MENA Bölgesi… Türkiye’nin konumu itibariyle en avantajlı olduğu alanlardan biri… Asya’dan Afrika’ya kadar uzanan ekonomik alan. Her ne kadar ticaretimizin ağırlıklı bir bölümünü Avrupa ile yapıyor olsak da, bu coğrafyadaki varlığımız son derece kritik bir önemi haiz.
Haizdi demek daha doğru sanırım. Çünkü Türkiye’ye yatırım ya da ortaklık için gelen ya da direkt büro açan dünya çapındaki birçok firmanın, salt Türkiye pazarı için değil, bu bölgedeki ticari operasyonlarını da yürütebilmek adına geçmişte ülkemize geldiğini biliyoruz.
Zira Türkiye, hukuk kurallarından ekonomi uygulamalarına kadar hem istikrar gösteren, hem de hak aranabilen bölgedeki tek ülkeydi. Bir dönem, alternatif pazar politikası çerçevesinde bu alanda çok doğru işler yapıldı.
Hatta AB’nin dış ticaretimiz içinde payı, o dönemde yüzde 35’ler seviyesine kadar geriledi. Lakin ardından Suriye ile başlayan bir kırılma, ondan öncesinde ağabeylik yani yeni Osmanlıcılık oynama arzusu, arka arkaya bölge ülkelerinde yaşananlar ve değişen dinamikler Türkiye’yi oyun dışında bıraktı.
Şimdi geldiğimiz noktada Körfez ülkelerindeki yalnızlığımız, salt Katar ile kalan ilişkilerimizden belli. Onun da ne zamana kadar süreceği büyük bir bilmece… Ne yazık ki tarihi bir hatayla Atatürk Türkiyesi’nden sıyrılmaya çalışan bir anlayış neticesinde, dış politikada yapılan arka arkaya hatalar ve zamanında manevra yapılamayan eski yanlışlar, bizi bu noktaya kadar getirdi.
Şunu çok net söylemek gerekiyor ki, bir dönem İsrail’in bölgede düştüğü pozisyona düşmek üzereyiz. Yaptırımlar ile karşı karşıya kalan İran’dan bizi salt partneri olarak nitelendiren Rusya’ya kadar yanımızda gözükmekten imtina eden, hatta Körfez’de daha da ileri gidip Suudi Arabistan gibi bize boykot uygulayan ülkeler gerçeğine kadar geldik.
Şüphesiz bu ihracatçıyı da olumsuz etkiliyor. Bu konuyla ilgili bir açıklama yapan TİM Başkanı İsmail Gülle “Suudi Arabistan’da ticaret siyasete alet ediliyor” dedi. Yine biraz eskilere gidelim.
Hollanda, Almanya gibi ülkelerle yaşadığımız krizleri hatırlayın. ‘Ey’ diye başlayan cümleler kurup, ardından da ‘iş başka, siyaset başka’ temennisiyle ortaya çıkıldığını hatırlamıyor muyuz?
Peki gerçek böyle mi? Yanılgı tam da burada başlıyor. Dünyanın siyasetini ekonomi belirler. Ekonomide ağırlığınız siyaseten sözünüzün geçmesiyle de doğru orantılıdır. Şu an ülkemizin dünya ekonomisindeki payı yüzde 1’i dahi bulmuyor.
Geriye ne kalıyor? Sizin tutarlı, barışçıl, kendi çıkarlarını savunurken çifte standart söylemlerden uzak duran, sözüne güvenilir ve gerçekten istikrarlı bir ülke görünümü vermeniz. Türkiye geçmiş yıllarda, dünya ekonomisinden yine yeterli payı alamamış durumdaydı, ama sözüne itibar edilirdi ve ‘ne diyecek” diye bakılırdı.
Gerek iktidarın, gerekse de TİM Başkanı Gülle ve bu çerçevede düşünenlerin atladıkları bir gerçek var. Dünyada ülkeler arasında dostluk, kardeşlik gibi kavramlar yoktur. Çıkarlar vardır ve siz ortak çıkarlar yarattığınız sürece pozisyon alırsınız.
Bunu yaparken de onurlu durmanız, ülkenizin menfaatlerini koruyor olmanız zaten tartışmasız ilkedir. Fakat dünyada dış siyaset, ekonomik çıkarlar için yapılır. Dış siyasette hatalar yapıp, ekonomik olarak durumun farklı görülmesini istemek hayalciliktir.
O yüzden bugünkü iktisadi yalnızlığımızı, ekonomik hatalarımız, başkalarının ekonomik beklentilerine uymaya çalışan tavrımız kadar, hatalı dış politikalarımızın da sonucu olarak görmek durumundayız. Demek ki neymiş? Dışişleri kadrosuna ‘monşer’ deyip, diplomasiyi yok sayarak sonuç alınamıyormuş.
Velhasıl kelam ABD ilaç şirketlerine borcunu ödeme, isteyince ‘etik’ten bahset. Coğrafyada ortak gelecek değil, maraba yaratma peşine düş, sonra da boykot yiyince ‘çok ayıp ediyorsunuz’ diye sitem et. Bence dersi baştan çalışıp, Atatürk’ün niye paktlar kurulmasına öncülük ettiğini anlayarak işe başlamak gerekiyor. Yoksa daha çok üzülürüz.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR