Dış ticaret açığını azaltıyoruz; ihracat rekorları kırıyoruz söylemlerinin gölgesinde adım adım bir tehlikenin kapımızı çaldığının farkına varamıyoruz. Aylardır hacmin daralmasına rağmen, düşen kazançların ve üretimsizliğin başımıza açacağı sorunları görmezden geliyoruz.
İhracat yükselirken, ithalatımızın hiçbir değişikliğe imza atmadan düşüyor olması zaten bir tehlike çanı. Bunu doğru okumak yerine kuru kuruya övünmeyi tercih ederek, kendimizi önemli ölçüde kandırıyoruz.
Fakat bundan daha tehlikeli bir durum var ki, ısrarla yazıp çizmemize, anlatmamıza rağmen yetkililerin görmezden gelmesini anlamakta güçlük çekiyorum.
Bakın son dış ticaret endekslerine dikkatinizi çekerim. Rekor kırarak elde ettiğimiz ihracatta, mart ayında kazancımız bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 6,3 düştü. Oysa adet bazında daha çok mal sattığımız gözüküyor. Oradaki yükseliş de yüzde 6,2...
Şimdi bu kadar uluslararası ticaret anlayışını bir kenara bırakın. Bir bakkaliye olduğunuzu düşünün. Daha çok mal satmak mı, daha çok para kazanmak mı istersiniz? Son veriler bize gösteriyor ki, biz geçen döneme göre yüzde 6 fazla mal satıp, yüzde 6 daha az para kazanıyoruz. Elbette buna para kazanmak denilirse...
İthalatta da düşüş olduğunu söyleyip kendimizi avutabiliriz. Fakat oradaki azalışın sadece yüzde 1,7 olması da ayrı bir dram. Yani daha az para ödüyor gözüküyoruz ama kurdaki artıştan bu da cebimizden giden ekstra bir para olarak TL bazında okunduğunda zarar yazıyor.
Şimdi tüm bu gerçekleri alt alta koyduğumuzda gizli iflasa doğru hızla koşan bir ekonominin içerisinde, reel sektörün kan kaybettiği bir gerçeği dahi görmezlikten geliyoruz.
Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu anlamamız için, firmalarımızın batması mı gerekiyor? Çünkü bu eğilim ve gidişat açıkçası bize patlayacak bir işsizliğin bağıra çağıra haberini veriyor.
Fakat biz sanal bir mutluluk tablosu içerisinde ne kadar çok mal satıp, ne kadar az para kazandığımızla övünecek kadar akıl tutulması içerisindeyiz. Devekuşu sendromuna kapılarak, telafisi zor bir sorunun üzerimize geldiğini bile görmüyoruz.
Şimdi bunları yazdığım için bazıları yine bana kızacak. Fakat ne yapayım? Gördüğüm gerçeği söylemek zorundayım. Yetkili yetkisizlerimiz de neyin söylendiğine kızıp kızmayacağına, şapkalarını önlerine koyup düşünmek zorundalar.
Zira günün sonunda ortaya çıkan işsizlik kadar, kaybedilmiş firmaların da gerçeği önümüze gelirse, işi toparlamak mümkün olmayacak. Bize gereken bu tatsız süreçte çok sayıda bireyi ve firmayı suyun üzerinde bırakmak. Ancak böyle tekrar çıkışa gidebiliriz.
Peki gerçeği görmeyerek ya da görmezden gelerek ne yapıyoruz biliyor musunuz? Ayağına kramp girmiş insanın kafasına basıp, suya sokuyoruz. Yazıktır; yapmayın.
FACEBOOK YORUMLAR