Ülke gündemi 17 Aralık’tan beri, yıllardır herkesin dilinde olan yolsuzluk iddialarının ortalığa serpilmesiyle birlikte bu noktaya odaklandı.
Son olarak yeni bir ses kaydının ortaya çıkması tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı.
Bu meseleye bir kaç farklı noktadan bakmak gerekiyor. Öncelikle tartışmasız olan içerikle ilgili… Bunlar, tıpkı 17 Aralık’taki gibi masaya yatırılmalı… Yani içeriğin doğru olup olmadığı konusu netlik kazanmalı.
Montaj deyip, bu işin içinden çıkamazsınız. İddiaya göre ortada milyar dolarlar uçuşuyor. Hem de asgari ücrete 5-10 TL fazla zammın, devlet bütçesini sarsacağı ifade edilen bir ülkede… Ortaya çıkış şekli, iddianın niteliğini yok etmez.
İkinci konu ise siyasetin kasetler ve telefon kayıtlarıyla dizayn edildiği iddiası… Bu bence de kabul edilebilir bir durum değil. Fakat bu noktaya gelinmesinin nedeni, gerek Deniz Baykal, gerekse MHP’li milletvekilleri konusunda Başbakan’ın ortaya koyduğu yanlış tavırdır.
Teğmen Çelebi’nin cebine yüklenen telefonları sehven deyip geçiştirenlerin, sahte dijital delillerle, terör örgütü mensubu gizli tanıklarla insanları yıllardır içeride tutanların, isimsiz elektronik postalar ile devletin kozmik odalarına dalanların bundan yakınmaya hakkı var mı?
Bugün siyaset bunlar ile etkileniyorsa; bunun sorumlusu o gün meydanlarda, Meclis kürsüsünde buna prim veren, bunun üzerinden siyaset yapan Başbakan’ın ta kendisidir.
Bir başka boyut da Başbakan’ın grup toplantısında dile getirdiği şu ifade: “İktidarsın; bir şey yap diyorlar. Bunların hepsi devletin içinde memur olmuş.” O zaman tekrar düne dönmek lazım.
Bu ülkede polis koleji sınavlarında; KPSS’de, üniversite sınavlarında kopya ya da şifre skandalı yaşandı mı? Cumhurbaşkanı da dahil, Başbakan ve tüm AKP kadrosu, hep birlikte ikna olmadılar mı?
Herhalde bahsettikleri kişiler, gelip koltuğu gasp etmediler. Şifreyi, kopyayı kabul etmeyen, hatta ÖSYM Başkanı’nı istifa bile ettirmeyen bu iktidarın döneminde memur oldular.
Başbakan yine grup toplantısında herkesin dinlendiğinden bahsetti. Hatta kriptolu telefonların bile dinlendiğinden söz etti. Yine en az 17 Aralık kadar büyük bir skandal olan, 7 bin kişinin 3 yıl dinlendiği iddiası gündeme geldi.
Dedi ki Başbakan “Sen bu kapalı kapılar ardındakileri nasıl alıyorsun?” Bunun yanıtını vermek için 2005 yılının Kasım ayına gitmek gerekiyor. Türkiye’ye telefon hizmetlerini sunmak amacıyla, devlet tarafından kurulmuş ve tüm altyapıya sahip telekomünikasyon şirketi vardı; hatırladınız mı? Türk Telekom…
İşte o tarihte özelleştirilirken, konunun uzmanları ısrarla bir şeyin altını çizdiler: Bu kuruluşun özelleştirilmesi ulusal güvenlik açısından risktir. Bırakın özelleştirmeyi, bir de götürüp yüzde 55 hissesini Suudi Arabistan menşeili bir şirkete sattılar. Şimdi aradan geçen 9 yılda yaşananları düşünün.
Oysa o gün babalar gibi satıyorlardı. Başbakan gruptaki konuşmanın yanıtını kendisi versin. 2005 yılının Kasım ayındaki özelleştirmeye giderek… Sözün özü şu: Başbakan bugün tüm bunlardan şikâyet ediyor. Tekrar altını çiziyorum. İçerik başlı başına araştırılması ve gerçeklerin ortaya konulmasına muhtaçtır.
Ama bu tarzla siyasetin etkileniyor olması konusunda da çekincelerine katılıyorum. Fakat Başbakan’ın bu konuda konuşmaya hakkı yok. Adama ’17 Aralık’tan önce neredeydin’ derler.
FACEBOOK YORUMLAR