Çok garip bir durum ile karşı karşıyayız. Ekonomide sorunların olduğu açık. Fakat ne hikmetse bırakın bunları aşmak için çözüm sürecine girmeyi, daha sorunların varlığını kabul etmeyen, hatta reddeden, sorunu söyleyeni de karamsar olarak nitelendiren bir yaklaşım ile karşı karşıyayız.
Aynı mantıkla futbolcusunun performansını eleştiren teknik direktörü, hastalığınıza teşhis koyan doktoru, kilo problemi nedeniyle sağlık sorunları yaşayacağınızı söyleyen bir diyetisyeni, yanlışları söyleyen bir ebeveyni, hatta sürücüye kurallara uymadığı için kaza riski olduğunu anlatan bir trafik polisini bile karamsar ilan edebilirsiniz.
Hatta öylesine araştırmaya değer bir ruh hali söz konusu ki, problemi dile getirmek, eleştirmek, devlete karşı olmakla eşdeğer tutulur oldu. Elbette devlet ile hükümet arasındaki farkı çözemeyen bir zihniyetin bunu dile getirmesi çok önemli değil, ama sorunları çözümsüzleştiriyor.
Çünkü terör örgütüyle masaya oturulduğunda da, eski ortak yeni terör örgütüyle kol kola Silivri yaratıldığında da, dünyadan gelen sıcak parayla insanlara sahte cennet hayatı yaşatıp, ülkeyi üretimsizleştirdiklerinde de, İstanbul başta olmak üzere şehirleri beton yığınına dönüştürdükleri konusunda uyarıldıklarında da ve nicelerinde her söylenene aynı yanıtı verdiler. Bu yüzden dikkate almaya değmez. Ama birileri egosunu tatmin edip, sonra yanıldığını açıklayacak diye zaman kaybediyoruz.
Mesela Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, bir konuşma yaptı; insanın ‘ben de o ülkede olmak istiyorum’ diyesi geliyor. Bakan halen, dünyayla bizi mukayese edip, zor zamanlarında insanlara karşılıksız para dağıtan ülkelerin yaşadığı enflasyon problemiyle, insanını borca batıran yaklaşımı mukayese etme ısrarını sürdürüyor.
Mesela büyümeden bahsediyor. Yüzde 5’in altında bir büyümenin Türkiye için fakirlik ve işsizlik anlamına geldiğini bilmiyor olabilir. Ama dış ticaret açığı verip, yurtdışından alınan sendikasyon borçlarını kredi olarak dağıtıp borçla yapılan harcamanın neticesinde çıkan rakamların büyüme değil şişme olduğunu anlayamıyor.
Rakamları, istatistikleri duruma göre ayarlayıp, sonra kendi kurguladığı rakamlara inanıp, insanların da, yaşadığı gerçekleri göz ardı ederek inanmasını beklemek bence ekonomik değil, psikolojik bir sorun. Ama bu psikolojik vaka bizi beraberinde sosyolojik travmalara taşıyor.
7 TL’den çıkan akaryakıt fiyatlarının 30 TL’den dönüp 22 TL’de bugün için demirlemesini övünecek bir şey gibi görebiliyor mesela. Aynı durum kur için de geçerli. 5,5 TL’lerden çıkmış kurun 18 TL olmamasının başarı olduğunu zannedebiliyor.
Yurtdışında ortalama çalışanların yüzde 4’ü asgari ücret alırken, bizde her iki kişiden biri bu baremde çalışırken açlık sınırının altında, yoksulluk sınırının 17 bin TL gerisinde bir rakama mutlu olunmasını isteyebiliyor.
Faizi düşük tutup, kimsenin bu faize uymamasını, ülkede bankalar ile reel sektörün birbirine girmesini, işsiz sayılmayanlarla işsizlik rakamını düşürüp, işsiz kalanların yok sayılmasını, sağdan soldan imtiyaz dağıtıp borç para alınmasını, mahkemelerde icra dosyası sayısının 24 milyon adedi aşmasını garipsemiyor ya da görmezden geliyor ve daha garip olan, bir de takdir edilmek istiyor.
Bence biri Bakan’ı uyandırsın. Çünkü bu kadar bariz bir yaşanmışlık varken, 6 ay uyunmasını tavsiye etttiği uykudan kendisi uyanamamış gözüküyor. Belki de insanların uyuduğunu varsıyor. Ama bakkala gidip ekmek aldığınızda görülen fiyat, insanların çoktan uykusunu kaçırdı. Bakan, görmüyor.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR