Türkiye ekonomisindeki hareketlerin tahmini için bugünlerde FED’in tutanaklarından Avrupa Merkez Bankası’nın olası hareketlerine, Çin ile yükselen ama aslında derinde AB ile de yürüyen ABD’nin ticaret savaşlarından yükselen jeopolitik risklere kadar her şeye dikkat kesilir olduk.
İçeride sadece faiz düşürüp inşaat sektörünü kurtarma hayalleri taşırken, sıkıştığı her noktada ithalata başvurmayı seçenek olarak gören üretimsizleşen, üretip sattığından da ortalama kilogramda 1,3 dolar kazanan bir Türkiye karşısında ne yapacağımızı bilemez halde havanda su dövüyoruz.
Herkes doların inip çıkması başta olmak üzere ne olacağı sorusunun yanıtını arıyor. Esasen gerçek bir planlama yapılması ve yol haritasıyla, acı bir reçete içilerek çözüme kavuşulması kaçınılmaz iken, kimin parasını nerede tutup tutmadığını tartışıyoruz. İstanbul fethedilirken, meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans gibiyiz.
Oysa bir rakam var ki dağa taşa, her yere yazıp bunun üzerinden fotoğrafımızı okumamız gerekiyor. Türkiye’nin yurtdışı varlıkları ile yükümlülükleri arasındaki fark. Son yapılan açıklamaya göre bu rakam 338 milyar doların biraz üzerinde seyrediyor.
Türkiye ekonomisinin toplam büyüklüğünün neredeyse yarısını oluşturan bu rakam, nedense bir istatistik gibi açıklanıp, sonra günlük gölge oyununa devam ediliyor. Fakat bu rakam, Türkiye ekonomisinin açık noktası...
Yani kaba bir örnekle evinize 800 TL girerken, aile bütçenizin 338 TL açıkta olduğunu düşünün. Geri kalanıyla da yaşamaktan giderlerinize kadar her şeyinizi karşılama zorunluluğunuzu. Ama iş burada bitmiyor. Aile reisi sürekli borçlanmaya devam ediyor. Sıkıştıkça TV’yi buzdolabını satıyor. Ev halkında da ekstradan borçlu olmayan yok.
Türkiye’nin dış borcunun Mart sonu itibariyle 453 milyar dolar olduğunu düşünürseniz, bu fotoğrafı da buradan okuyabilirsiniz. Peki bu 338 milyar dolar ne? Hani herkese efelenip, naylon kahramanlıklar yapıp, sonra da ne isterlerse yerine getiren bir yaklaşım var ya, işte bunun eseri.
Herkesle yolları ayırmaya kalksak, bu 338 milyar doları masaya nakit olarak koymak durumundayız. Elbette ekonomide böyle bir yöntem yok, ama ‘ekonomik olarak güçlü olmayanların siyaseten de güçlü olamayacağını’ hatırlatmak üzere bu biraz da abartarak örneği veriyorum.
Türkiye’nin bu açığı üretimsizleşmesinden kaynaklarını sağa sola dağıtmasına, doların kaç TL olacağından kilogram ihracattaki kazancına kadar her şeyi belirler halde. Şüphesiz güvenlik başta olmak üzere siyasetini de...
O zaman bu 338 milyar dolarlık açık ekonomiyi, oturup tekrar yapılandırmamız gerekiyor. Mevcut yapı sürdükçe ve bu oran azaldıkça borç bulamadığınız anlamı çıkar ki bu da 1 doları sandığımızdan daha pahalı hale getirir. Bu rakam, borcun ötesinde anlam taşır.
Borcumuz ise evlere şenlik. Aile reisi her ne kadar ‘beni bağlamaz’ tavrındaysa da, ailenin hangi bireyine ait olursa olsun, banka icraya geldiğinde kişi ayrımı yapmaz. Bir de tabi iç borç var. Sahi ondan haberi olan var mı?
Mesela basitçe soralım. Bu kadar rahat tavır sergilenip, biraz da abartarak para basmaya ve iç borçlanmaya yönelirken, bu borçların akıbeti ne olacak? Bununla ilgili bir açıklama duydunuz mu? Ben duymadım.
Velhasıl kelam artık aklımızı başımıza almanın zamanı geldi. Dünyadaki değişimleri dikkate alan, yeni ve onurlu bir ekonomik model oluşturmazsak, bu filmin sonu hoş değil. Ben bunun sonuçlarını, Osmanlı Bankası’nın Müzesi’ndeki Düyun-u Umumiye belgelerinde görmüştüm. Bunu tarihe not düşeyim de, siz şimdi gidip doların niye yükseldiğini, FED’in ne yapacağını tartışın.
FACEBOOK YORUMLAR