ÜSKÜDAR'DAN ECEVİTLER GEÇTİ İSİMLERİNİ TAŞIYAN BİR SOKAK BİLE YOK

ÜSKÜDAR'DAN ECEVİTLER GEÇTİ İSİMLERİNİ TAŞIYAN BİR SOKAK BİLE YOK
16 Temmuz 2024 - 01:31 - Güncelleme: 17 Temmuz 2024 - 20:09
Adli Tıp Bülteni, 2017; 22(1): 82-89
 Türkiye’de Adlî Tıbbın Kilometre Taşları: Prof. Dr. Fahri Ecevit The Milestones of Forensic Medicine in Turkey:

Prof. Dr. Fahri Ecevit Cudi Ferat Buran1, Erdem Özkara2 1Adli Tıp Şube Müdürlüğü, Şanlıurfa 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı, İzmir DAVETLİ

YAZAR-BİYOGRAFİ / INVITED AUTHOR-BIOGRAPHY

Özet Prof. Dr.
Fahri Ecevit, o dönemdeki ismi Darülfünûn-ı Şahane olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmasının ardından Milli Mücadele döneminde Anadolu’nun farklı bölgelerinde hekimlik görevinde bulunmuş, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Adlî Tıp Uzmanı olarak Ankara Hukuk Mektebi’nde öğretim üyesi olarak görevini ifa etmesinin yanında 1943-1950 yılları arasında iki dönem milletvekilliği yaparak Türkiye siyasi tarihinde de yer edinmiş bir Cumhuriyet aydınıdır.

Öğretim üyesi olarak sayısız hukuk fakültesi öğrencisinin eğitiminde rol almasının yanı sıra birçok bilimsel yayını kaleme almış ayrıca Ankara Halkevi’nde düzenlenen Adlî Tıp söyleşileri, katıldığı radyo programları ve Ulus Gazetesi’ndeki köşe yazarlığı ile Adlî Bilimlerin halk ile bütünleşmesinde de sıra dışı fakat ilgi çekici bir rol üstlenmiştir.

Kendisi akademik olarak; Adlî tanatoloji, Adlî psikiyatri, tıp hukuku ile medeni hukuk gibi alanlarda çalışmış ve eserler vermiştir. Milletvekili olarak görev yaptığı 1943-1950 arasındaki dönem içerisinde de meclis kürsüsünden yaptığı konuşmalarda ve görev aldığı komisyonlarda; medeni kanun, çocuk hakları ve çocukların ceza sorumluluğu ile ıslahevlerinin konumu hususlarıyla ilgili mesai harcamasının yanı sıra özellikle Adlî tabiplerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi konusunda çaba harcamıştır. Adli tabiplerin çalışma koşullarıyla ilgili o günkü tespitleri, bugüne ışık tutar mahiyettedir.

Eşi, Ressam Fatma Nazlı Hanım ile birlikteliklerinden dünyaya gelen tek çocukları; üstlendiği Başbakanlık görevi dahil olmak yaklaşık yarım asır yer edindiği Türkiye Cumhuriyeti ve Dünya siyasi tarihinin tanınmış siması Mustafa Bülent Ecevit’tir. Anahtar Kelimeler: Fahri Ecevit; Mehmet Fahrettin Ecevit; Adli Tıp.

Abstract Prof. Dr. Fahri Ecevit, after graduating from the Darülfünun-i Şahane (Faculty of Medicine of Istanbul University) served as a medical doctor was in different regions of Anatolia during the Independence War period. He was a Republican intellectual who served as a lecturer in the Ankara Law School as a Forensic Medicine Expert during the foundation years of the Republic and also a member of the Turkish political history in 1943-1950 as a parliamentarian. In addition to taking part in the education of numerous law school students as a lecturer, he has signed many scientific works. He has also participated in Forensic Medicine interviews held in Ankara Community House and participated in radio programs and has been a columnist at Ulus Newspaper. In short, forensic science has emerged from academia and has undertaken an unusual but interesting role in integrating with the public. He has academically worked in fields such as; forensic tanatologia, forensic psychiatry, medical law and civil law. During the two terms he served as parliamentarian, he interested in civil rights, children’s rights and the criminal responsibility of children and the position of the reformatory while he made speeches from the parliamentary council and in the commissions he served. In addition, he has made efforts especially to improve the working conditions of forensic medicine doctors. His ideas about the working conditions of forensic medicine doctors at that time are, keeps a light for today. The only children who came to the world from his wife, painter Fatma Nazli Hanım; Mustafa Bülent Ecevit is the well known figure of the Republic of Turkey and the political history of the world, where he has been involved for almost half a century; including as a Prime Minister of Republic of Turkey. Keywords: Fahri Ecevit; Mehmet Fahrettin Ecevit; Forensic Medicine. doi:10.17986/blm.2017127147

Sorumlu Yazar: Erdem Özkara Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı, İzmir E-posta: [email protected] Geliş:20.02.2017 Kabul:05.03.2017

Büyükbabası Mehmet Ali Efendi 19. yüzyılda Erzurum yöresinden Kastamonu ili Daday ilçesinin Sarıçam Köyü’ne yerleşmiştir, burada Dadaylı bir hanımefendi ile evlenmiş ve bu evlilikten Prof. Dr. Fahri Ecevit’in babası Mustafa Şükrü Efendi İnebolu’da dünyaya gelmiştir (2). Mustafa Şükrü Efendi, Kastamonu İbtidai mektebinde aldığı dîni eğitimin ardından 8 yaşında İstanbul’a gelmiştir, dönemin ulemalarından gördüğü bir dizi dîni eğitimin ardından 1880 yılında 30 yaşında iken icazetini almış ve Bayezit Camii’nde ders okutmaya hak kazanmıştır (3).

Kendisi Sultan Abdulhamid Han tarafından 1894 yılında 1. Giriş Prof. Dr. Fahri Ecevit (Mehmet Fahrettin Ecevit) 1895 yılında İstanbul’da doğmuştur, babası Mustafa Şükrü Efendi ve annesi İsmet Hanım’dır (1). Buran ve ark. / Adli Tıp Bülteni, 2017; 22 (1): 82-89 - 83 - dini meseleleri inceleyen Danıştay benzeri bir üst kurul olan Meclisi Tetkikatı Şeriyye üyeliğine atanması yanında, diplomatik bir görevlendirmeyle Heyet-i Mahsusa ile 109 gün süren bir Çin ziyaretine görevlendirilmiştir ve bu görevinde Nazım Hikmet’in dedesi Hasan Enver Paşa’ya eşlik etmiştir.

Refik Halid Karay’ın anılarında “Dîni bütün olmakla beraber yenilikleri kabul eden zeki bir Kastamonulu zat” olarak sözettiği Mustafa Şükrü Efendi 1924 yılında vefat etmiştir(4).

2. Eğitimini Tamamlaması ve Milli Mücadele Döneminde Hükümet Tabipliği Görevi Dr. Fahri; 1918 yılında Pekiyi derece ile mezun olduğu o zamanki ismi Darülfünûn-ı Şahane olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken şiirler yazmış fakat bu şiirlerini yayınlamamıştır(2,3).

Mezun olduğunda iyi derecede Fransızca bilmekteydi.
Mezuniyetinin ardından İzmir Kırkağaç’a hükümet tabibi olarak tayin edilmiş, sonrasında Milli Mücadele döneminde Anadolu’ya geçerek İnebolu, Taşköprü, Kastamonu ve Kocaeli’de hükümet tabipliği yapmasının ardından İstanbul’da posta ve telgraf tabipliği yapmıştır (Resim 1) ve İstanbul Adlî Tıp Müessesesi’nde tamamladığı Adlî Tıp ihtisasının ardından, 1925 yılında Ankara’ya Adlî tabip olarak atanmıştır (2, 3). Resim 1. Dr. Fahri Bey (5). Dr. Fahri Bey; baba memleketi olan Kastamonu’da hükümet tabipliği yaptığı Milli Mücadele döneminde, Kastamonu ile İnebolu arasındaki “Ecevit” bucağı ile yöresinin doğasından çok etkilenmiş olması ve ayrıca Kastamonu yöresinde “Ecevit” sıfatının “küheylan” karşılığında kullanılması nedeniyle soyadı kanunu çıktığında “Ecevit” soy ismini almıştır(3,5).

Bu tercihin ardından da yöre halkının Dr. Fahri Ecevit’e duydukları minnet nedeniyle yöresel çorbalarına “Ecevit Çorbası” ismini koymuş olmaları da kendisinin en sevdiği yemeklerden biri olması dolayısıyla bu ismin kaynağı olduğunu düşündürmektedir(6).

Kastamonu ilimiz Daday ilçesinde de 2000 yılından beri eğitim veren Prof. Dr. Fahri Ecevit Yatılı Bölge Ortaokulu yer almaktadır.

Aynı yörede yer alan “Ecevit Han”, Milli Mücadele döneminde İnebolu’da cephane nakledilirken konaklama yeri olarak kullanılmıştır (6).

“Ecevit” ismi; 1934 yılında kabul edilen Soyadı Kanunu ile artık sadece Dr. Fahri Bey’in soy ismi olarak ya da Kastamonu’nun eşsiz doğal güzelliğiyle anılan bir yöresi olarak kalmayıp, uzun yıllar boyunca Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde yer edinen bir isim olacaktı.

Milli Mücadele yıllarında Anadolu’nun farklı coğrafyalarında yürüttüğü hükümet tabipliği vazifesinin ardından geldiği İstanbul’da, Adlî Tıp Müessesesi’nde gerçekleştirdiği Adlî Tıp ihtisası döneminde, Ressam olan eşi Fatma Nazlı Hanım’dan tek çocukları olan Mustafa Bülent Ecevit 1925 yılında dünyaya geldi

(3). Resim 2. Dr. Fahri Bey,

Ressam Fatma Nazlı Hanım ve Mustafa Bülent Ecevit (5). - 84 - Buran ve ark. / Adli Tıp Bülteni, 2017; 22 (1): 82-89

Dr. Fahri Bey’in çocuğuna verdiği “Mustafa” ismi, babası “Mustafa Şükrü Efendi”den gelmekteydi. Dr. Fahri’nin kız kardeşi Afife (Ecevit) Hanım ile Fatma Nazlı Hanım; Türkiye’de empresyonist eğilimde olan ilk ressamlardandır (4).

Ayrıca, Fatma Nazlı Hanım’ın teyzesi Ferhande (Okday) Hanım; Sultan Vahdettin’in damadı olan İsmail Hakkı (Okday) Bey’in de ikinci eşidir.

Buradan yola çıkılarak Bülent Ecevit’in Sultan Vahdettin’in üvey kuzeni olduğu ifade edilmektedir (7).

Atatürk’ün manevi evladı olan Afet İnan’ın kızı Arı İnan anılarında; Osmanlı Devleti’nin son sadrazamı Ahmet Tevfik (Okday) Paşa’nın, o zamanlar 3-4 yaşlarında olan Bülent Ecevit’i severken “Bu çocuk ileride büyük adam olacak.” dediğini aktarmaktadır (8).

Zira o gün son sadrazamın kucağında oturan çocuk yaklaşık 50 sene sonra Türkiye Cumhuriyeti’nde Başbakanlık koltuğuna oturacaktır.

Resim 3. Dr. Fahri Bey ve M. Bülent Ecevit (5). 3.

Ankara İstiklal Mahkemesi Yargılamaları Sürecinde Adlî Tabiplik Görevi Dr. Fahri Bey 1925 yılında Ankara Adlî Tabipliği’ne atandığında, Türkiye Cumhuriyet’i ilan edilmiş fakat kuruluş dönemi ve zorlu yıllar devam etmektedir, bu zorlu dönemlerinden birisi de 1926 yılında Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya karşı planlanan İzmir Suikasti ve İstiklal Mahkemesi yargılamalarıdır.

Ankara’da yapılan İstiklal Mahkemesi yargılamalarının ardından, bir dönemin İttihat ve Terakki Fırkası üyesi olup üst kademelerde devlet hizmetinde bulunmuş Mehmet Cavit Bey, Dr. Nazım Bey, Yenibahçeli Nail Bey ve Hilmi Bey hakkında idam kararı verilmiştir.

Bugünkü Ulucanlar Cezaevi’nde gerçekleştirilen idamlarda tabip olarak Dr. Fahri Bey görevlendirilmiştir.

İdam edilenlerden Mehmet Cavit Bey; II. Meşrutiyet Dönemi’nin ardından birçok kez üstlendiği Maliye Nazırlığı görevinde Osmanlı maliyesini modernleştiren, kapitülasyonların kaldırılması için mücadele veren, Türk burjuvazi sınıfının oluşması için çabalaması yanında

1. Cihan Harbi’ne girilmesine ve Ermeni Tehciri’ne karşı çıkan, Lozan Delegasyonu’nda üye olarak yer alan bir devlet adamıydı. Mehmet Cavit Bey idam sehpasında iken son isteği sorulduğunda, Dr. Fahri Bey’e dönerek; “Hüseyin Cahit Bey buradadır, selam söyleyiniz, evladımın ve refikamın gözlerinden öpsün.” Diyerek son sözlerini kendisine iletmiştir (9). Mehmet Cavit Bey’in, arkadaşı Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey’e emanet ettiği ve onun himayesinde büyüyen çocuğu; yazar, çevirmen ve briç ustası Şiar Yalçın’dır.

Yargılamaların yapıldığı İstiklal Mahkemesi hakimlerinden biri olan Ali Kılıç’ın oğlu gazeteci-yazar Altemur Kılıç ise, tesadüf eseri ileride Dr. Fahri Bey’in oğlu Bülent Ecevit’in Robert Koleji’nde sınıf arkadaşı olacaktı.

Sonraları Dr. Fahri Bey’in, oğlu Bülent Ecevit’e, bu idam kararlarının infazında yer alması nedeniyle vicdan azabı duyduğunu ifade ettiği aktarılmaktadır (10). Tarihin bir başka tesadüfü olmak üzere; Dr. Fahri Bey’in, verilen bu 4 idam kararının infazı sürecinde tabip olarak görev yaptığı Ulucanlar Cezaevi; uzun yılların ardından 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında, oğlu Bülent Ecevit’i de konuk edecekti. 4.

Ankara Hukuk Mektebi’ne Adlî Tıp Öğretim Üyeliği Dönemi ve Eserleri 1925 yılında Ankara Adlî Tabipliği görevine atanan Dr. Fahri, 1926 yılında Ankara Hukuk Mektebi Tabipliği’ne atanmış, 1927 yılında Ankara Hukuk Mektebi’nde öğretim üyesi olarak Adlî Tıp dersleri vermeye başlamıştır (11).

Görev aldığı akademik eğitim faaliyetlerine sonrasında; Ankara Polis Enstitüsü ile Jandarma Subay Okulu’nda Adlî Tıp ve Sıhhat Bilgisi dersleri ile Ankara Polis Enstitüsü’nde Adlî Tıp ile Kriminoloji Dersleri vererek devam etmiştir

(1,3). Öyle ki Dr. Fahri Bey’in Adlî Tıp dersi Ankara Hukuk Mektebi’nin en sevilen derslerinden biri haline gelmiş, derslerine başka bölümlerden öğrencilerin bile gelip katıldığı ve derslerin bir hayli cümbüşlü olduğu aktarılmakta idi

(4). Prof. Dr. Fahri Ecevit; Ankara Hukuk Mektebi’nde (Ankara Hukuk Fakültesi) Adlî Tıp Öğretim Üyesi olarak görev aldığı dönemde birçok esere imza atmıştır (12,13): - 85 -

5. Ders Notları
1- Adlî Tıp Dersleri.
Ankara Huk. Fak. Talebe Cemiyeti Yay. No. 9, 1934.
2- Adlî Tıp Dersleri. Ankara Huk. Fak. Talebe Cemiyeti Yay. Seri 2, No. 13/1, 1938

6. Kitapları 1- Ölüm ve şahadet. Ankara 1937 Recep Ulusoğlu Basımevi.

169 s. (Ankara Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti Neşriyatı) 2- Adlî Tıb. Ankara 1938 Recep Ulusoğlu Basımevi. 110 s. (Ankara Hukuk Fakültesi Neşriyatı. Seri: 2) 3- Tıbbı adlî. Ankara 1939 Çankaya Basımevi. 78 s

7. Etüt - Makale - Konferansları 1- Şahadet ve psikoloji. (Adlîye Ceridesi 1935, Sa. 8, s. 483-503) 2- Şahidin ahlâkı. (Adlîye Ceridesi 1935, Sa. 9, s. 532-556) 3- Türk Ceza Kanunu üzerinde incelemeler. (Adlîye Ceridesi 1935, Sa. 10, s. 583-595; S. 11, s. 623-638) 4- Medeni hukuk alanında adlî tıppın rolü. (Adlîye Ceridesi 1936, Sa. 15, s. 943-960) 5- Mayubiyet meselesi. (Adlîye Ceridesi 1938, Sa. 4, s. 465-470)

Eserleri incelendiğinde de anlaşılacağı üzere Prof. Dr. Fahri Ecevit, Adlî bilimlerin; Adlî tıp, Adlî tanatoloji, kriminoloji, tıp hukuku ve ehlihibrelik (bilirkişilik), Adlî psikiyatri ile marazi ruhiyat (ruh hastalıkları) gibi birçok dalıyla yakından ilgilenmiştir.

Bunun yanında, yeni kurulan Cumhuriyet’in sosyokültürel yapısı göz önünde bulundurulduğunda, medeni hukuk ve çocuk hakları gibi ciddi öneme haiz olan konularla ilgili çalışmalarda bulunmuştur.

Bu çalışmalar sadece yazılı eserler vermek şeklinde kalmamış, kimi zaman herkesin katılımına açık olarak Halkevi’nde düzenlenen “Adlî Tıbbın Medeni Hukuk Alanındaki Rolü” konferans serisi ile kimi zaman da o dönemde dikkatleri üzerine toplayan o programları ile olmuştur (3).

Bilimsel alandaki başarısının yanı sıra iyi derecede Fransızca bildiği için dünyayı sürekli takip eder, edebiyat ile de yakından ilgilenirdi.

Bir dönem gazetecilik de yapmasının yanı sıra Ulus Gazetesi’nde fıkraları da yayınlanmıştı (3).

Kendisinin gazetecilik faaliyetleri ile birlikte edebiyata, şiire ilgi duyması ve eşi ressam Fatma Nazlı Hanım’ın da sanat ile yakından ilgilenmesi neticesinde, çocukları Bülent Ecevit’in hayatının da adeta annesi ile babasının bir sentezi gibi şekillendiğini söyleyebiliriz.

8. Milletvekilliği Dönemi Hayatın ve bilimin birçok alanında aktif olarak rol alan bir akademisyen olan Prof. Dr. Fahri Ecevit mevcut birikimi ve popülerliği ile siyasilerin de ilgisini çekmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, baba memleketi olan Kastamonu’nun milletvekili olarak görev almıştır (Resim 7) (1).

Resim 4-5-6. Ölüm ve şahadet. Ankara 1937. Tıbbı Adlî. Ankara 1939. Medeni Hukuk Anlamında Adlî Tıppın Rolü. Ankara 1936. Buran ve ark. / Adli Tıp Bülteni, 2017; 22 (1): 82-89 - 86 -

1943-1946 ve 1946-1950 yılları arasında 2 dönem yürüttüğü milletvekilliği görevinde meclis kürsüsünden yaptığı konuşmalarda; Adlî tabiplerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, çocuk mahkemeleri ile ıslahevlerinin kurulması, farik ve mümeyyiz olmayan çocukların ceza sorumluluğu ve rehabilitasyonu, kimsesiz ve terkedilmiş çocukların sorumluluğu ile medeni kanunun uygulanmasındaki taşradaki sorunlar gibi konulara değinmiştir.

Dikkat edildiğinde günümüzde bile bahsi geçen konuların birçoğunun ne yazık ki geri plana itildiği veya halen çözüm beklediği görülecektir.

Halbuki Prof. Dr. Fahri Ecevit bu konular ile ilgili olarak mensubu olduğu partiden teşekkül olan bir hükümet olmasına rağmen zaman zaman dönemin Adalet Bakanı’na sert eleştirilerde bulunmak suretiyle bu konuşmalarını gerçekleştirmiş hatta kimi zaman bu konuşmalarını bugün bile alışkın olmadığımız metaforlarla süslemiştir.

Örnek vermek gerekirse, 1946 yılında seçimlere itiraz başvurularında neyin delil olarak kabul edilmesi gerektiği üzerine girişilen bir tartışmada şahitlik kavramının tanımı konusunda, İngiliz filozof ve bilimadamı Francis Bacon’ın “Critique du Temiyage” eserine atıfta bulunmuştur (14): “16. ve 17. asırda meşhur filozof Bacon ‘Şehadet, bilhassa adet fazlalığıyla inanmayı icab ettiren bir vakıa değildir, bu öyle bir vakıayı maneviyedir ki, şehadet için hüküm sırasında yapılacak şey ancak tartılmadır’ der.

Binaenaleyh ben kendimi davete uyarak buraya gelmiş ve hemen bir şahit gibi saydığım için benim sözlerime de pek inanmamanızı rica ediyorum. Kendim şehadetten şüphe ederken sizleri nasıl o sıfatla iknaya cüret edebilirim.” demiştir (15).

9. Adlî Tabiplerin Çalışma Koşullarıyla İlgili Meclis Konuşmaları Görev yaptığı iki dönemde de, söz aldığı oturumlarda çözüm aradığı bir konu Adlî tabiplerin çalışma sorunlarının iyileştirilmesiydi.

1945 yılında yaptığı meclis konuşmasında; “Değerli arkadaşlarım, Adlî tabibin gördüğü vazifenin ehemmiyeti yüksek heyetinizce malumdur.

Hâkimler hüküm verebilmek için bilhassa böyle tabipliğe mütaallik hükümlerde mütehassıs bir hekimden aldıkları emniyet verici, yürek ve gönülleri rahat ettirici teminat üzerine daha rahat, daha iyi hükümler verilebilir. (…) Neden şimdiye kadar Adlî tabip bulamıyorduk?

Biliyorsunuz ki, Adlî tabip, Adlî tıp ihtisasına bağlanmış olan hekim vazifeye başladığı andan itibaren sadece bir memur kalmağa mecburdur. (…) Hekimlik etmesine imkan mevcut değildir şu bakımdan, çünkü, Adlî tabip bütün ihtisas zeminini sadece yaralanmış veya ölmüş olan vatandaşların Adlîye işine, hakimin işine yaraması bakımından tetkik eder ve icabeden cihetleri mütalaa eder.

Yaralıya bakar fakat yarasını iyi etmek için değil. Ne suretle yaralandı, neden yaralandı, nereye kadar ve ne dereceye kadar yaralandı bunun neticesi ne olabilir, hakimin işine yarayacak şekilde bunları tetkik eder.

Hastaya da bakar fakat hangi sebeple; hangi suç yüzünden veya hangi hukuki ihtilafı mucip olacak bir mesele yüzünden hastalanmıştır, netice ne olabilir. (…) sağlam iyi bir Adlî tabip yetişebilmesi için daha yapacak birkaç şey vardır.

O da şudur; Adlî tabip böyle memur kadrosunda, memurlara tahsis ettiğimiz kadrodan biraz dışta, refah seviyesine daha çok yakın bulundurmak. Arkadaşlar bunlar eksperdir, ehli hibredir. Bunlar memur değildir.

Bunların verdiği bir rapor hakimi şu veya bu istikamete göre kararını değiştirir. Yine Adlî tabiplerin vereceği bir hükümle, bir raporla bir kimsenin hayatına tasarruf edebilir. (…)

Kendisine bu kadar cemiyeti alakadar eden mesuliyetler tahmil edilen bir doktor arkadaşın sadece bir memur kadrosu içinde kalması halinde zannediyorum ki bu mesleğe rağbet edecek kimse bulmak zorlaşır. (…) (16).” demiştir.

Prof. Dr. Fahri Ecevit’in yaptığı bu konuşmaya kendisinin ardından söz alan, Türkiye Cumhuriyeti’nde çağdaş Nöropsikiyatri biliminin kurucularından olan ve aynı Resim 7 - Prof. Dr. Fahri Ecevit’in Milletvekilliği Dönemine Ait Bir Vesikalık Resmi. Buran ve ark. / Adli Tıp Bülteni, 2017; 22 (1): 82-89 - 87 - zamanda Adlî tıp uzmanı olan Ord. Prof. M. Hayrullah Diker de kendisine destek olmuştur; “Fakat Meclis-i Tıbbi Adlî esasen teşkilatına dâhil olduğum halde bizim de yapıp da beğenmediğimiz bir müessesedir. Bu, tıbbi Adlî itibariyle büyük bir iş görmez.

(…)Sağlık Bakanlığı’ndan hekimler alarak Adlî tabip yetiştirme yolunu çıkar bir yol olarak tasavvur etmişler. Fakat zannediyorum ki, bu da netice vermez. Bir kere Fahri Ecevit arkadaşımızın dediği gibi tabibi Adlî çok az yetişir”(…) demiştir

(17). 1946 yılında yaptığı meclis konuşmasında; “Çünkü Adlî tabip mesleğine

kimse rağbet etmemektedir. Meslek icabı diğer hekimlerin faydalandıkları bir nevi intifa imkanından mahrum kalmaya da mecbur ve mahkumdurlar.

Kimse hastalığı sebebiyle otopsi yaptırır gibi, yaralı gibi muayene için Adlî tabibe müracaat etmemektedir. (…) Adlî tabipler sadece şahit değildirler, aynı zamanda şahit oldukları kadar hakimdirler. (…) Adlîye emrinde, kaza emrinde fedakarlıkla ve feragatla çalışan bu hekim arkadaşlara lütfen refah imkanı verecek bir tertip hazırlasınlar. Adalet Bakanı arkadaşımdan bilhassa rica ederim

(18).”Günümüzden 70 sene öncesinde ifade edilmesine rağmen, karşılaşılan zorluklar göz önüne alındığında, bugün bile adlî tıp uzmanı hekimlerin kimi sorunlarının halen benzer içeriklerle devam ettiği görülebilmektedir.

Prof. Dr. Fahri Ecevit ise; günümüzde dahi geçerliliği olan yapıcı ve gerçekçi çözüm önerileriyle adli tıp uzmanı hekimlerin toplum içerisinde maddi ve manevi olarak hak ettiği konumda olması için çabalamıştır.

Çocukların Ceza Sorumluluğu ve Islahevleri ile İlgili Meclis Konuşmaları Prof. Dr. Fahri Ecevit, çocuk hakları ile ilgili yaptığı meclis konuşmalarında, özellikle; çocuk ıslahevlerinin koşulları ve suça sürüklenen çocukların ceza sorumluluğu ile çocukların rehabilitasyonu konularına değinmiştir.

1944 yılında yaptığı meclis konuşmasında; “Ceza kanunu 11 yaşını bitirmemiş olan çocukları işledikleri fiillerden dolayı mesul olmadığını söylemektedir.

Buna mukabil, 11 yaşını bitirip 15 yaşını geçmemiş çocuklar için kayıt ve şart koyulmuştur.

Eğer mülahazası yerinde, temyiz kudreti inkişaf etmiş, suçu bilerek işlemişse onu alıyor yine ıslahevine koyuyor.

Bizim ıslahevimiz 4-5 sene oldu yapılalı, Keçiören’e giderken yol üzerinde Kalaba Köyü denilen yerde.

Bendeniz Avrupa’da da gezdim, gerek Fransa’da, gerek Belçika’da ve gerekse de İtalya’da, fakat bundan iyisini görmedim. (…)

Bu çocuk suçu nerede işlemiş; anasının-babasının muhitinde.

Ben diyorum ki bilhassa bizde suç işlemeğe müsait olan çocukların geliştiği sosyal atmosfer son derece suç işlemeğe müsait bir vaziyettedir.

Bunları anasının babasının yanından alalım.

Farik ve mümeyyiz olmasa dahi çocukları bu kurumda veya buna benzer oluşturulacak kurumlarda nezaret altında bulunduralım.

Bir adam kazanmak mühim bir şeydir, o halde bu adamı kazanmak ve (kötü) bir adamı kaybetmek, iki defa kazanmak demektir.

11 yaşını bitirmemiş çocuklar, son derece yumuşak, son derece telkine uygundur, tesir altında kalır. (…)

Şimdi 11 yaşını bitirmiş ve cezası 1 seneden fazla olan farik mümeyyiz çocuk ıslahevine gönderilecek, telgraf çekiliyor; yer var mı, yok, nerede beklesin; tevkifhanede (cezaevinde) ! Kimlerle bekleyecek, büyük suçlularla ! Ahlaken büsbütün sukut edecek olan ıslahevlerine sevketmek istediğimiz çocuk, müddetini umumi hapishanede geçiriyor. (…) (19).” demiştir.

1945 yılında yaptığı meclis konuşmasında; “5-6 ay için mahkumiyet kararı verilen çocuklar ıslahevine alınmamakta, sokaklara terkedilmekte ve 18 yaşını geçtikten sonra cezalarını çekmeğe davet edilmektedirler. (…) Hani kendisini bu cürme götüren amillerin kaynadığı eski muhiti var ya, bu çocuğu 18 yaşına kadar o cemiyete (sosyal çevreye) düşmeğe mecbur ediliyor.

Sonra ne oluyor?

İkinci defa bir suç işliyor, suçlar devam ediyor, fermantasyon artıyor, itiyadi suçlu oluyor. Bu mahalde daha fenası oluyor; çocuk ıslahevine girmeden, tevkifhaneye (cezaevi) giriyor. (…) Yani bir çocuk geldi on gün-bir ay mevkuf (tutuklu) kaldı, çıktı; virülansı daha da arttı yeniden, suçluluk azgınlığı arttı. (…) Hükümetten rica ediyorum, bize bu çocuklar için bir ıslahevleri yapsın, hem de müddeti 6 aya kalmasın. (16).” demiştir.

1947 yılında yaptığı meclis konuşmasında; “ Çocuk mahkemeleri kurmak, çocuklara mahsus bir usulü muhakeme vücuda getirmek, hulasa antisosyal fiiller işlemiş, suçlu haline gelmiş küçüklerimizin daha ilmi yollarla, daha psikolojik esaslara dayanarak ve pedagojik davalara istinat eden yargılamalarına ve haklarında o yargılama neticesinde verilecek kararlara varma imkanlarına doğru yol açılmış olur.

Çocukları, çocukluk çağında eğitmekle husule gelecek neticeler, erişkinlere göre daha parlak ve verimli olur. (…) (21).” demiştir.

Suça sürüklenen çocukların ceza sorumluluğu, gözaltı, tutukluluk ve hükümlülük süreçleri, mevcut çocuk cezaevlerinin durumu ve bu çocukların rehabilite edilmesi ne yazık ki bugün de ülkemizde sıkça dile getirilen ve çözüm aranan bir sorunlar yumağıdır.

Prof. Dr. Fahri Ecevit’in ısrarla üzerinde durduğu; çocukların ait olduğu cemiyet yani yaşadıkları sosyal çevre, bu çocukların suça sürüklenmelerinde temel rol oynamaktadırlar.

Bugün dahi Adlî tıp polikliniklerine yönlendirilen suça sürüklenen 12-15 yaş arasındaki çocukların birçoğunun işledikleri fiilin, hukuki anlam ile sonuçlarını algılayamadığı ve davranışlarını yönlendirme yeteneklerinin yeterince gelişmemiş olduğu tespit edilmektedir.

Hatta ne yazık ki zaman Buran ve ark. / Adli Tıp Bülteni, 2017; 22 (1): 82-89 - 88 - zaman 12-15 yaş aralığındaki suça sürüklenen çocuklar ile ilgili olarak, işledikleri fiilin hukuki anlam ile sonuçlarını algılayabilme ve davranışlarını yönlendirme yeteneklerinin yeterince gelişmiş olmasıyla ilgili tıbbi görüş dahi alınmadan, aylarca tutukluluk dönemi yaşandığına rastlanmaktadır.

Fakat burada önemle üzerinde durulması gereken nokta; bu çocukların ceza sorumluluğu olup olmaması ya da tutuklanması değildir, bu çocukların rehabilite edilmesidir.

Bu çocukların rehabilitasyonu da, ancak Prof. Dr. Fahri Ecevit’in dediği gibi; kapılarında kilit dahi olmayan, içerisinde polis ya da jandarmaların olmadığı, suç veya ceza mefhumlarının değil rehabilitasyon ile çocuğa meslek, sanat ile güzel alışkanların kazandırdığı merkezlerle olabilecektir.

Prof. Dr. Fahri Ecevit’in, uygulanabilirliği ve fizibilitesi kalkınmış ülkelerde dahi bugün bile tartışılan, suça sürüklenen çocukların rehabilitasyonu konusuna; ülkemizin ve dünyanın koşulları göz önünde bulundurulduğunda, bulunduğu dönemin çok ötesinde çözüm önerileri sunduğu dikkati çekmektedir.

Korunmaya Muhtaç Çocuklar ile İlgili Meclis Konuşmaları Türkiye Cumhuriyeti tarihinde korunmaya muhtaç çocukların sorunlarının saptanması ve giderilmesine yönelik ilk çalışmalar Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin VII. Çalışma Dönemi olan 1943-1946 yılları arsında yapılmıştır.


Bu amaçla kurulan 30 kişilik komisyonun başkanlığına da Prof. Dr. Fahri Ecevit getirilmiştir, komisyon yaptığı çalışmaların ardından 1945 yılında “Kimsesiz, Terk Edilmiş Ve Anormal Çocukların Korunması Hakkında Kanun” adında bir kanun tasarısı hazırlamıştır.

Fakat ne yazık ki bu tasarı ancak 4 sene sonra 1949 yılında, kendisi de çocuk hastalıkları uzmanı olan Dr. Behçet Uz’un Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı olduğu dönemde “Korunmaya Muhtaç Çocuklar Hakkında Kanun” adıyla kabul edilmiştir. 5387 sayılı bu kanun; ülkemizde korunmaya muhtaç çocuklar ile ilgili çıkarılan ilk kanun olma özelliğindedir (22).

1948 yılında yaptığı meclis konuşmasında; “Anormal çocuk deyince ruhen anormal çocuklar mevzubahistir.

Anormal çocuk bahsinde arkadaşımızın şimdi söylediği gibi geri çocuk, karakteri bozuk çocuk, zekası noksan çocuk, manevi hayatında şu veya bu çöküntüye maruz kalan çocuklar mevzubahistir. Yani aklı herhangi bir surette geriliğe, aksaklığa maruz kalmış çocuklar mevzubahistir. Bu bakımdan bu çerçeve içinde sağır-dilsizler başta gelir. (…) Bunun için ki; sağır-dilsizlerin ve körlerin reşit oluncaya kadar gözetilmesi fıkrasının maddeye eklenmesini, yani; bu çocukların geliştirilmesi ve yetiştirilmesinin Sağlık Bakanlığı’na nakledilmesini uygun buluyorum, buna dair bir önerge verdim (23).” demiştir.


Medeni Kanun ile İlgili Meclis Konuşmaları Medeni Hukuk konusu, Prof. Dr. Fahri Ecevit’in özellikle ilgilendiği, zaman ayırdığı, eserler verdiği ve hatta Halkevinde yaptığı söyleşilerde vatandaşları bilgilendirdiği bir konu idi. Bu konuyla ilgili kendisinin söyleşilerinden derlenen “Medeni Hukuk Alanında Adlî Tıbbın Rolü” isimli 1936 tarihli bir eseri de bulunmaktadır.

1945 yılında yaptığı meclis konuşmasında; “Yalnız realite şudur: Medeni Kanunumuzun hükümlerine aykırı olarak 700 Bin vatandaş evleniyor ve biz onların çocuklarını 10 senede bir tescil ediyoruz. Acaba bu vatandaşların Medeni Kanunun hükümlerine uyarak evlenmelerine davet edemez miyiz ? (…) Değerli arkadaşlarım, evlenmek işini kolaylaştırmak lazımdır, başka çaresi yoktur. (…) (24).” demiştir.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde birçok alanda inkılaplar gerçekleşirken, toplum yaşamına getirilen yenilikler önemli bir yer tutmaktaydı. 1926 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu ile vatandaşların medeni hayatının düzenlenmesi, daha modern bir hale getirilmişti.

Fakat Prof. Dr. Fahri Ecevit’in meclis konuşmasından da anlaşılacağı gibi; asırlar boyunca, İslam hukuku (Fıkıh) ve eserleri doğrultusunda verilen fetvaların tasnifi ile oluşturulan Kanunnameler ile düzenlenen bir medeni yaşamın etkisinde olan toplumun, yeni inkılaplara uyum sağlaması kolay olmamıştır.

Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden yaklaşık 20 sene sonra halen yaşanan yasaya aykırı evlilikler ve yaşanan sorunlar olduğu belirtilmektedir. Günümüzde de resmi olmadan, tek başına imam nikahı adı altında yapılan evlilikler ve sonrasında özellikle anne ile çocuklarının yaşadığı sorunlarla sıkça karşılaşılmaktadır.

Prof. Dr. Fahri Ecevit ise yine hekimlik tecrübeleri ve aydın kişiliğinin bir sentezi ile; bu sorunun çözümünün cezai yollar ile mümkün olmadığını, halkı bilinçlendirmenin, vatandaşları motive edici düzenlemeler gerektiğinin ve hatta toplumun yerel yöneticilerinin de bu sorunun çözümüne dahil edilmesini önermiştir.

Kaynaklar 1. TBMM Albümü 1. Cilt (1920-1950). TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınları No: 1, 2010. 2. Daday İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Web Sayfası. Erişim Tarihi: 18/01/2017 http://daday.meb.gov.tr/fahriecevit.html 3. Keçeci ÖE. Türkiye Cumhuriyeti Siyasetinde Bülent Ecevit; 2-4. 4. Çetin, M. Çinli Hoca›nın torunu Ecevit. İstanbul: Emre Yayınları; 2006. 5. Dündar C, Akar R. Karaoğlan. İstanbul: Can Yayınları; 2016. 6. Avcı M, Şahin İ. Geleneksel Kastamonu Mutfağı ve Yemek Kültürü. Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi. 2014; 6: 45-46. 7. Belli, OŞ. Çocukluğundan Liderliğine Kadar Bülent Ecevit. İstanbul: Ak Kitabevi; 1975. Buran ve ark. / Adli Tıp Bülteni, 2017; 22 (1): 82-89 - 89 - 8. İnan, A. Tarihe tanıklık edenler. İstanbul: Çağdaş Yayınları; 1997. 9. Kısakürek NF. Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları; 1999. 10. Muradoğlu A. İstiklal Mahkemeleri, babalar, oğullar ve torunlar. Erişim Tarihi: 18/01/2017 http://www.yenisafak. com/yazarlar/abdullahmuradoglu/istiklal-mahkemeleri-- babalar-ogullar-ve-torunlar-21133 11. Ankara Hukuk Fakültesi Ellinci Yıl Armağanı 1925-1975 Cilt: 1. Ankara: Sevinç Matbaası; 1977. 12. Ankara Hukuk Fakültesi Öğretim Üye ve Yardımcıları Bibliyografyası 1925-1975. Ankara Üniversitesi Basımevi, 1977. 13. Ankara Halkevinde Hukuk İlmini Yayma Kurumunun İkinci Konferansı. Ulus Gazetesi. 7 İlkkanun 1935. 14. Çufalı M. Türk Parlemento Tarihi TBMM - VIII. Dönem (1946-1950) 1. Cilt. TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları; 2012. 15. TBMM Tutanak Metinleri; Birleşim:8 - 26.8.1946 - Oturum:1; 135. 16. TBMM Tutanak Metinleri; Birleşim:14 - 19.12.1945 - Oturum:1; 203-207. 17. TBMM Tutanak Metinleri; Birleşim:14 - 19.12.1945 - Oturum:1; 211. 18. TBMM Tutanak Metinleri; Birleşim:19 - 19.12.1946 - Oturum:1; 290. 19. TBMM Tutanak Metinleri; Birleşim:60 - 24.05.1944 - Oturum:1; 246-248. 20. TBMM Tutanak Metinleri; Birleşim:59 - 22.05.1945 - Oturum:1; 264-266. 21. TBMM Tutanak Metinleri; Birleşim:24 - 27.12.1947 - Oturum:3; 444-445. 22. Çağlar, D. Türkiye’de Korunmaya Muhtaç Çocuklar ve Eğitimlerine Genel Bir Bakış. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. 1973; 6(1): 59-112. 23. TBMM Tutanak Metinleri; Birleşim:65 - 31.05.1948 - Oturum:1; 574-575. 24. TBMM Tutanak Metinleri; Birleşim:46 - 25.04.1945 - Oturum:1; 91-93. Buran ve ark. / Adli Tıp Bülteni, 2017; 22 (1): 82-89


Nazlı Ecevit
Türk ressam Nazlı Ecevit 1900’de İstanbul’da doğdu.
Albay Emin Turgut’un kızıdır. Kız Öğretmen Okulu’nu bitirdikten (1915) sonra İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk öğrencileri arasına katılan Nazlı Ecevit, ilk resim derslerini Mihri Müşfik hanımdan  aldı. Bu arada Ömer Adil ve Feyhaman Duran‘ın yanında çalıştı.
1922’de okulu bitirince, uzun bir süre resim çalışmalarına ara vererek İstanbul Nümüne Rüştiyesi’nde, Ankara Kız Lisesi’nde ve Musiki Muallim Mektebi’nde öğretmenlik yaptı.
Daha okul sıralarında Galatasaray sergilerine katılan Nazlı Ecevit, Ankara’daki ilk sergisini Amerikan Kültür Merkezi’nde açtı. Daha sonra bir kaç özel sergi daha düzenledi, Güzel Sanatlar Birliği’ne girerek, bu Birliğin ortak sergilerine resim verdi.
Uluslararası Kadın Kulübü’nün Paris’te düzenlemiş olduğu bir sergiye katıldı. Başta Resim ve Heykel Müzesi olmak üzere bir çok özel  ve resmi koleksiyonlarda eserleri bulunmaktadır. Ayrıca, Bülent Ecevit’i yetiştiren örnek bir annedir.
Sanat Anlayışı
Nazlı Ecevit, Türk resminin imparatorluktan cumhuriyete geçiş döneminde, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nden aktarılan akademik ve yarı empresyonist eğilimin temsilcilerindendir. Güzel Sanatlar Birliği’nin çatısı altında, kemikleşmiş bir anlayışın uzantısı halinde sürmekte olan bu eğilimin, en yumuşak ve esnek biçimini Nazlı Ecevit’in renkçi, doğa izlenimlerine olabildiğince açık paletinde kendini gösterdiği söylenebilir.
Doğanın mevsim değişikliklerine bağlı görüntüleri, sanatçının resimlerinde empresyonizmin biraz da formüle edilmiş bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Ama sanatçıyı yalnızca bir manzara ressamı olarak görmemek gerekir. Portrelerinde daha kişisel bir anlatım yakalamayı başarmıştır. Desenin sanatçının resminde rengi dengeleyen, hatta bazı yerlerde rengin etkisini ikinci plana iten bir sağlamlık olduğu söylenebilir.
Sanatını “gerçekçi-empresyonist” olarak tanımlayan sanatçı okulda gördüğü bağlayıcı eğitimin katı disiplinini hiç değiştirmeden uygulamıştır. Bu eğitimin dışa dönük etkilerini de, akademik bir yetişme biçiminin kaçınılmaz gereği olarak kabullenmiştir. Bu iki yönlü gelişme, sanatında çok sınırlı bir yeniliği ve akademik anlamlı bir empresyonizmi getirmiştir. Modernlerden çok, empresyonistlere yakın görünmesi bu anlayışın zorunlu bir sonucudur.
Uzunca bir dönem devletin de desteklediği “resmi” bir estetiğe dönüşmüş olan ve geniş bir ressam kesimi tarafından benimsenen söz konusu anlayış, Nazlı Ecevit’te bir okula bağlı olmanın katı çizgilerini taşımaz. Yaşamı ve insanları sevdirmekten yana olan (yapıtları, kolayca benimsenebilir çizgiler taşır) sanatçı, geniş kitlenin beğenisini göz ardı etmez, ama o kitleye ödün vermek yanlısı da değildir. Klasik ölçüleriyle resmini yönlendiren, yönelten başlıca etmenlerin, nitelik ve değer olduğu söylenebilir. Çağdaş Türk resminin, XIX. yy. sonlarında doğa ve okul paralelinde gelişen ince ve alçakgönüllü tavrı, Nazlı Ecevit’in resmi için de değişmeyen bir ölçü oluşturmuştur.
Kaynak, https://www.istanbulsanatevi.com/turk-ressamlar/nazli-ecevit-hayati-ve-eserleri/


Bülent Ecevit

Mustafa Bülent Ecevit[2] (28 Mayıs 1925, İstanbul - 5 Kasım 2006, Ankara),
Türk gazeteci, şair, yazar, çevirmen ve siyasetçidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin eski başbakanı, çalışma bakanı, devlet bakanı ve başbakan yardımcısıdır. 1974, 1977, 1978-1979 ve 1999-2002 yıllarında beş kez Türkiye başbakanlığı görevini üstlenmiştir. 1972-1980 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlığında, 1987-2004 yılları arasında ise Demokratik Sol Parti genel başkanlığında bulunmuştur. 1961-1965 yılları arasında İsmet İnönü tarafından kurulan hükûmetlerde çalışma bakanı olarak yer almıştır. Ecevit, 20 Temmuz 1974 tarihinde ilk Kıbrıs Harekâtı'nı, 14 Ağustos 1974 tarihinde ise "Ayşe tatile çıksın." parolasıyla ikinci harekâtı başlatmıştır. 1999'da Başbakanken PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan, Kenya'da yakalanarak Türkiye’ye getirilmiştir. 1974'te genel af, 2000'de eşi Rahşan Ecevit'in etkisi ile Rahşan Affı'nı çıkarmıştır. Anne tarafından dedesi olan Medine Harem Şeyhi Hacı Emin Paşa'dan kendisine kalan Medine'deki yüklü mirası 2005 yılında Türk hacılarının yararlanması koşuluyla devlete, Diyanet İşleri Başkanlığına bağışlamıştır.[3][4]
Siyasi kariyerine ilk 1954 yılında CHP'de başlayan Ecevit, ilk defa 1957 genel seçimlerinde CHP Ankara milletvekili olarak Meclise girmiştir. 1972 yılında istifa eden İsmet İnönü'nün yerine genel başkanlığa seçilmiştir. Genel başkanlığı sırasında partisi 1973 genel seçimlerinde %33,3 oy almıştır. 1974 yılında genel başkanlığını Necmettin Erbakan'ın yaptığı Millî Selamet Partisi ile kurduğu koalisyon hükûmetinde ilk defa başbakanlık görevini almıştır. Başbakanlığı döneminde, Haziran 1971'de Amerika Birleşik Devletleri'nin baskısıyla yasaklanan haşhaş ekimi 1 Temmuz 1974'te serbest bırakılmıştır. Ardından Kıbrıs Barış Harekâtı yapılmıştır. Bu gelişmelerden sonra Ecevit’in başbakanlığındaki Türkiye Amerikan yaptırımları ile karşılaşmıştır. Amerikan ambargosu üzerine ASELSAN 1975'te başka bir hükûmet tarafından yapılmıştır.[5] 10 ay süren koalisyon hükûmeti Ecevit'in istifasıyla dağılmıştır. 1977 genel seçimlerinde parti, oy oranını %41,4'e çıkarmıştır. Bu oy oranı, sol görüşlü bir partinin çok partili siyasal yaşamda kazandığı en yüksek oy oranı olarak Türkiye tarihine geçmiştir. 1978 yılında yeni bir hükûmet kurarak tekrar başbakan olmuştur. Ecevit bu dönemde, Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye'ye uyguladığı ambargonun Eylül 1978'de kesin olarak kaldırılmasından sonra Amerikan üslerini yeniden faaliyete açmıştır.[6] 1979 yılında ara seçimlerde başarısızlığa uğrayınca görevden çekilmiştir.

Ecevit, 12 Eylül Darbesi sonrası diğer bütün partilerin ileri gelenleriyle birlikte 10 yıl siyaset yasaklıları kapsamına alınmıştır. Siyasal yasağı devam ederken eşi Rahşan Ecevit'in başkanlığında Demokratik Sol Parti kurulmuştur. 1987 yılında yapılan referandumla siyasal yasağı kaldırılınca (%50,16) DSP'nin başına geçmiştir. 1987 Türkiye genel seçimlerinde partisinin milletvekili çıkaramaması üzerine aktif siyasetten ve genel başkanlıktan ayrılacağını açıklamış ancak 1989'da aktif siyasete dönmüştür. 1997'de kurulan ANAP-DSP-DTP koalisyonunda başbakan yardımcısı olarak görev yaptı. 1999'da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonu ile yeniden başbakanlık koltuğuna oturmuştur. 2002 Türkiye genel seçimlerinde partisi %1,22 oy oranı ile baraj altında kalmış ve seçilememiştir. 2004 yılında yapılan DSP 6. Olağan Kurultayı ile aktif siyaseti bırakmıştır. 5 Kasım 2006 Pazar günü dolaşım ve solunum yetmezliği sonucu ölmüştür.

WİKİPEDİ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum