Dünya Bankası Türkiye Ülke Direktörü Tano Kouame, Türkiye ekonomisini değerlendirirken, 2020 yılı için en büyük açmazı bu ifadeyle ortaya koydu: Borç / yatırım paradoksu... Türkiye’nin hem borçlarının arttığı hem de büyüme için yatırıma ihtiyaç duyduğu bir süreçte, sıkıntılı bir durum yaşanacağını dile getirdi.
Yani özetle büyümek için yatırıma, yatırım yapmak için borca ihtiyacımız var. Borç bulmak sorunlu, bulunan para maliyetli, bulunamayıp içten tedarik edildiğinde de bütçe açığındaki deliğin artması sonucunu doğuruyor.
O kadar kritik bir değerlendirme ki, sıcak gündemin arasında kaybolup gitti. Oysa bu ifadeyi her yönüyle değerlendirmek lazım. Bence ülkedeki en büyük sıkıntımız, Türkiye’yi değerlendirenle de sirayet etmiş vaziyette.
Türkiye’nin yatırımlar başlığının içeriğini açmak lazım. Öncelikle gereksiz, ölü, kısa vadede dönüşü olmadığı gibi durdukça cebimizden para çıkan, çılgınlık adı altında nitelendirilen ve proje diye satılan fikirlerden uzak durmak gerektiğini anlatıyor.
Bu durum hem reel sektör, hem de kamu yatırımları için geçerli. Yani yatırım yapmanız sizi büyütmez, hatta kalkındırmaz. Yapılan yatırımın belli bir finansman mantığı olması, onun da ödenebilir maliyetlerle ortaya konulması gerekir.
Ne yazık ki kamu tarafında bu anlayışın tersine en kötü örnekleri arka arkaya yaşıyoruz. Hatta işin siyasal, dış politik açmazları bir yana, proje diye sunulan Kanal İstanbul’un da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekirken, ihaleye soyunuyor olmak ders alınmadığını gösteriyor.
Reel sektör açısından baktığınızda da ‘gaza gelme’ mesajını içeriyor. Yani işletmelerinizdeki kapasite kullanımlarını doğru kullanmadan, proseslerinizdeki verimlilik faaliyetlerini devreye sokmadan yapılacak ekstra yatırımlar, o işletmelerin de sonunu hazırlıyor ve çevrilemez borçlar yaratıyor.
Fakat hepsini bir kenara koyarsanız, daha temelde bir anlayışın sakat olarak önümüzde durduğu gerçek. Eğer siz, ister kamu, isterse de özel sektör yatırımlarında ihtiyacınız olan kaynağı finansman olarak değil, borç olarak nitelendiriyorsanız, o işin içinden çıkmanız mümkün değil.
Ne yazık ki bu algı bizde o kadar net oturmuş ki, Dünya Bankası ülke Direktörü bile aynı yaklaşımla bir değerlendirme yapıyor. Oysa borç aramak yerine, akılcı projeler ve yatırımlar peşinde koşsak, bunları hayata geçirmek için de finansman arıyor olsak durum değişebilir.
Finansman peşinde değiliz; çünkü bir paranın finansman olabilmesinin bazı kuralları var. Öncelikle proje ile fikir arasındaki farkı anlamamız, yatırımın gerçek bir hesabını yapmış olmamız, başlamak ve bitirmek kadar, kullanılan kaynağın geri ödemesini de hesaplamış olmamız gerekir.
Fakat ne yazık ki gerçek banka kredisi peşinde koşan firmalarla, sıcak para arayan bir kamu yönetiminin gölgesinde finansman değil, borç para peşinde koşuyor. Sonuç mu?
Bulursanız pahalı para, bulamazsanız küçülme, ama bu zihniyette gidilen tek bir adres: Çıkmaz sokak... Yani gün sonunda büyüseniz de kaybediyorsanız, büyümeseniz de... Çünkü konuşulanlar ve yaklaşımlar işin sonucunu belirliyor.
Türkiye’nin konuşması gereken borç değil finansman; büyüme değil kalkınma. Gerisinin varacağı nokta hep aynı. O nedenle bu çelişkiyi görüp, önce bakış açımızı ve yaklaşımlarımızı değiştirmemiz gerekiyor.
FACEBOOK YORUMLAR