Bütçe, yılın 9 ayını rekor açıkla kapattı. 140 milyar TL’yi aşkın bütçe açığı üzerinde uzun uzun düşünülmesi ve sonuçları itibariyle konuşulması gereken özellikler taşıyor. Ama öncelikle mali yapının darmadağın görüntüsünün tamamen pandemiye bağlanmasının çok büyük bir hata olacağının altını çizmek isterim.
Elbette etkisi vardır; ama pandemi sürecindeki yaklaşım esas alındığında, bu açıktaki etkinin öyle net bir pozisyonu olmadığını bilmek gerekiyor. Zira o süreçte ağırlıklı olarak ötelenen vergiler ve primler oldu. Bunların hiçbiri silinmedi. Bu nedenle hepsinin halen bütçenin gelir kaleminde gözüktüğünü bilmek gerekir.
Yani tahakkuk eden ama tahsilatı yapılamayan unsurları dikkate alırsak, gerçek bütçe açığının açıklanandan çok daha yüksek olduğunu tahmin etmek güç değil. Verilen krediler ise sadece faiz yükü oranında zararları kamunun sırtına yüklüyor. Onun dışında vergi gelirlerinin yüzde 80’inin dolaylı vergilerden olduğunu düşünürsek, sadece kısıtlanan tüketimden kaynaklanan bir gelir kaybından söz edebiliriz.
Öyleyse bir kaç soruyu gündeme taşımamız lazım. Birincisi gelirler içerisinde sorunlu tahakkuk / tahsilat oranı nedir? İkincisi giderlerde gözlenen büyük artışın gerçek sebebi nedir? Halka para dağıtılmadığını ya da bütçeyi sarsacak oranda hibe verilmediği biliyoruz.
Üçüncüsü emekli maaşlarıyla ilgili sıkıntı oluşacak mı? Zira geçtiğimiz günlerde Bakan Selçuk, emekli maaşlarını ödeyebilmek ile övündü. Bu kritik, ama kendi içerisinde ilginç bir durum. Çünkü en büyük zararın SGK’da ortaya çıktığı görülüyor. Bu zarar tahsil edilemeyen primlerden mi kaynaklanıyor; batık şirketlerden olan alacaklardan mı? 300 bini aşkın gayrimenkulü haczetmiş olması ikinci ihtimali güçlendiriyor.
Dördüncüsü 140 milyar TL’yi aşkın açığın, 108 milyar TL’ye yakın bölümü faize gitmiş. O zaman soru şu: Türkiye gerçekten içte ve dışta hangi maliyetlerle borçlanabiliyor ya da borç bulabilmek için orantısız taviz mi veriyor?
Bunlar kritik sorular ama bir de çıktıları var. Olan zaten olmuş. Ama bütçe açığının bundan sonraya ilişkin anlattıkları; daha anlamlı bir konu olarak önümüze geliyor. Böylesine büyük bir açığın öncelikle para bulma ihtiyacını şiddetlendirdiğini tahmin etmek zor değil.
Yurtdışından para gelmediğini biliyoruz. Gelenlerin de hem CDS’ler hem de dolar bazlı yüksek faiz oranlarıyla, kullanılabilir olmaktan çıkmış özellikleri dikkat çekiyor. Hatırlayacaksınız dolar bazında yüzde 7,5 faizle borçlandık.
Defalarca iflas etmiş Arjantin’in ardından 120 ülke içinde ikinci sorunlu borç yapısı olan ülke özelliğimiz daha yeni yayınlandı. Öyleyse oklar yurtiçine çevrilecek. Bu bütçe yapısı ve muhtemelen yılın kalan bölümlerinde de devam edecek olan açık yeni zamların ve dolaylı vergilerin habercisi niteliğindedir.
Alım gücünü tamamen yitirmiş bir vatandaş ile bunun çıktısı da sadece aşırı fakirleşme ve borç ödemelerinde sıkıntıdır. Bu durumda 810 milyar TL’yi aşan tüketici borcunun önümüzdeki günlerde yaratacağı soru işareti düşünülmeye değerdir.
Yine bu bütçeden çıkan bir diğer olası gelir arayışı da vergi ve primlerde yapılacak arka arkaya yapılandırmalardır. Sadece iki taksit tahsil edebilmek için yapılan bu uygulamalar, e-hacizle de birleştirilirse piyasa tamamen tıkanır. O zaman da tüm borçların kamulaşması sürece başlar.
Velhasıl kelam açık deyip geçmeyin. Açık olan tek şey bütçe değil. Ondan daha kötüsü ülkenin ekonomisinin iyi yönetilmediğidir.
FACEBOOK YORUMLAR