Sürekli herkesin birbirine bağırdığı, herkesin karşısındakini bir şeylerle suçladığı, ama kendi hakkındaki suçlamalara cevap vermediği bir ülke olduk.
Özellikle siyasilerde durum bu. Doğal olarak vatandaş değil de, taraftar bilincine sahip seçmende de manzara değişik değil.
Oysa biz mahalle dayanışması olan, etik değerlere sahip çıkan, hakkı olmayanı almayan, ihtiyacı olana mahallede habersiz yardım toplayan, yerde ekmek buldu mu üç kere öpüp, yüksek bir yere koyan bir memleketin çocuklarıydık.
Nasıl oldu da ortada yolsuzluk iddiaları varken, ‘araştırılsın’ demek yerine ‘soyduysa soydu’ diyecek bir toplum haline geldik? 80 öncesinin bütün olumsuzluklarına rağmen, idealleri uğruna zarar görmeyi göze alan insanları iken, gemisini kurtaran kaptanlar olduk.
Aslında bazen gazete haberleridir bizi bize anlatan… Açın bugün gazeteleri ya da televizyonları, bir tarafta yolsuzluk iddiaları, öte tarafta paralel yapılanma sözleri… Daha önceki hukuksuzluklara ‘oh’ çekenlerin, bugün mağduru oynaması… Ama hep hakaret dolu… Özellikle iktidarın herkese işini öğrettiği, ama işini hakkını vererek yapmadığı, toplumu sakinleştirmek yerine, gerdiği bir ülke olduk.
‘Yavuz hırsız ev sahibini bastırır mı’ dersiniz, ‘zeytinyağı gibi üste çıkmak’ diye mi nitelendirirsiniz bilmiyorum ama sorun kendinize, siyasi parti liderlerini en son ne zaman huzurunuzda fikir tartışması yaparken gördünüz?
Siyasi rakibinin karşısına çıkamayan, topladığı taraftarlarla nutuk atan siyasilerimiz var. Oysa bu kadar kritik bir süreçte Türkiye’nin ihtiyacı olan nutuk atacak değil, nutuk yazacak liderlerdir. Kimileri nutuk atar, kimileri de Atatürk gibi yaptıklarını ‘nutuk’ olarak yazar.
Türk siyasetçisi ancak nutuk atıyor. Onu da hakaret etmek zannediyor. İşte bu düzeysizlik toplumu sürekli geriye götürüyor. Etik değerlerini hırpalıyor. Nereden nereye geldiğimizin en güzel örneği ne biliyor musunuz?
Ben bu sorunun cevabını, ofisimin duvarında çerçeveli bir gazetenin birinci sayfasındaki haberde buldum. Tarih 1 Mayıs 1948… Hürriyet Gazetesi’nin ilk nüshası… Manşeti; “Ürdün ve Irak orduları Filistin’e girdi.”
İşte o gazetenin birinci sayfasının sağ alt köşesinde iki sütuna 10 santimetre bir haber var. Başlığı şu: “Beyoğlu’nda 25 kumarbaz yakalandı.” O yıllarda yakalanan kumarbazlar, gazetelerin birinci sayfasına haber olacak kadar önemli, toplum o kadar temiz imiş.
Bugün bir tarafta çocuklar ölürken ekranlara yansıyan penguenler, bir tarafta yolsuzluk iddiaları varken, iddialara yer vermeyip iktidarın yanıtlarını aktaran televizyonlarımız, gazetelerimiz var.
Kumarhanelerin kapatılıp bitirimhane haline dönüştüğü bu ülkede, sanırım kumarın büyüğü oynanmış. Daha da kötüsü muhtemelen o gün birinci sayfadaki kumarbaz haberini hayretle okuyan halk, bugün bir bölümüyle “soyuyorsa soysun” noktasına gelmiş. Ümitsiz değilim ama, endişeliyim. Tıpkı Tarih-i Kadim şiirinde Tevfik Fikret’in sözleri gibi:
“…Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek zaman,
kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini,
savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne?
Belki duyulmadık bir öykü,
belki korkunç bir masal.
Çok sürmez köhne kitap,
fikri gömen sayfaların
bugün olmazsa yarın yırtılacak.
Ama kim yapacak dersin bu işi?...”
Ne dersiniz? Akıllanmak için bedelin büyüğünü beklemek mi gerek? Nerede Beyoğlu’nda 25 kumarbaza hayret eden millet?
FACEBOOK YORUMLAR