İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan, yaptığı değerlendirmede, yaşanan enflasyonun
daha önce yüksek enflasyon yaşadığımız dönemlerden daha farklı ve tahribatı yüksek
olduğunu söyledi.
Aslında, son dönemlerde duyduğum en kritik değerlendirmelerden biri olduğunu ifade etmem
gerekir. Fakat tespitin açılım yapılması zorunlu bazı gerekçeleri var. Neden bu enflasyon
farklı? Buna bakarsak sorunlarımızın da çözüm yollarımızın da daha çok netleştiğini
göreceğiz.
Öncelikle geçmiş enflasyonist dönemlerle bunun arasındaki en temel fark, 2008 ile başlayan
ve bize teğet geçtiği söylenen ama 2009 ve sonrası tüm haşmetiyle canımızı yakan krizin
özelliğine bakarak işe başlamamız lazım.
Bu kriz de diğerlerinden farklıydı. Çünkü daha önceki yıllarda krizler olur, biter ve ertesi gün
herkes bundan çıkışın yolculuğuna başlardı. Fakat uzun zamandır ilk kez dünya farklı bir
krizle karşılaştı.
Bir kanser hastalığı gibi, sinsi, olup bitmeyen ve süregelen özellikleriyle, ekonomileri
yıpratmaya, firmaları eritmeye neden oldu. Bu süreçte meseleyi iyi okuyan ülkeler, reel sektör
yapılarını da, sektörel değişimlerini de başlattılar.
İkincisi, 2008’e gelene kadar yaşananlarda Çin faktörü devreye girdi. Daha önce parasal
genişleme sürecinde tüketimi kredi ile sağlayan, enflasyonla ilgili süreci de ucuz maliyetli ve
fiyatlı ürünleri Çin’de imal ettirerek yöneten dünya bundan geri dönmenin sürecini başlattı.
Sonrasında hayatımıza giren Endüstri 4.0 başta olmak üzere tüm dönüşümü buradan okumak
gerekir. Daha önceki parasal genişlemeyi, dönüşmek değil, tüketmek için kullanan ve
ekonomik tercihlerini bu yönde yapan ülkemizin de başı belaya girdi.
Üçüncü olarak enflasyonist süreçleri yaşayan, hatta tecrübeli olduğu belirtilen Türkiye, dünya
ile eş zamanlı olarak ekonomik sıkıntıya yakalandı. Daha önceki yıllarda iç sıkıntısını dış
pazarla aşmaya çalışan, dış finansmana ulaşan Türkiye, bu kez ekonomisini finanse edemedi;
kurdan ve girdi maliyetlerinden tetiklenen ikinci bir darbe aldı.
Dördüncü olarak reel sektör ve vatandaş bu enflasyona aşırı borçlu yakalandı. Yani finansını
döndürebilme kabiliyeti de olmadı. Kredi talebiyle ortaya çıktıklarında ise, bunun acı
bilançosu, maliyetler üzerinden fiyatlara yansıyarak yıprattı. Ayrıca pandemi döneminin
iktisadi etkileri kadar, yalnız kaldığı için daha çok borçlanan yapısı hareket kabiliyetini de
sınırladı.
Beşincisi ve en önemlisi, daha önceki yıllarda enflasyon başta olmak üzere rakamlarımız
gerçekti. Bu da az ya da çok doğru kurgulandığında ülkeye ve reel sektöre, hatta bireylere bile
bu işten çıkış olanağı tanıyordu.
Çarpıtılan rakamlar nedeniyle düzgün maliyet yapamayan, açıklananın ötesinde fiyat artışları
yaşadığı için resmi enflasyonu baz alarak hareket eden reel sektör, bu yanlış veriyle yanlış
maliyet yapıp, müşterisi olan eksik maaş alan insanlar gerçeğiyle örtüşünce, iş döndürülemez
aşamaya geldi.
- Dördüncüsü ve en önemlisi, eş zamanlı olarak bir ekonomik dönüşümün, yani sanayi
devriminin yaşandığıdır. Sanayi devrimleri her zaman sancılı olmuştur ve bu kez değişim çok
hızlı olduğu için, zaten yönetimden üretime her alanda sıkıntıları olan Türkiye, açıkta kalmış,
maliyetlerini yönetemez hale gelmiştir.
Gerekçeler arttırılabilir. Ama şu saydıklarımdan bile yola çıksanız, Şimşek göreve geldiğinde
dile getirdiğimiz anahtar cümleye dönüyoruz. Verilerimizle yüzleşmeden rasyonelleşemeyiz.
Yanlış verilerle yola çıktığınızda da, dünyanın en iyi niyetli işlerine bile imza atsanız, ki
içinde insan olmayan bir yönetim tarzında niyet de sorgulanır, büyük sapmalara ve faturalara
maruz kalırsınız.
Özetle ortada sürpriz yok. Ama çıkış yolu aynı. En başa dönüp verilerle ve sorunlarla
yüzleşip, bir mücadele yolculuğu, planlama yapmazsak, bu gidişat sadece erimeye, fakirliğe
ve kayıt dışılığa yol açacak. Yani yine sonuç, sürpriz olmayacak.
[email protected]
Not: Milletçe gurur günümüz olan 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlar; Mehmet Akif
Ersoy’un sözünü hatırlatırım: “Allah bir daha bu Millet’e İstiklal Marşı yazdırmasın.”
FACEBOOK YORUMLAR