Tam Üç Kuşak Sanatla İç İçe Ve Üç Kuşak Sinemacılar

Bugün artık üçüncü kuşak sinemacılar olarak; akademik kariyerleri ile perçinleştirdikleri kariyerlerinden; bir baba-oğul ile sinema perdesini aralıyoruz. Hem sinemayı hem kendi soluklarını yaşatma telaşında, Beyoğlu Majistik Sinemasının sahipleri, Şahin Dilbaz ve büyük oğlu Fırat Dilbaz ile bir röportaj gerçekleştirdik.

Tam Üç Kuşak Sanatla İç İçe Ve Üç Kuşak Sinemacılar
12 Ekim 2020 - 12:16 - Güncelleme: 13 Ekim 2020 - 23:01
Şahin bey, baba ve amcasından devir aldığı sanat ve işletmeciliği oğullarına teslim etmiş durumda. Uzaktan izliyor ama bir babanın gölgesi hep üzerlerinde. Büyük oğlu Fırat Dilbaz, kendisi ile beraber. Amerika Alabama Üniversitesinde, 4 yıl Sinema TV ardından, 4 yıl İstanbul Üniversitesi Reklam bölümünü bitirmiş. Babası ile birlikte 3.kuşak sinemacı olmaktan hala zevk alıyor, tüm zorluklarına rağmen dedesinden miras aldığı meslekten, gurur duyuyor.

Gündemi iyi takip ediyor. Uzun yıllardır Türkiye'deki Sinema Salonları için Yabancı film ithalatı da yapıyor ve Dünya sinemasından en yeni ve güncel filmleri, tüm Türkiye'deki sinema salonlarında vizyona sunuyor. Bunların dışında, Türkiye'deki Ulusal kanallara bu filmlerin satışını yapmakta.

Ortanca kardeş 7.sanattan değil o, İstanbul Şehir Tiyatrolarının ödüllü bir sanatçısı, Uğur Dilbaz. Yakın zamanda ücretleri ödenmeyen Zihni Göktay’ın kızı,  eşi Zeynep ile dizi ve reklamlarda rol almakta. Eşi de kendisi gibi Şehir Tiyatroları sanatçısı. En küçük kardeş, Kerem’de Amerika’da Üniversite ve master sonrası, Majestik Film Sinema ve Otelcilik Cafe sorumlusu. 2021 yılında açılacak olan otellerine Genel Müdür olarak atanacak.

Şahin Bey, siz kuşaktan kuşağa hem sanat hem ticaretin içindesiniz.
Bu süreç nasıl başladı?
Nasıl gelişti?

*Rahmetli amcam Osman Nami (1936-1986) ve babam, Kemal Dilbaz’dan(1931-2004)devir aldım. Bu aslında Kayseri’den geliyor. Geçmişte, şimdinin temsilciliği gibi amcam, Nami İstanbul’a gelirken. Babam ise Adana’ya gidiyor. Ben, amcam ile birlikte neredeyse 10 yıl, Türk Sinemasında aklınıza kimler geliyorsa onlarla film çektik. Zamanında içlerinde Küçük Emrah’ın da bulunduğu 6,7 film de var. 35 yıl, eskinin Rüya Sinemasında çalıştık. Hem film çekmek, hem sunmak.

-Birçok sanatçı ile karşılaştınız ama sizde yeri başka olan Yılmaz Güney ile tanışmanız, senaryonuzu kullanması ve oyuncu olarak, neler yaşadınız?
*Amcam Nami Dilbaz’ın yakın dostuydu, Sevgili Yılmaz Ağabey. Yaklaşık olarak 18 film çekildi. Yıl, 1970’ler…Kendisi ile birlikte Ürgüp’e gittik. Fatma Girik ile “ACI” filmini çekecektik. Ben daha çok prodüksiyon (yapım) işi, ekibin yemek işi, konaklama işleri hep bunlarla uğraşıyorum. Daha gencim tabii. Şimdi yaş yetmişe yaklaşıyor.

Çekim esnasında Ürgüp gibi bir yerde de bulununca bir oyuncuya ihtiyaç duyuldu.
Yılmaz Abi “Şahin’cim, sen oynar mısın?” dedi ve öylece girdim. Küçük bir roldü zaten. Film bitti, amcama döndü dedi ki: “ Kafamda bir film daha var. Gelmişken bir film daha çekelim. Buralar çok güzel”
Amcam, -Sermayem bu kadar, deyince.
* “-Ben, kendime çekiyorum”, deyip hemen İstanbul’dan birkaç arkadaşını çağırdı. Bilal İnci, Reha Yurdakul gibi. Böylelikle biz, Ürgüp’de AĞIT filmini de çekmiş olduk. Burada rolüm daha fazlaydı. Hem sahne arkası, hem film de görevliydim. Altmış beş gün kaldık.

-Yılmaz Güney ile çalışmak zor mu? Nasıl bir duygu?
*Çok güzel bir duygu onunla çalışmak. Ömrünü, hayatını sinemaya vermiş. Muhteşemdi. Çok seviyordu, sinemayı. Hastasıydı. Evet, bana yansımamış olsa da disiplinli yanı da vardı. Mesela, 1969-1970’li yıllarda, negatifti filmler. Negatif çekilirdi. Sonra onlar pozitif kopya olurdu, sinemalar için. Şimdi ise dijital oluyor. Şöyle yapardı, Yılmaz Ağabey o kadar işine tutkuluydu. Ürgüp’te çektiğimiz filmleri, otobüs firması ile İstanbul’a gönderir, yıkanır, pozitife çevrilir ve bizler, Ürgüp’te küçücük bir salonda acaba ne çekmişiz, nasıl olmuş diye heyecanla beklerdik. Gerçekten çok seviyordu işini. Kendisinden öğrendiğim birçok şey ile benim hayatımda henüz 17-18 yaşlarında bir genç için de son derece kıymetli. Geçen dostlar göndermiş bir fotoğraf, bakın “Güney, ölüm saçıyor” diye. Yılmaz Köksal, Yönetmen Yılmaz Atadeniz falan var. Herkes ne kadar genç. Kendisi ile bunun dışında Kayseri’de ve İstanbul’da da çalıştık. Ve eskiden biraz önce bahsettiğim gibi Türkiye’de bölgeler vardı. Bunlar; Samsun, İzmir, Adana, Ankara, İstanbul.4

-Peki, Rüya Sinemasını çalıştırdınız. Sinema salonlarına geçelim. Toplam kaç sene sinema işletmeciliği? Ve sinema nereye gidiyor?
*Elli yıldan fazla bu sektördeyim. Sinema çok kötüye gidiyor. Hele bu pandemi süreci, her sektör gibi bizleri de hem yordu, hem yıprattı. Rüya sinemasında kiracı olarak bulunuyorduk. Kafamda hep kendi yerimiz olsa, düşüncesi hep vardı. Nitekim 35 yıl sonra büyük bir inşaat firması geldi, aldı ve gitti. Sonra burayı aldım. İki binayı birleştirdim ama çok mücadele verdim. 8-10 yıl mücadele ve sonunda 2003 tarihinde açabildim, sırf sinema yapabilmek için.

Hele bu devirde Sinema yapabilmek, çalıştırmak, ruhsatını almak mucize ötesi bir durum. Düşünün, nereden, nereye geldik? İstiklal Caddesinde bir ben, bir Beyoğlu sineması açık. Haklılar, pandemiden korkuyorlar ama ondan önce de vardı. Mesele esas bu teknoloji. Şimdi seyirci buraya geliyor, kapıdan giriyor. Telefondan filmin fragmanına bakıyor, çoğu kez ona yetiyor! Daha da tehlikelisi ise daha vizyona girmeden kaçak, göçek filmi izlemek!

Ahlak erozyonu her yerde! Mesela, tanıştınız büyük oğlum Amerika’da sinema okudu. Yabancı film ithal ediyoruz. Filmleri de iyi takip eder. Geçmişte Hint Filmi getirdik, Raj Kapoor’un torunundan. Daha gösteremeden dizi olarak TV’de dönmeye başladı. RTÜK ile ispatladık. Kaç kez ispat ettik, mahkeme süreci yaşandı, kazandık ama beş kuruş, para alamadık. Deniyor ki: Ne var yani TV’de oynadıysa, senin için daha iyi reklam!

Bunun “telif hakkı” denen bir gerçeği var. İşte buna da saygımız yok, maalesef. Marketlerden dublaj yapılmış film alınıyor ve TV’ da gösteriliyor. TV kanalı var, sansür nedir? Bilmiyor.
4
-Ne yapmak lazım? Çözüm olarak, şunu yapabiliriz, diyebileceğiniz neler var?
*Evet, bir teknoloji hâkim. Bunun bir kısmı zaten doğal. Ama insanlar gelmiyor. Mesela biliyorsunuz, geçtiğimiz hafta tüm dünyada kutlandığı gibi ülkemizde de İBB (KÜLTÜR A.Ş.)-İTALYAN KÜLTÜR olarak, FELLINI’nin 100.yılında –ücretsiz-etkinlik düzenledik. Kimse gelmiyor. Toplasan 15 kişi. Üstelik bedava. Bu filmler, başyapıtlar. İnsanlar kolaya ve rahat olana alışmış. İster telefon, ister başka yoldan film izliyor. Üstelik sıradan insanımız da değil sadece bunu yapan. Baktığımızda sanatçılar, daha beter! Kimisi ile uğradıklarında sohbet etme imkânı bulduğumuzda, birebir gözlemliyorum zaten.
Sinema, film vizyona giriyor ve ilk günden çalınıyor! Geçtiğimiz hafta yaşadık, bir film geldi vizyonda. Salonda oynatıyoruz, yeni gelmiş. Dediler ki internette oynuyor!

-Bizim basın gösterimleri dâhil normal izleyici içinde, yasak görüntü almak. Nasıl yapıldığını düşünüyorsunuz?
*Yüksek ihtimal içerde makinistler ile anlaşılıyor. Bir ara çok sıkı denetim vardı şimdi onu da bıraktılar. Eskiden İstanbul Festivali, Atlas ve benim salon da basın gösterimleri yaparlardı. Hepsi bitti, dijital olarak servis ediliyor.

-Şunu diyebilir miyiz? Çünkü sizin yılların makinistiniz, Ali bey ile sohbetimizde, “seyirci de kalitesiz filmden dolayı bir dönem uzaklaştı ve TV kaydı” demişti. İnsanların gelmesi için ne gerekli size göre?
*İnanın 5,6 ödül almış filmleri bile getiriyoruz. Bunun belli bir izleyicisi var, bunlar geliyor ama insanlar kopuk. İnsanların sanatı sevmesi lazım. Bunun içinde yeni projeler üretilmeli. Aylar önceden insanlar yer ayırırken pandemi dışında ne oldu? Buna bakmak lazım. İşin en kötü kısmı ise neredeyse yedi yıldır bu salonu her hangi bir kazanç olmadan ayakta tutmaya çalışıyoruz. Mesela yaşayalım diye çay, kahve satıyoruz. Hanımefendi, fal bakıyor. Elektriğimi kurtarayım. Suyumu kurtarayım. Hepsi, tamam ama belki böyle bir çözüm getirilebilir, bizim gibi işletmeler için. Mesela Tiyatrolar için eğlence vergisi sıfırlandı. Sinema sektöründe ise yüzde 70’lerden düşe düşe, yüzde 10’a geldi. Şimdi normal bir esnaf gelir vergisi verirken ben, iki vergi ödemek durumundayım. Eğlence vergisi, her sattığım bilete yüzde 10 Belediye, yüzde 18 KDV. Hükümet, mobile, arabalara, inşaata vs kdv’yi 5 yapıyor ya da sıfırlıyor ama sinema da yok! Kültür merkezi değil miyim? Yüzde 18 Kdv, ağır tabii. Bunların tiyatro gibi kaldırılması lazım. Ayakta kalabilmek için şart. Bildiğim kadarı ile turizm belgeli yerlerde; su, elektrik bunların yarısı alınıyor. İnanın 20 Mart 2020 tarihinde kapattık, tüm giderleri ödedim. Elektrik, su ama sinemaya destek yok! Çok tiyatrolar da kapanıyor. Farkında mısınız? Eskiden bir, iki kişi gelse seyircimiz için oynardık. Şimdi mümkün değil! Emin olun şimdi içerde bir lamba var. Dünyanın parası. Makine için bir süre konmuş, örneğin 150 film oynatabilir. 150’den sonra kart doluyor. İsviçre ya da İngiltere’den o kart gelecek, makineme koyacağım ki film, yeniden 150 kez oynasın. İçinde ki lamba saatli, bir süre sonra bitiyor ve Türkiye’de yok. İthal oluyor. Gelene kadar beklemesi ayrı, Euro üzerinden olduğu için zaten çok pahalı.

Eski makineler ne kadar güzeldi. İşte gördünüz, 1950 İtalyan. Ne kadar güzeldi. Arada dişli sıyırır, tornacıya götürür, yapılırdı. Veya sonradan lambalı hali ile. Yüzyıllarca gitmiş! Dünyayı doyurmuş! Ne zaman bu dijital çıktı. Her şey bitti.

Bahsi geçen imkânsızlık içinde çekilen film, 1971 yapımı AĞIT. Şahin bey oldukça mütevazi bahsetmedi ama araştırırken karşıma çıktı. Her eğri ve doğru gibi. AĞIT Filmi, yani Yılmaz Güney’in “kafamda yeni projeler var, buralara kadar gelmişken bir film daha çekelim” dediği, Adana Film Festivali’nde; En başarılı film. En başarılı Yönetmen. Senarist, Erkek Oyuncu ve Görüntü Yönetmeni (Gani Turanlı) ödülüne hak kazanır. 1971-72 dönemi, Türk Sinema Derneğinin en iyi 10 filmi arasında EN İYİ seçilir. Milliyet Sanat Dergisinin açık oturumunda, Venedik Film Festivalinde elemeyi geçip, ilk 10 arasında girmesi dolayısı ile YILMAZ GÜNEY YILIN SANATÇISI olur. Yedinci Sanat dergisi, "konusuyla, anlatımıyla, oyun düzeniyle, ulusal nitelikler taşıyan tüm zamanların (1914-1972) en iyi 10 Türk Filmi” araştırmasında 7. olur. Bunlar kadar önemli olan diğer husus ise filmde Karga lakaplı Şahin Dilbaz’ın çekimler sırasında, gerçek olsun diye patlatılan fünyeler nedeniyle parçalanan kayalar yüzünden ve bir hafta yoğun bakımda kalmasına sebep olan sağlık sorunu. Fünye ile çatışma sırasında patlatılan ve dağdan inen oldukça büyük bir kaya parçası, kendisinde baygın halde –kafa travması ve omuz bölgesinde- hasara neden oluyor.
İşte EMEK. Artık üzülmesin bu insanlar!
 
EMEL SEÇEN, EKİM 2020 İSTANBUL
 
 
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum