Türkiye’nin son 40 yılının belki de en büyük soru işareti özelleştirmede saklı. Fakat Cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirilmelerinin bu iktidar döneminde yapıldığını dikkate alırsak, sorgulamanın muhatabı da ağırlıklı olarak bu hükümetler dizisi olur.
Bize özelleştirme ne diye anlatıldı? Bunlar kamu kurumları olduğu için zarar ediyor. Satalım özel sektöre ve o mantıkla yönetilsin ve böylece kazançlı kuruluşlar haline gelsin. Peki öyle mi oldu? Hayır...
Tekel başta olmak üzere yapılan özelleştirmeler kendi içinde ayrı bir bilmece özelliği taşırken, özelleştirilen kurumların tüm fabrikaları kapatılıp alışveriş merkezi yapıldı; ihtiyaç da ithalat ile karşılandı. Peki bu kurumlar zarar ediyordu da, nedeni neydi?
Birincisi çağın gerektirdiği yatırımların bilhassa yapılmadığını ve birçok teknolojisinin iptidai bırakılarak, zararlı işletmeler haline getirildiğini biliyoruz. İkincisi belki de son 70 yıldır gelen iktidarların istihdam deposu olarak kullanıldı.
1994 yılında yaptığım bir haberi hatırlıyorum. O zaman bir demir çelik fabrikasında 4 bin kişi çalışıyordu. Ama ihtiyaç olan doğru kişi sayısı bin 500 idi. Bu ortam zaten kendiliğinden bankamatik çalışanlarını yarattı.
Peki geriye dönüp baktığınızda sorulması gereken doğru soru şu değil mi? Zarar eden kurumlar mıydı; yoksa onları kaynak olarak kullanan yanlış siyaset miydi? Bu konuda herhangi bir görevi ihmal soruşturması duydunuz mu? Hayır... Eğitimdeki sıkıntılar nedeniyle okulları kapatmak ne kadar mantıklıysa, bu işletmeleri elden çıkarmak da o kadar mantıklıydı.
Sorunu halletmek yerine, kontrolsüzce devredip daha büyük sorun ve imtiyaz dağıtımı haline getirmek özelleştirme olamazdı. Ayrıca şunun altını çizeyim ki, ben kontrollü bir özelleştirmeye de taraftarım.
Yani devlet yatırımı yapar; işletmeyi zamanı gelince ağırlıklı olarak yerli müteşebbise devreder. Devrederken altın bir hisse bırakarak, kötü yönetilmesi halinde kamulaştırmanın önünü açık bırakır. Oradan gelen parayla da yol yapmak yerine, özel sektörün yatırım yapmaktan imtina ettiği bir başka sahada ve bölgede yatırım gerçekleştirir.
Zaten bunun da adı özelleştirme değil, reel ekonomide kamu – özel sektör işbirliği olur. Fakat biz elde edilen parayla ya yol yapıp, ya borç ödediğimiz için, elektrik faturasını ödemek için evdeki çamaşır makinesini satan bir yapıya büründük.
Gariptir yine bu özelleştirmeler sırasında, ihaleye giren konsorsiyumlarda hep bir başka devletin oradaki kamu kurumunun işin içinde olduğunu gördük. Nasıl bir tarihi çelişki değil mi? Oysa ben kapitülasyonların kalkması için, Osmanlı’nın yarı borcunu üstlendiğimizi ve ödediğimizi hatırlıyorum. Döndük başa...
Şimdi büyük bir üretimsizlik, işsizlik sıkıntısı ve dönmeyen bir ekonomi gerçeğiyle karşı karşıyayız. Peki ben bunu neden yazdım? PTT’nin telefonunu özelleştirdik. Oradan nasıl bir zarar yaşadığımızı tekrarlamayacağım, herkesin malumu.
Sonra PTT’nin geri kalanını Varlık Fonu’na attık. Tuncay Mollaveisoğlu’nun kamuoyuna aktardığı bilgiler ve makalesi sonucunda, TVF’nin iç raporlamasında gördük ki, fona 650 milyon TL artı ile giren kurum; 2018 – 2019 döneminde 900 milyon TL zarar etti.
Halen de satıştan ve özelleştirmeden vazgeçmiş gözükmüyoruz. Oysa bakın Amerikalı Fortune Dergisi bir liste yayınladı ve dünyanın en fazla istihdam sağlayan 10 şirketini açıkladı.
Sadece bir örnek vereceğim. Üçüncü sırada Çin Posta Grubu, onuncu sırada da ABD Posta Servisi... Sizce başka bir söze gerek var mı? Dünyanın iki büyük ekonomisi de posta hizmetlerini özelleştirmemiş. O zaman soru şu: Onlar mı bu işi bilmiyor; yoksa biz mi yine kandırıldık?
FACEBOOK YORUMLAR