Türkiye ekonomisi, adı konulmamış bir stagflasyona doğru koşuyor. Bunu dile getirmekten kimsenin hoşnut olmadığını biliyorum; benim de çok mutlu olduğum söylenemez. Ama gerçeklerle yüzleşmeden sorunları aşabilmenin de olanağının kalmadığını anlamalıyız.
Kur korumalı mevduat, faizler, ev ya da araba fiyatları, döviz, yabancı para bulunup bulunmayacağı başlıkları altında tartışmaların odaklandığı bu süreçte, asker olmadan savaşın kazanılamayacağı unutuluyor.
Ülke olarak para bulamıyoruz. Şu ekonomik fotoğraf içinde de bulmak çok kolay gözükmüyor. Hatta herkes 19 Eylül’de Mehmet Şimşek’in yabancılarla yapacağı toplantıya odaklanmış, yine rakamlar üzerinden yorum yapma derdine düşmüş vaziyette.
Bu ülkede satın alma gücü kalmamışsa, vatandaşın bankalara borcu 2,3 trilyon TL’ye, işletmelerinki 8 trilyon TL’yi aşan noktaya vardıysa, içte pazarın zaten durgun olduğu göz ardı edilip, daha da durgunlaştırıp, enflasyon rakamının peşine düşülmüşse, dışarıda da gerek finansal, gerekse reel ekonomiyi besleyecek damarlar tıkanmışsa klasik algılarınızla bu işin içinden çıkamazsınız.
Durgunluk had safhada, enflasyon yükselme eğiliminde, gırtlağına kadar borca batmış tüketici ve firmalar da günü kurtaracak kaynak arayışındaysa ezberi bozmanız gerekiyor. Bunu yaparken de ‘faiz düşerse enflasyon düşer’ gibi gerçek dışı fantazilerin peşine düşmek yerine planlama ihtiyacınızın olduğunu anlamanız gerekiyor.
Diyelim ki ekonomi yönetimi parayı buldu. İhtiyacımızı karşılayacak kadar para bulmamız zaten söz konusu değil, ama diyelim ki buldu. Sorun burada… Piyasalardan anlaşılan finans piyasaları olduğu sürece, bulduğunuz parayı nasıl kullanacağınıza dair bir fikriniz bulunmadığı müddetçe problemi aşmak olanaksız. Sadece beylik laflarla üretime atıfta bulunmak yetmez.
Türkiye’nin üretimi, dış ticaret dengesini sağlayacak bir biçimde yeniden yapılandırıp, önce iç tedarik zincirini güçlendirmeden, ardından yaratıcı yıkıma ya da firma birleşmelerine gidip,
FACEBOOK YORUMLAR