Türkiye ekonomisi yılın ilk çeyreğinde yüzde 4,5’lik bir büyüme yakaladı. Aslında reel sektördeki kısmî hareketlenme bunun sinyallerini veriyordu. Hepsi bir yana, 2020 yılının bundan sonraki dönemlerinin son derece zor ve düşük geleceğini dikkate alırsak, bunun çok kıymetli olduğunu söylemek gerekiyor.
Fakat bu kıymet sadece nicelik bakımından değer taşıyor. Yani istatistiksel olarak, daralmayı bir nebze de olsa yukarıya çekecek olması tek başına yeterli mi, bunu tartışmamız lazım. Zira her şeyiyle niteliksel bile olsa, pandemi süreciyle birlikte ortaya çıkan tablonun, baştaki artıları tamamen sıfırladığını bilmemiz gerekir.
Şimdi bu yorum, yüzde 4,5’lik büyümenin kalkınma olduğunu kabul ettiğimiz şartlar için geçerli. Oysa biraz daha detaylara indiğimizde, halen sorunlu yapı ve kalkınmadan çok şişme özelliği taşıdığı gözler önüne seriliyor.
Bunun sağlamasını da eş zamanlı olarak açıklanan dış ticaret rakamlarından yapmakta fayda var. TÜİK’in ilk çeyrek verisi önümüze yüzde 4,5 oranını büyüme olarak koyarken, dış ticaret rakamları halen ithalat bağımlısı bir ülke olduğumuzun deşifresini yapıyor.
Salt nisan ayı dış ticaret rakamlarını bir kenara koyalım. Çünkü orada olağanüstü koşullar geçerli ve analizini ikinci çeyrek rakamlarına net bir biçimde ulaştıktan sonra yapmak daha sağlıklı olacaktır.
Ama ilk çeyrek büyümemizi de içine alan Ocak – Nisan 2020 dönemi gerçekleşmelerine baktığımızda sıkıntılı bir tablo ortaya çıkıyor. Bu dönemde ihracat yüzde 13,7 azalırken, ithalatın yüzde 1’lik bir artış kaydetmesi problemli yapının, pandemiden ayrı olarak halen sürdüğünü gösteriyor.
Meseleye ithalat, ihracat ve dış ticaret dengesi üçgeninde baktığımızda, yılın ilk dört ayında dış ticaret açığının yüzde 102,3 oranında artması, ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 10 daha gerileyerek yüzde 74,7’ye düşmesi, yeterince ders çalışmadığımızı, niyetlerin fiiliyata dönüşmediğini anlatıyor.
Dönemin dışına çıkıp, sadece nisan ayı verilerine baktığımızda ise bir alarm daha çalıyor. İhracatta sanayinin payı yüzde 92,7. Ama kilogram başına yetersizliğimizin sürmesi, katma değerli üretim ile ilgili problemin varlığını bize bir kez daha hatırlatıyor.
Daha da kritik olan ise, ithalatın içinde yüzde 73,8 ile ara malları toplamının yer bulması, üretimde halen dışa bağımlı olduğumuzun sinyallerini bir kez daha önümüze getiriyor. Tüm bunları alt alta koyduğumuzda ise, dış ticaret açığı artarken de, azalırken de ders çalışmadığımızın kanıtı elimize geliyor.
Şimdi bu büyüme oranları üzerinden kuru övünmeler başlayacak. Ama bu hamasetin bize bugüne kadar hiçbir sorunu çözmekte yardımcı olmadığı gibi, problemleri derinleştirdiğini de fark etmemiz lazım.
Türkiye’nin sektörel envanterler ve buna bağlı yol haritası oluşturma, planlı bir ekonomiye geçme ihtiyacı artık daha acil bir hal aldı. Zira dünya ekonomisi zorlu, korumalı ve daha keskin bir rekabet sürecine girerken, bu yapıyla kayda değer başarı sağlamak mümkün değil.
Sonuç mu? Tek bir örnekle açıklayayım. OECD ülkeleri arasında, ilk çeyrek büyümesinde Türkiye elde ettiği oranla birinci sırada. ABD ise yüzde 0,3 yüzdesiyle onbirinci.
Ama dünyanın en çok büyüyen ülkesinin başındaki isim hava fişekli okçuluk gösterisi, onbirinci sırasındaki ülkenin başındaki isim de SpaceX kapsamında, roketleri nedeniyle Rusya’ya bağımlılıktan kurtulma anlamına da gelen insanlı uzay yolculuğunu izliyordu. Başka sorusu olan?
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR