Bilgi ekonomisine geçişle birlikte firmaların dijitalleşmesi kaçınılmaz zorunluluklardan biri. Bunu yapay zeka, dördüncü sanayi devrimi, siber ekonomi gibi bir çok başlıkla birlikte okumamız gerekiyor.
Teknolojik gelişimin, maliyet esaslı kaygıların ve rekabet edebilmekte güçlü olabilmenin kaçınılmaz sonuçları... Nitekim TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik de, bu konuda başarısız olmamız halinde ilk 500 firmanın yarısını kaybetme riskimize dikkat çekerek konuyu özetliyor.
Yani fikren tamamen katılıyorum. Bambaşka bir kırılmanın arifesindeyiz. Fakat tüm bunları yaparken insanın devre dışı kalacağına ilişkin vurgular, yapay zeka ile mucize bir yaşamın geleceğinin anlatılması, robotların tamamen üretim süreçlerine dahil olacağının söylenmesi ve sadece bunların konuşulması da beni ürkütüyor.
Ürktüğüm nokta tek değil. Birincisi konuyla ilgili ciddiye alınır fazla bir çalışma yapmamıza rağmen, popüler gündem olarak belirlenmiş olmasının ve ekonomide bulunamayan hikaye olarak öne çıkmasının sıkıntısı var.
Böylesine bir ekonomiye salt slogan ve söylemlerle gitmemiz mümkün değil. İkinci kritik başlık, dünyada dile getirilmeyen bir daralmanın eşiğinde olduğumuzdur. Dünya ekonomisindeki bu geçiş süreci, doğru okunamaz ve zamanlama hatasıyla yatırımlar yapılırsa tehlike, bu gelişmeyi göz ardı etmek kadar büyük.
Üçüncü bir başlık da insan kaynağını tamamen göz ardı eden, tüm ekonomik süreci robotlara, yapay zekaya bırakarak bizler gibi ülkelerde eğitimsizleşen ve vasıfsızlaşmasında beis görülmeyen kalabalıklar. Nasılsa insan tatil yapacak değil mi? Elbette değil.
Sadece bugün eğitim sürecini dönüştürüp, nitelikli insan kaynağını geliştirenlerin ürettiği, diğerlerinde borç bulursa tüketim yaptığı bir sürece doğru gidiyoruz. CFO’lar toplanıyor bundan bahsediyor. TÜSİAD rapor açıklıyor bu konudaki önerilerini sıralıyor.
İşte tam bu aşamada dördüncü başlık beni tedirgin ediyor. Bir şeyin alt yapısı hazırlanmadan söylemi ile yetiniliyorsa, bilime, akla, sorgulayıcı zekaya inanılmayan iklimlendirmede tek bir sonucu olur.
Reklama dönmüş bu söylemin gölgesinde, işletmelere, fabrikalara üretilmiş teknolojiler satılır. Fakat gerekli zemin hazırlanmadığı için, çoğu zaman ya aşırı borç yüküne neden olur ya da fabrikaların kapanması gerçeğiyle sonuçlanır.
Yazılımcısına sahip çıkmayan, tüm dünyaya mal satan makinecisini yerli diye ikinci sınıfa iten, başkasının parasıyla ya da kibarca krediyle yaşamaya, tüketmeye, hatta yatırım yapmaya alıştırılan insanların sahip olduğu firmaların son teknolojiyle donatılması, donatılsa da rekabetçi olması mümkün değil.
Araştırmalar sanayi devriminde 2,5 noktasında olduğumuzu gösterirken, sağlıklı bir envantere, buna iliştirilmiş yol haritasına bile sahip olunmayan, yeni ekonominin teknolojisini üretmeyen ortamda bu sistemin net teknoloji tüketicisi oluruz. O zaman da sorunlarımızdan kurtulalım derken, daha büyük bir finansal problemin içine düşeriz.
Bu nedenle ya dünyanın gittiği yolu, dünya ekonomisindeki gelişmeleri okuyarak ve kendi gerçeğimizin farkında olarak konuşalım ya da bu işi gündem örtmeye yarayan bir meze yapmaktan vazgeçelim.
Dönüşüme yürekten inanan biri olarak dahi endişeleniyorum. Çünkü bu salt söylemle yürünen yol, bana bir atasözünü hatırlatıyor: Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak.
Aklın, bilimin ve fennin hakim olduğu ama bir o kadar da ülke gerçeklerinin okunabildiği yıllar temennisiyle Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
FACEBOOK YORUMLAR