Önümüzdeki hafta Antalya’da 24.’sü gerçekleşecek Food Product Fuarı’nın basın toplantısında ezber bozan bir fikir jimnastiği yaşandı.
Elbette fuar anlatıldı; ama sonrasında söz fuarcılık – üretim ilişkisine geldiğinde ortaya konulan gerçekler, dış satım amaçlayan bir ülkenin nerede ders çalışması gerektiğini de gösteriyordu.
Telekomünikasyon Uydu ve Yayıncılık İş İnsanları Derneği Başkanı Hayrettin Özaydın, Ekim ayında Dünya Uydu Birliği’nin toplantısını duyurduktan sonra, asıl sorunun ülkelerin fuarlarına sahip çıkmamasında olduğunu belirtti. Sadece bu yıl radyoların dijitale geçmesiyle 10 milyar dolarlık bir iş hacminin kapıda olduğunu da vurgulayan Özaydın’ın şu sözleri çok çarpıcıydı:
“Ülkede bu kadar üretim varken, içteki fuarlara yeterli ilginin gösterilmemesi en büyük problemdir. Türkiye’deki fuarlara gidiyor gibi yapıp: üretim yapmayan Avrupa’daki organizasyonlarda soluğu alıyor; Çin’de stant açıyoruz. Dünyaya adımızı duyuracaksak, vitrini de Türkiye’de kurmamız lazım.”
Gerçekten ezber bozan bir bakış açısıydı ve kral çıplak noktasıydı. Nitekim ardından ekleme, sorunun gerçek nedeni ve beklenti Anfaş Genel Müdürü Murat Özer’den geldi. Özaydın’ın bahsettiği meselenin Türkiye’nin kanayan bir yarası olduğunu vurgulayan Özer, uygulamadaki destek sisteminin yurtdışı fuarları daha cazip hale getirdiğine dikkat çekti.
Ur-Ge kapsamında katılım sağlandığında yüzde 100, fuar olarak da yüzde 85 yurtdışı desteğine karşın, içerideki katılımlarda destek sağlanmadığını ifade eden Özer, ülkenin konuyla ilgili bir stratejisi olması gerektiğini belirtti. Deutsche Messe örneğini veren Anfaş Genel Müdürü, 1 milyon metrekarelik fuar alanına sahip olan bu firmanın, Çin’deki benzer bir yapılanmayı da üstleneceğini söyledi.
Türkiye’deki fuarlara katılımın da desteklenmesi gereğine ilişkin öneriyi, Almanya modelini de anlatarak Ekonomi Bakanlığı’na ilettiklerini, önümüzdeki günlerde Başbakan’a da ulaştıracaklarını söyleyen Murat Özer çözüm önerisini de şu sözlerle paylaştı:
“5 ya da 6 stratejik sektör belirleyelim. Bunlar için uzun vadeli, sürdürülebilir bir destek stratejisi uygulayalım. Bu yolla ili ve bölgesini de destekleme sonucu ortaya çıkıyor. Halen alım adına bakir bir coğrafyanın tam ortasındayız. 4 saatlik uçuş mesafesiyle Türkiye için doğru bir zaman. Fuar firmaları üstü bir durumdan bahsediyorum.
Kürşat Tüzmen zamanında ihracatı arttırmak için uygulanan ve doğru olan bu stratejiyi tartışmaya açmalıyız. Fuarcılık eşittir; Türk işadamlarıdır. Türkiye’nin 7 bölgesinde 7 sektörü büyütelim. Ekonomi Bakanlığı koordinasyonundaki bu projeye, diğer bakanlıklar da sahip çıksın. Almanya aynı konuda ikinci bir fuara eş zamanlı izin vermiyor. Ulusal bir projeden bahsediyorum.
Kamuda ihtisas sahibi insanlar oluşturmalıyız. KOSGEB içte 3 bin 500 TL destek verirken, İMMİB 7 bin 500 dolardan, 10 fuarı, yani 75 bin dolar destek vererek sunuyor. O zaman içteki gerekli ilgiyi görmüyor. Bu oran, Türkiye’deki fuarların neden gerilediğini gösteriyor. Vitrini kendi ülkemize kuramazsak, marka yaratamayız.”
Aslında son derece doğru bir bakış açısı. Almanya’nın ikinci dünya savaşından sonra 6 eyalete bugün devleşen şirketleri kurup, tek eyaleti de bunları sergileyecek fuar alanı haline getirmesi ve elde ettiği sonuç, ortaya konulanları doğruluyor.
Elbette fuarcıların da disiplin altına alınması ve birbiriyle rekabet ederken, sektörleri baltalayacak işlere imza atması engellenmelidir. O toplantıdan daha birçok notum var. Ama özellikle gıda ile ilgili olanları, fuar dönüşü izlenimleri paylaşacağım yazımda sizlere aktaracağım.
Görünen o ki, Türkiye’nin çalışması gereken çok ders var. Daha üzücü olan ise birçoğu için kaynağa ihtiyaç olmaması ve bazılarında da kaynakların doğru yönlendirilmesi gerekiyor. Tüm bunların anahtarı ise üç kelimede gizli: Bakış açısını değiştirmek.
FACEBOOK YORUMLAR