Ekonomi yönetimi rakamları ve istatistikleri ortaya koyup, ne anlatırsanız anlatın, bazen bir piyasa, hatta bir ürün her şeyin sağlaması gibi ekonomi gündeminin tam ortasına oturuyor. Oradan üretim ortamınızdan yaklaşımlarınıza kadar her şeyin deşifresini yapabiliyorsunuz.
Her alanda ve her noktada değişik örneklerini gördüğümüz konunun bugünkü adı marul. Yanlış okumadınız. Çocukluğumuzda salatada bile kullanılması bir kenara dursun, bostandan alıp, tuzlayarak meyve niyetine yediğimiz en ulaşılabilir üründen söz ediyoruz.
Bu kadar rahatlıkla yetişebilen bir ürün bile, eğer ithal edilmek durumunda kalıyorsa, hatta bu ithalat, Tarsus başta olmak üzere üreticinizi perişan eder noktaya geldiyse, İran ve Mısır’dan, lojistik dahil bir sürü maliyete katlanılarak getirilen ürün, burada üretilenden ucuz kalıyorsa, şapkayı önünüze koyup düşünmeniz gerekir.
Meseleyi sadece enflasyonla mücadele kapsamında, üretmeniz gerekenleri ithalat ederek fiyat yönetimi yapmak olarak algılarsanız büyük bir yanılgı içine düşmüşsünüz anlamına gelir. Hele ki bugün teknoloji başta olmak üzere, ABD’nin üretimi yerlileştirme çabalarının olduğu bir dünya ekonomisinin ortasında.
Teknoloji ve buna yönelik üretimler ne kadar stratejik olursa olsun, hiçbirinin tarım kadar önemli ve stratejik olduğunu düşünemezsiniz. Günün sonunda insanın birincil karşılaması gereken ihtiyacı gıdadır ve konuya bu çerçeveden, üretim odaklı yaklaşmanız gerekir.
Ama bu kadar hayati bir alanda bile sadece fiyat konuşuluyorsa, konu Bakan’a sorulduğunda fiyat unsuru nedeniyle yurtdışında getirmeyi tercih ettikleri gibi bir savunma karşınıza çıkıyorsa, almanız gereken çok ders vardır.
Bugün marul ile karşımıza çıkan bu vaka, aslında bir ürüne ait başlık değil. Hemen her konuda Türkiye’nin plansız ekonomik tavrı, üretimi sadece üretmek olarak gören, bu alanda bir strateji oluşturmayan yaklaşımı, bizi üretimsizliğe, ithal bağımlı bir yapıya ve bundan da önemlisi kısır döngüye koşturuyor.
Tarımdan söz açılmışken, oradan devam edelim. Bu sene para kazanmayanın gelecek sene ekmediği, sonrasında kıtlık oluştuğu için fiyatların yükseldiği, fiyatlar yükselmesinin diye üreticiyi teşvik etmek yerine, ithalata yönelimin olduğu, bu durumda da üretimsizleşmenin kemikleştiği yapıyla ve bunun sonucu ortaya çıkan döviz ihtiyacıyla baş edemezsiniz.
Durum tarımda böyle de makinede ya da yazılımda farklı mı? Rahatlıkla Türkiye’de üretimi yapılacak mal ya da hizmetleri, kolaycılığa kaçıp, yurtdışından getiriyor ve sonra da ‘teknoloji kullanıcısı’ olmakla övünüyorsanız, başka bir soruna ihtiyacınız yok demektir.
Uzun yıllardır ama özellikle geçen sene pestisit sorunu nedeniyle iade olan ürünlerimiz vardı değil mi? Bakanlık, Avrupa’da da olduğuna dair garip bir savunma mekanizmasıyla açıklama yaptı.
Oysa Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’nde biyopestisit üreterek sorunu çözen bir akademisyeniniz var. Hatta işin kitabını bile yazmış. Bunu bir gazeteci olarak ben buluyor ve yayına çıkarıyorsam, bir zahmet siz de kamu üniversitelerinde ortaya konulan çalışmalara göz atın.
Aksi takdirde marul da ithal edersiniz yazılım da. Sonra da kuru rakamlarla sadece sattığınıza bakar, onu niye ve kaça sattığınız sorgulamaz, ihracat rakamlarıyla övünerek hem kendinizi hem Millet’i aldatırsınız. Ekonomi yönetmek böyle bir tavrın ürünü değil.
Rakam tutturarak sonuç alamazsınız. Sonuçları alacak hamleler yapıp, rakamları paylaşmanız gerekiyor. Bizde sadece rakam paylaşılıyor, olmadı rakamlar kurgulanıyor, ama meselenin kendisine bakan yok.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR