VARLIK VE YOKLUK ÜZERİNE BURNING

2019 yılının ilk izlenen filmlerinden olan BURNING/ ŞÜPHE; hem kurgu, hem oyunculuk hem de sanatsal anlamda oldukça doyurucu.

VARLIK VE YOKLUK ÜZERİNE BURNING
10 Ocak 2019 - 22:28 - Güncelleme: 10 Ocak 2019 - 22:58

Bir Güney Kore filmi içine ancak bu kadar kapitalizm etkisi, insanlarda yarattığı kaybolmuşluk ve mutsuzluk, mutsuzluktan doğan kendini bulma arayışı bir aşk çerçevesinde anlatılabilir.

Burning /Şüphe filmi Haruki Murakami “ barn –burning / ağıl yakmak”  öyküsünden yola çıkarak, G.Kore’nin önemli sinemacılarından olan Chang-dong Lee ve Jungmi Oh  kalemi ile senaryolaşarak, yaklaşık olarak iki buçuk saati bulan bir filme dönüşmüş. Ancak o süre zarfında öyle sizi içine alıyor ki sıkılmanız mümkün değil, çünkü hayatın ta kendisi!

Öfke ve inatçı tutumları ile eşinden ayrılan bir baba, çocuğunu da önemsemez. Anne için çocuk zaten hiç olmamıştır. Annesi evi terk ederken babası ona kıyafetlerini yaktırır. Böylelikle yanan, yok olan asla hiç olmayacak olandır. Başkarakter oyuncusu Jong-su (Jong-Seo Jun) yaratıcı yazarlık okur. Bir yandan getir-götür işleri yaparak geçimini sağlar. Yazar, olmak bir seçimdir fakat bunun için yeterince gözlem ve hayal dünyasına sahip midir? Filmin ilerleyen zamanlarında bunu da işliyor yönetmen.

Ve günün birinde geçmişte mahallesinde büyümüş, aynı zamanda okul arkadaşı ve ona aşık ama onun hiç fark etmediği ya da umursamadığı Shin  Hae mi (Ah-In Yoo) ile karşılaşması ile film evrilir. Hayat dolu, aynı zamanda hüzün yumağı ile örülü Shin Hae-mi ile başka bir boyuta geçer. İşte film içerisinde özellikle tam da bunu anlatır yönetmen.

İlk buluşmalarında onu pandomim ustası sanan ve çok yetenekli olduğunu  ifade eden Jong-su, olmayan bir mandalinanın sunumunu,  iştahla yiyişini ve sonrasında ki anlatımı üzerine sanki bir senaryo daha çıkar karşımıza:  Bunun yetenekle bir ilgisi yok, der ve devam eder Shin-Hae mi: “Yapman gereken mandalinanın var olduğuna inanmak değil. Aslında yapman gereken mandalinanın var olmadığını unutmaktır.”

Hayali olan ve bunun için para biriktirmiş olan Shin Hae Mi, Kenya’ya giderken kedisine bakması için emanet ettiği Kazan isimli kedisini Jong-su’ya bırakır. Filmin finaline doğru yine bu kedi işi çözecektir.

Aslında film içinde, her an yeni bir film gibi. Ve filmi izledikten birkaç gün sonra da aylar sonra da sizi düşündürecek kadar bağlayıcı bir güzellikte.

Kenya dönüşü hava alanına giden Jong-su, Hae-mi’nin Nairobi’de tanışmış olduğu Ben’le (Steven Yeun) birlikte geldiğine tanıklık eder ve filmin gelişme bölümü başlar. Zenginliği,  yakışıklılığı, lüks ve şık evi. Ve de küstahlığıyla Ben, Jong-su’nun bütün olamadıklarının temsilcisi gibidir. Hae-mi, Jong-su ve Ben birlikte vakit geçirmeye başlarlar. Hae-mi’nin Ben’le ilişkisi tam olarak açıklanmasa da, Jong-su kendisini ikinci plana itilmiş hisseder, kıskanır ve öfkelenir ama “öylece orada durup yakılmayı beklerler” deyip, sera’ları yakmaktan hoşlanan bu garip adamda ilgisini çeker. Sonra Shin Hae Mi esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur ve işte bu noktada yönetmen şu soruları yöneltir izleyiciye:

Tüm izlediklerimiz gerçekten olmuş mudur?  Yazar olmak isteyen ve aynı zamanda yalnız ve çekingen bir gencin hastalıklı hayal gücünün hezeyanları mıdır?

Bir yanda başta dediğimiz gibi kapitalist düzenin yansımaları, en yoksul bir ev ki tuvalet, mutfağın yanında iken televizyon ekranlarında Trump gözükmekte.

Diğer yanda hayalleri olan bir genç kız, âşık olduğu genç ile ilk kez evine gelip seviştiklerinde, yatak odasında ki pencereden dışarıyı gösterir ve der ki: “ Burası Kuzey’e baktığı için hiç güneş gelmez. Arada bir ışık vurur, o zaman kendimi şanslı hissederim.” Ve sevişirken gökkuşağı huzmesinin kısa geçişi yansır.

Üç karakter bir araya gelir, ikisi bu yokluktan gelmiştir ve karşıya bakarlar. Karşısı Kuzey Kore’dir. Ve onlar tam Güney ile Kuzey’i ayıran sınırda bulunmaktadırlar. Durmadan hoparlörlerden Kuzey Kore’nin propagandasını duymak zorunda kalırlar. İşte burada filmin en etkileyici sahnesi devreye girer. Shin Hae Mi, üstünü çıkarır ve karşıya doğru bir kuş dansı gerçekleştirir. Gökte yeni ay ve günbatımında muhteşem bir sahnedir.

Hayvanlarla arası iyi olan Jong-Su, bir ineğin ona bir şeyler söylemesi ile hayatının aşkı Shin Hae Mi’yi aramaya başlar. Çünkü doğa her şeyin cevabını vermektedir.

Farklı ve renkli iseniz bu dünya düzeninde yok olmaya mahkûmsunuz. Çünkü sistem bunu gerektirir.

Çok çok farklı bakış açıları, finalinde ki büyücülük ile kesinlikle izlemeye değer, çok başarılı bir film.

Haber: Emel Seçen

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum