Dünya zor bir yıla başlangıç yaptı. Zaten ekonomik ve jeopolitik riskler açısından sıkıntılı geçen bir dönemin ardından, 20 Ocak itibariyle Trump faktörünün ve bağlantılı olarak ticaret savaşlarının kızışacak olması problemli görünümü derinleştiriyor.
Her ne kadar bu belirsizlik ortamı, faizler üzerinden finans piyasalarında cazip olarak nitelendirilse de, reel sektör bakımından problemli bir dönemi karşılamaya hazır olmamız gerekiyor.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi dolar / avro paritesi açısından da ikinci bir sıkıntı olduğunu dikkate almak gerekir. Bunda ABD ekonomisinin görece hedeflerine yaklaşırken, ekonominin canlılığını korumasının, AB kanadında ise enflasyon, faiz dengesi nefes alır noktaya gelmesine rağmen, ekonominin hareketlenmemesinin büyük etkisi var.
Elbette jeopolitik risklere yakınlığı, enerji sorunları gibi bir dizi faktörü de buna ekleyebiliriz. Lakin meseleyi salt dünya ekonomisinin konusu olarak belirterek işin içinden çıkamayız. Söz konusu özellikle Avrupa pazarı ise bizim için ayrı bir önem taşıyor.
Son açıklamalara göre 1,4 kg/dolar’lık ihracatıyla zaten katma değerden ve kârlılıktan uzak Türkiye ekonomisinin en büyük pazarını Avrupa oluşturuyor. Bir tarafta siyasi çalkantılar, öte tarafta ekonomide istenen hıza ulaşamayan özelliğiyle Avrupa konusunun gündemimizin önemli maddesi haline dönüştürülmesi gerekir.
Bu ölçüde konunun ciddiyetinin farkına vardık mı, şüpheliyim. Halen toplam ihracat rakamlarıyla övünüp, adet bazında artan, değer bazında yükselmeyen rakamlarla övünüp, ithalatı göz ardı eden bir yaklaşım içerisindeyiz.
Son gelen veriler ise endişeleri arttıran cinsten. Beklentilere ve öngörülere baktığınızda kötüleşen bir fotoğraf söz konusuyken, daralmanın da yaşandığı Euro Bölgesi’nin bizim ekonomimiz açısından sağlamasını yapmamız gerekiyor.
Elbette ilk akla gelen pazar çeşitlemesi olabilir. Fakat bunun kısa vadede sorunumuzu çözebilme kabiliyetinden uzak bir konu olduğunun farkında olduğumuzu umuyorum. Aksi takdirde başımız büyük belada demektir.
Şu bir gerçek ki daha çok zorlanacağımız, fiyat ve satış baskısına ilave, vade talepleriyle karşı karşıya kalacağımız bir Avrupa pazarı – Türkiye ilişkisinin tam göbeğindeyiz. Burada hem üreticiyi, hem de pazarı kaybetmeden yol alabilmenin yollarını tartışmamız gerekiyor.
Bu kapsamda en önemli güvenceyi iç pazar gücü oluşturacaktır. Fakat Türkiye’nin gerek uygulanan ekonomi politikaları, gerekse de içeride kısıtlanan tüketim başlıkları ve düşen satın alma gücünü buna çok da olanak tanımıyor.
Türkiye’nin hamaseti bir kenara bırakıp, çok ciddi anlamda bu meseleyi mercek altına alması, ortak akıl oluşturarak çareler üretmesi ve nitelikli firmalarını, çalışanlarını kaybetmeden bu süreci geçireceği yöntemler geliştirmesi gerekiyor. Zira Avrupa’dan gelen sesler hoş değil. Bu sesi duyarsak önlem alırız, hamasete devam edersek bizde sağırlık yaratır ve konu kapanır.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR