İstanbul' un Kurtuluşu; Tarihçi Sinan Meydan sunumu
Emperyalistlerin Kanlı İşgalleri ve Türkiye Üzerindeki Baskılarırnrn“Kurtuluş Savaşı önemli değildir, İngiltere ve Fransa ile savaşılmamıştır!” diyen Cumhuriyet tarihi yalancılarına, İngiltere ve Fransa’nın Anadolu’yu nasıl korkunç bir şekilde işgal ettiklerini bir kere daha göstermenin zamanı geldi sanırım.rnrnİşte “merhametli emperyalistlerin” moral bozucu, yıkıcı ve kanlı işgallerine birkaç örnek:rnrnİstanbul’un İşgali: 13 Kasım 1918 - 16 Mart 1920rnrnEmperyalizm, Anadolu’yu rahat ele geçirebilmek için, Osmanlı Padişahını ve yönetimi kontrol altına almak istemiş, bu amaçla önce başkent İstanbul’u işgal etmiştir. Emperyalistler, Mondros Ateşkes Antlaşmasından bir hafta sonra İstanbul’a ayak basmışlardır.rnrnÖncelikle, İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak, 6-12 Kasım 1918 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı istihkâmlarına el koymuştur. rnrn7 Kasım 1918’de dört İngiliz subayından oluşan bir heyet Basra torpidosuyla İstanbul’a gelmiştir. Bunları, bazı memurlar ve “ Yaşasın İtilaf'1 diye bağıran Ermeni ve Rumlar karşılamıştır. Hükümet de bu öncü işgalciler için Pera Palas ve Tokatlayan otellerinde 80 oda kiralamıştır. rnrn8 Kasım 1918’de de dört Fransız subayından oluşan bir heyet Arian adlı bir gemiyle Galata rıhtımına çıkıp yaya olarak Beyoğlu’ndaki Fransız elçiliğine gitmiştir. Bu subayları Beyoğlu sokaklarındaki geçişleri sırasında azınlıklar sevinç gösterileriyle selamlamışlardır. rnrn“Arian’ın Galata rıhtımına yanaşması ve gemiden çıkan dört Fransız subayının yaya olarak Beyoğlu’ndaki sefarete kadar gitmeleri, Galata'dan Beyoğlu’na kadar tüm sokaklarda binlerce İstanbullu Rum, Ermeni, Yahudi ve Lavantan ile bazı işbirlikçi Türklerce doldurulmasına, ‘Yaşasın Fransa! Yaşasın Hürriyet!’ diye bağrışmalarına ve alkış tutmalarına yol açmıştır. Fransız subaylarına çiçekler verilmiş, boyunlarına sarılıp ağlayanlar olmuş, ardlarında da korkunç bir kalabalık birikmiştir. ” rnrnİşgalcilere sempatik görünmek isteyen işbirlikçiler ve ayrılıkçı unsurlar Galata rıhtımı, Tophane, Yüksekkaldırım, Beyoğlu caddesi ve yan sokakları İngiliz ve Fransız bayraklarıyla donatmışlardır. rnrn rnrnImage resized to 82% of its original size [608 x 509]rnrnrnİstanbul’a çıkan işgalci İngilizler ve Boğaz’da demirli işgal donanmasırnrn10 Kasım 1918’de ise iki İngiliz, bir Fransız generali birlikte İstanbul’a gelmiştir. rnrn12 Kasım 1918’de bir Fransız tugayı İstanbul’a girmiştir. rnrn13 Kasım 1918’de 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yunan gemisi ve 6 denizaltıdan oluşan 61 parçalık İtilaf donanması Boğaz’a girerek İstanbul’u işgal etmiştir. 1 5 Kasım’da bu donanmadaki gemilerin sayısı 167’ye çıkmıştır. rnrnBu işgal donanmasından İstanbul’a 3500 kişilik bir kuvvet çıkarılmış ve şehrin değişik yerlerine konuşlandırılmıştır. Bu işgalci kuvvetin 1500 kadarı İngiliz, 540’ı Fransız, 470’i İtalyan ordusuna mensuptu. Bu 3500 kişilik kuvvetin, 1500’ü Rumeli Kavağı, Yenimahalle, Büyükdere’den Bebek’e kadar olan bölgeye yerleştirilirken, 2000’i Beyoğlu’na yerleştirilmiştir. İşgalci birliklerin kışla ve okullara (GS Lisesi, İngiliz Kız Okulu gibi okullar) yerleştirilmelerinden sonra, özel binalar da keyfi olarak işgal edilmeye başlanmıştır. rnrnİşgal kuvvetlerinde İngiltere’yi Amiral Calthorpe (İngiliz Yüksek Komiseri) temsil edecektir. Yardımcıları, Koramiral Richard Webb (Yüksek Komiser Yardımcısı), T.B.Hohler (Birinci siyasi memur) ve Ryan’dır (İkinci siyasi memur). Fransa’yı Wisamiral Amet (Fransız Yüksek Komiseri) temsil edecektir. İtalya’yı ise Kont K. Sforza (İtalyan Yüksek Komseri) temsil edecektir. rnrn13 Kasım 1918’de bir işgalci İngiliz taburu İstanbul’da gövde gösterisi niteliğinde bir yürüyüş yapmıştır. rnrnAynı gün bir işgalci Fransız kıtası da büyük gösterilerle karaya çıkıp Fransız elçiliğine yürümüş ve işgalci Fransız askerleri limandaki 3 römorköre zorla Fransız bayrağı çekmişlerdir. rn rnrnImage resized to 82% of its original size [608 x 494]rnrnrnİşgal Kuvvetleri Galata’da yürürkenrnrn13 Kasım 1918’de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan donanmalarından oluşan 61 parçalık bir işgal gücünün Çanakkale Boğazı’ndan elini kolunu sallayarak geçip İstanbul Boğazı’na girmesi Türk insanını derin bir yasa boğmuştur. Çünkü daha yaklaşık dört yıl önce Türk insanı, bu işgal donanması bu boğazlara girmesin diye Çanakkale Savaşı’nda varını yoğunu ortaya koymuş, 200.000’den fazla şehit vermiş ve düşman donanmasının Çanakkale Boğazı’nı geçmesine engel olmuştu. Ama şimdi, bu büyük direnişten sadece dört yıl sonra düşman donanması güle oynaya İstanbul’a geliyordu. Bu kahredici bir işgaldi!rnrn13 Kasım 1918’deki bu kahredici işgali İlhami Soysal şöyle tasvir etmektedir:rnrn“ Günlerce Çanakkale ağzındaki mayınlı arazilerin temizlenmesini beklemiş olan İtilaf ortak donanmasının İstanbul ufuklarında dev bir armada olarak ve kara bir bulut gibi görünmesi, sonra tüm taretleri şehre çevrilmiş olarak istim üstünde limana demir atması ve gemilerin baştan başa bayrak ve flamalarla süslü olması, güvertelerinde durmadan çalan bandoları, rıhtımlara yığılmış İstanbul’un yerli ve azınlık işbirlikçilerini çılgına çevirdi. Aynı gösterinin çok daha ufak çaplısı, 10 Kasım’da İngiliz ve Fransız generalleri karaya çıkarken de yapılmıştı; ama bu defaki görünüş büsbütün korkunçtu. Sirkeci kıyıları, Galat Köprüsü ve Galata Rıhtımı, Tophane, Salıpazarı ve Dolmabahçe kıyıları on binlerce karşılayıcıyla doluydu. Kıyıdaki bütün binalar İngiliz, Fransız ve Yunan bayraklarıyla donatılmış, çiçeklerden tak-ı zaferler kurulmuştu. Rum ve Ermeni okullarıyla, Musevi okullarının üniformalarını giymiş başlarında öğretmenleri bulunan öğrencileri, çeşitli kilise ve havraların papazları, keşişleri, zangoçları, hahamları, rengârenk giyinmiş genç kadın ve kızlar İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan ulusal renkli eşarplarıyla kadınlar, donanmış gemileri ve bu gemilerde çalan bandolarla gösteri yapan yabancı askerleri ‘Hurra! Zito! Viva!’ nidaları ve alkışlarla karşılıyorlardı.rnrnİstanbul’un Müslüman Türk halkım asıl yıkan ise her biri birer ejderhaya benzeyen dev zırhlılar, dretnotlar, kruvazörler üstünde sallanan İngiliz, Fransız, hatta İtalyan bayrakları değildi. Müslüman Türk halkını üzüntüden göz yaşlarına boğan Yunanlıların ünlü Averof Zırhlısının Yunan bayrağıydı... Kalplerde asıl korkuyu bu bayrak yaratıyordu...rnrnLimanda, istim üstünde demir atan savaş gemileri kıyılarda kendilerini çılgınca alkışlayan işbirlikçilerin gösterileri arasında hemen karaya bahriye silahendazı, zırhlı araçlar, devriye birlikleri, toplar, makineli tüfekler çıkarmaya başladı. ” rnrnŞevket Süreyya Aydemir, o günkü manzarayı, “Bütün karşı sahiller, Rumların, Levantenlerin sarhoş çığlıkları ve palikarya naraları ile çınlıyordu” diye tasvir etmiştir. rnrnLord Kinross, o işgal günlerindeki İstanbul’u ve İstanbul’daki azınlıkların ve Müslüman Türklerin durumunu çok çarpıcı bir dille şöyle ifade etmiştir:rnrn“Türkler evlerine kapanmış, kendi kendilerinin gölgesi gibi, ancak ekmek almak için dışarı çıkıyorlardı. Bazıları şehre girmiş olan İtilaf Devletleri kuvvetlerinin yanında iş bulabilmek için feslerini atarak Türk olmadıklarını bile ileri sürüyorlardı. Beri yandan Rumlar, sokaklarda caka satarak dolaşıyor ve rastladıkları Türkleri, itip kakarak duvar kenarına sürüyorlar, geleni, geçeni Yunan karargâhında dalgalanan mavi beyaz bayrağı selamlamaya zorluyorlardı. Türkler bu aşağılamaya boyun eğmemek için arka yollardan dolaşmak zorunda kalıyorlardı. Bir gün İstanbul sokaklarında panik yaratan bir söylenti duyuldu: ‘Ayasofya’ya çan takıyorlarmış!’ Bir Müslüman kalabalığı çığırından çıkmış bir halde Ayasofya’ya koştu. Ama Türk askerlerinin hâlâ avluda nöbet tutmakta olduğunu görünce rahat nefes aldılar.” rnrnBeyoğlu’nda bir İngiliz taburu, İstanbul’da bir Fransız taburu, Boğaziçi’nde bir İngiliz tugayı ve bir Fransız tümeninin önemli bir bölümü bulunuyordu. İngilizler, İstanbul’da Kilyos’a kadar olan bölgeleri işgal etmişler, işgal kuvvetleri Karadeniz’den gelebilecek denizaltılara karşı Boğaz girişinin her iki yanına birer batarya yerleştirmişler; 3 İngiliz motoru da Boğaz ağzına konuşlanarak Boğazı gözetlemeye başlamıştı. rnrn27 Kasım 1918’de İngiliz Generali Milne İstanbul’a gelerek, Haydarpaşa’dan Anadolu’ya uzanan demiryoluna el koymuştur. rnrn8 Şubat 1919’da Fransız General d’Esperey’in İstanbul’a ikinci gelişinde yaşananlar işgalin çirkin yüzünü olanca açıklığıyla gözler önüne sermiştir. Şöyle ki: d’Esperey, İstanbul’dan Beyoğlu’na doğru bir zafer alayı düzenlemiştir. Fatih’in İstanbul’u fethederken bindiği beyaz atı anımsatırcasına beyaz bir ata binen d’Esperey’e, atın her iki yanında yürüyen iki zenci eşlik etmiştir. Kendisini karşılayan Osmanlı bandosunu atını ürküttüğü için kırbacını sallayarak ve “sus” diye bağırarak durdurmuş vernrnDolmabahçe Sarayı’na oturmak istediğini belirterek Padişahın oradan uzaklaştırılmasını istemiştir. d’esperey, küstahça tavırlarıyla Osmanlısadrazamlarını ve Türk subaylarını bile aşağılamaktan çekinmemiştir. rnrnBu olay üzerine Süleyman Nazif, 9 Şubat 1919 tarihli Hadisat gazetesi’nde “Kara Bir Gün” başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Bu yazıyı okuyan şımarık Fransız d’Esperey, çılgına dönerek önce Süleymen Nazif’in “kurşuna dizilmesini” istemişse de sonra Malta’ya sürgün edilmesiyle yetinmiştir.rnrnİşte o yazıdan bir bölüm:rnrn“Fransız generalinin şehrimize gelişi münasebetiyle birtakım vatandaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş Türk’ün ve Islamın kalbinde müebbeden kaynayacak bir ceriha açtı...Almanya orduları 1871 senesinde Paris’e dahil olarak büyük Napolyon’un neşide-i mütehacire-i muzafferiyatı olan ‘tak-ı zafer’ altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemiştir ve bizim dün sabah saat dokuzdan onbire kadar hissettiğimiz yeis ve azabı duymamıştır. Çünkü yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar o matemi milli karşısında aynı telehhüf ve hicap ile ağlamış ve kızarmışlardı...”rnrnİşgal güçleri sadece sokaklarda gösterişli yürüyüşler yapmakla kalmamış, her fırsatta Müslüman Türkleri de aşağılamıştır. G. Jaeschke, bu gerçeği şöyle itiraf etmiştir: “Etrafa galip sıfatıyla meydan okundu. Türk örf ve adetlerine karşı saygısız davranıldı.” Bu yapılanlar karşısında halkın telaş ve şaşkınlığı hakkında Times muhabiri 16 Kasım 1918 tarihindeki haberinde “Türk memur ve matbuatı tam bir şaşkınlık içindedir “ demiştir. rn rnrnImage resized to 75% of its original size [659 x 564]rnrnrnFransız general d’esprey İstanbul’darnrnİlhami Soysal, “İşbirlikçiler” adlı kitabında işgalcilerin İstanbul’daki çirkinliklerini şöyle ifade etmiştir:rnrn“Rasgele herhangi bir İtilaf subayı beğendiği yeri, evi zorla boşalttırıyor, eşyalarına el koyuyor ve buraya yerleşiyordu. İstanbul’da artık konut dokunulmazlığı, aile gizliliği diye bir şey kalmamıştı. İstanbul’a İtilaf donanmasıyla birlikte gelen Yunan savaş gemileri, Hıristiyanlar, özellikle de Rumlar arasında ayrıca taşkınlıklara yol açmıştı. Yunan bahriye askerlerinin İstanbul’da görülmesi, Beyoğlu sokaklarının Yunan bayraklarıyla donatılması, hemen tüm Rumların yakalarına önceden hazırlanmış rozetler, kokartlar takmalarına, gösteriler yapılmasına yol açmıştı. Hergün yüzlerce kayık, motor, çatan içinde Türkiyeli Rumlar büyük kafileler halinde Yunan savaş gemilerini ziyarete gidiyor, bu gemilere armağanlar, çiçekler yağdırıyorlardı. İstanbul sokaklarında, hele Galata ve Beyoğlu’nda yerli Rumların sevinci bir azgınlık halini almıştı.” rnrnO işgal günlerinde İstanbul’da bulunan ünlü romancımız Halide Edip (Adıvar)’ın “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı kitabında anlattıkları da İngiliz emperyalizminin “çirkin yüzünü” olanca açıklığıyla gözler önüne sermektedir:rnrn“Müttefik kuvvetlerin İstanbul’a gelişi ile bir kısım azınlıklar sokaklarda barış içinde yaşamaya alışmış olan Türk vatandaşlarına çok kötü muamele etmeye başladılar. Bir aralık etrafta dolaşan dedikoduların en kuvvetlisi Senegalli askerler hakkındaydı. Ortada dolaşan bir söylentiye göre sokakta Türk kadınlarım ısırıyorlar, Türk çocuklarım kesip akşam yemeği olarak yiyorlarmış. Tabii bu bir söylentiden ibaretti. Yalnız şu var ki Müttefik kuvvetleri küçük bahanelerle durmadan Türkleri tevkif ediyor, cezalara çarpıtıyor ve bazen de Müttefik merkezlerinde fena halde dövüyorlardı. Evler zorla sahiplerinin ellerinden alınıyor, içerdekiler dışarıya atılıyordu. Müttefik tercümanlarının umumiyetle azınlıklardan olması tabii onlara karşı çok kötü bir his uyandırıyordu. Bu durum bilhassa sakin yaşamaya alışmış olan İstanbulluları çileden çıkarıyordu. Fesler, kadın peçeleri yırtılıyor ve bütün bunlara karşı şehir halkı çok vakur ve sakin davranıyordu. Burada şunu da ilave etmek gerekir ki, Türkler her türlü haksızlığı, hatta fenalığı affedebilirler, fakat onurlarına dokunulduğu zaman mesele bütün bütün değişir.Türk basını Müttefiklerin sansürü altında olduğundan, bu olaylar gazetelerde pek az yer alıyor ve bu yüzden mübalağalı söylentiler ağızdan ağza dolaşıyordu... Bugünlerde Türklerin hiçbiri silah taşımamakla beraber, Hıristiyanların hepsine silah verilmişti. İşte bundan dolayı Fatih ve Aksaray gibi büyük bir kısmı yangından harabeye dönüşmüş yerlerde çok acı vaka