye ne kaldı? Yakyaşık yüzde 30’u yoksulluk sınırında yaşadığı söylenen, aslında gelir ve Türk-İş yoksulluk sınırı üzerinden yüzde 70’lere vuracak bir kesimin olduğu, nüfusun üçte birinin ısınamadığı ülkede kiracıların oranı sadece yüzde 27,2.
Aile ortalamasının 3,1 açıklandığını da dikkate alırsanız, nüfusun sadece yüzde 9’unun kiracı olma potansiyeli bulunuyor. Hatta doğru analiz ederseniz, ev alabilme kabiliyeti de finansal okur yazarlık içinde değerlendirirseniz bundan fazla değil.
Peki o zaman soruyorum: Yapılan projeler hatalı, yani çöp. Nüfusun konut ihtiyacı olan kesimi yüzde 10 düzeyinde geziniyor, kiracılar da yüzde 9 civarında. Peki bu fiyatlar niye şişik? Gel de çık işin içinden.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR