Türkiye’de vatandaştan reel sektöre kadar hemen her kesimin pandemi sürecine sıkıntılı girdiğini biliyoruz. Ülkemizde ilk vakanın görüldüğü 11 Mart 2020 yılından beri bir konuya dikkat çekiyorum.
Bu süreçte insanların, firmaların ayakta kalması için, ezberleri bozan desteklere ihtiyaç var. Nitekim aklın yolu bir. Dünyanın birçok ekonomisinde karşılıksız paralar dağıtıldı; yükümlülükler silindi; kapanmalarda kira yardımından geçim desteğine kadar bir dizi eylem hayata geçirildi.
Bu süreçte ilk günden beri dile getirdiğimiz yanlış ise Türkiye’deydi. Sağlık gerekçesiyle kapanmalar uygulandı ama insanlar kaderine terk edildi. Sembolik olmaktan öte bir anlam taşımayan bazı ödemeler ise yaraya merhem olmadı.
Sunulanların bir çoğu da fonlardan karşılandı. Kısa çalışma ödeneği bunlardan biri. İşsizlik fonundan karşılanan bu yardımların, daha sonra hangi etkiyi yapacağını göreceğiz. Neticede bir kaynak harcanıyor.
Destek vermek konusunda niyetli olunmayınca kredi teklifleri devreye girdi ve zaten borçlu olan Türkiye’deki tüketiciden reel sektöre kadar her kesim daha büyük açmazların içine sokuldu.
Herhangi bir yükümlülük ortadan kalkmadığı gibi, aksine ötelemeler faiz yüküyle birlikte daha da içinden çıkılmaz hale geldi. Bu ve buna benzer yanlışları dile getiriyorduk ama ekonomi yönetimi tam aksini iddia ederek, destek verildiği iddiasını sürdürdü.
Bu didişmenin gölgesinde OECD, 31 Mayıs 2021 tarihinde açıklanan bir rapor hazırladı. Raporda net bir biçimde ‘Türkiye'nin pandemide zora düşen halkına karşılıksız yardım yapmaktan ziyade krediyle borçlandırma yoluna gittiğinin’ altı çizildi.
Yani siz ne anlatırsanız anlatın; ortadaki yanlış yurtiçinde vatandaş tarafından da, yurtdışında kurumlar tarafından da görülüyor. Peki raporda ne deniliyor? Hadi kritik tespitlerle dolu metinden bir kaç cümleyi sizinle paylaşayım:
“Pandemiden kaynaklanan gelir kayıpları halen devam ettiği için, borçlanmayı artıran krediler firmalar ve savunmasız haneler için sürdürülebilir bir durum değildir. Salgının halen devam ediyor olması, istihdam oranlarının ve hane halkı gelirlerinin düşük kalması, hem firmaların hem de hane halklarının artan borç yükleri ile bu borçların daha yüksek maliyetlerle çevrilme durumu, devletin bu kesimlere kredi yerine doğrudan mali destek vermesini gerektirmektedir. Kamu borcunun nispeten düşük olması, bu kesime kaynak aktarmak için gerekli mali kaynağın bulunduğunu göstermektedir.”
Kamunun kaynağının olup olmadığını rezerv erimesiyle birlikte okumak gerekse de, aslında işin başında yapılan uyarılarla bire bir örtüşen tespitlerin, aradan 1,5 yıl geçtikten sonra adeta hasar raporu olarak önümüze konulması çok dramatik.
Çünkü Türkiye’de yönetim, yaptığının bir hata olduğunu düşünmüyor. Düşünmediği gibi, kendi içinde zaten tartışmalı olan bir kanal, henüz ortada yokken, olmayan şehrin üzerine kurulacak köprünün temelini atmaya hazırlanıyor. Daha garip olan ise bu Kanal İstanbul’un temeli diye anlatılıyor. Oysa sadece kurulması planlanan köprülerden birinin, bir ayağına temel atıp, fiili durup yaratılacak.
Ama iş burada bitmiyor; aynı zamanda taahhütte bulunanlara ödemeler yapılmaya devam edilecek. Oysa ekonomi kıt kaynakların etkin kullanılması değil miydi? Peki bu kuralı uygulamazsanız ne oluyor?
OECD Raporu’nda da dile getirildiği gibi halk ve firmalar ödenemez bir borçlanmayla karşı karşıya kalıyor. Bunun ürünler üzerindeki maliyet etkisi arttığı için kısır döngü başlıyor. İcra dosyası 22 milyonu aşıyor. Geçtim bakkalı semt pazarında bile veresiye talebi ortaya çıkıyor. Ödemeler zinciri kırılıyor.
Arka arkaya yapılandırma devreye sokulsa da tahsilat yapılamıyor. Vatandaş satın almasını en az yarı yarıya azaltıp, gramajlar üzerinden yoksulluğunu yoksunluğa çeviriyor. TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar’ın ifade ettiği gibi verimli topraklar üretim dışı kalıyor. İşsizlik artıyor.
Günün sonunda da rezervleriniz erirken, yeni para ihtiyacını da maliyetli swap anlaşmalarıyla karşılamaya çalışıp, sadece doları frenlemenin peşine düşüyorsunuz. İnsan en çok neye üzülüyor biliyor musunuz?
Tam 1,5 yıl önce ‘hangi hatayı yaparsak hangi sonucu alırız’ denklemi bu kadar netken, ekonomi yönetiminin inatla yanlışta ısrar edip, telafisi zor bir faturayı, fatura ödemeye gücü kalmayanların önüne koyması.
[email protected]
Not: Şehir dışı programım nedeniyle bir kaç gün izin rica ediyorum. 21 Haziran Pazartesi günü yeni yazıda buluşmak üzere; saygıla
FACEBOOK YORUMLAR