RÖPORTAJ...AV. HÜSEYİN KARATAŞ: BEYKOZ TAM ANLAMIYLA HUKUK KEŞMEKEŞİ İÇİNDE
CHP Beykoz Belediye Başkan aday adayı av. Hüseyin Karataş, kendi deyimiyle birçok şapkayı takıp çıkaran renkli bir kişilik O, 5 yaşından beri hayalini kurduğu hâkimlik mesleği ile girdiği hukuk dünyasının bir yaveri olarak bir hukukçu şapkası, bir yandan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin Onur Kurulu Üyesi olarak eğitim destekçisi şapkası, bunun yanında Cüzzam ile Savaş Derneğinin 2. Başkanı olarak bir sağlık neferi şapkası, Ülke Politikaları Vakfı Başkanı olarak araştırmacı bir şapka, çocukluğunda Atatürkün yakasına taktığı rozetten etkilenerek, bir gün ben de bu rozeti taşıyacağım dediği günün yıllar sonrasında taktığı siyasetçi şapkası ve tabii bir aile reisi olarak da, baba şapkasına sahip
Avukat Hüseyin Karataş’ın, okuma yazması olmayan 9 çocuklu bir ailenin çocuğu olarak, hâkimlikten avukatlığa giden yolunun ve taşıdığı şapkaların hikâyesi bu söyleşide saklı.
İşte, sorularımıza verdiği cevaplar ile CHP Beykoz Belediye Başkan aday adaylarından av. Hüseyin Karataş…
Hüseyin Bey, sizi politik yaşamın içine iten şey nedir?
“Siyasi iktidar Atatürk ilkelerin kaldırılması yönünde ciddi bir çaba sarf ediyor.”
Ben politik yaşamı sadece 2013 yılında başlamış bir siyasetçi değilim. 1994 yılında Eyüp Belediye Başkan adayı idim. Çocukluğumda Atatürk’ün yakasında altı oklu rozeti taşıyan bir fotoğrafını görmüş ve “ bir gün o rozeti ben de yakama takacağım” demiştim! Dolayısıyla yaşamım hep demokrasi, insan hakları çalışmaları içinde geçti. Zira, hukukun olmadığı yerde ülkede ne insan hakları, ne demokrasi olur düşüncesindeyim. Ben bu düşünce ile yola çıktım. 1994 yılında bir görev verilmesi üzerine ise Eyüp’te CHP Belediye Başkan adayı oldum.
Bir hukukçu olarak İnsan hakları ve hukuk mücadelem sivil toplum kuruluşları içinde de devam etti. Geldiğimiz dönemde tekrar adaylık çalışmalarına başlamış olmamım sebebi ise şudur: Siyasi iktidarın insan hayatına müdahalesi ve ülkede Atatürk ilkelerinin bir bir ortadan kaldırılması yönünde sarf edilen çok ciddi bir çaba söz konusu. İşte ben bu çabanın karşısında tekrar adaylık çalışmalarına başladım. Çünkü yerel seçimler çok daha naiftir. Yerel seçimlerde eğer bölge insanına gerçekten dokunabilir, onların ruhuna hitap edebilir iseniz, seçim kazanma şansı vardır.
İşte bu düşünceyle, yerel seçimleri kazanmanın ardından, genel seçimleri almak yönünde ciddi bir hazırlık yapmak düşüncesiyle, siyasete Beykoz’dan Belediye Başkan aday adayı olarak tekrar devam ediyorum.
Siyasi kulislerde ifade edilen şu: CHP’nin Ankara’daki parti yetkilileri, yerel seçimlerde aday olacak kişinin “ hukukçu” olması gerektiğini düşünüyor… Bunun sebebi olarak da, Beykoz’un mülkiyet sorunları açısından sorunlu bir bölge oluşu ve Belediye Başkanı olacak kişinin de bu konulara hâkim olması gösteriliyor. Hatta Ak Parti’nin Beykoz’da şu ana kadar resmi açıklama yapmış bulunan iki aday adayı da avukat. Bu kulis dedikoduları konusunda siz neler söyleyeceksiniz?
Beykoz tam anlamıyla bir hukuk keşmekeşi içerisinde
Genel Merkez’de böyle bir düşünce olup olmadığını bilmiyorum; doğrusu bunu da ilk defa sizden duyuyorum! Ancak düşünce doğru! Çünkü Beykoz, baktığınız zaman hukuksal sorunlarının en yoğun olduğu ilçe. 2B’si ile, Özel Proje Alanları ile, ön görünümü ile, SİT alanlarıyla tam anlamıyla bir hukuk keşmekeşi içerisinde. Yasalardaki birbirine aykırı hükümler, uygulamadaki hukuka aykırı çalışmalar Beykoz’da bu işin bir hukukçu tarafından ele alınması gerekliliğini doğuruyor diye ben de düşünüyorum.
Çekmeköy’de metrekaresi 4TL, Beykoz’da bin TL’ye çıkan yerler var!
Benim Beykoz’da adaylık düşüncemin temelinde de o vardır. Örneğin, 2B ile ilgili bir yasa çıkarıldı. İnsanlara üzerlerinde oturdukları gayrimenkullerin satılacağına ilişkin bir umut verildi. Ondan sonra ise ortaya şöyle bir tablo çıktı: Çekmeköy’de 4 TL- 4 buçuk TL metrekare fiyatları Beykoz bölgesinde 300 TL, 600 TL’ye kadar, hatta yeri geldi bin TL’ye kadar çıktı! Bunlar ile ilgili bir şekilde indirim yapılacak ama yapılan indirimler birkaç yıl önce yapılan uygulamalar ile mukayese edildiğinde çok ciddi bir farklılık olduğu görülüyor.
İnsanların hukuki olarak muhafaza altına alınmaları gereken bir döneme girdik
Elinde olanağı olanlar, ‘ buraları alalım’ dediler, ancak bu sefer de karşılarına başka bir şey çıktı: Özel Proje Alanları! O da yetmedi; meselâ Polenezköy mıntıkası içerisinde bulunan 2B’ler ile ilgili de dediler ki, ‘ burası tabiat parkı!’ Tabiat parkı mı, SİT alanı mı, bedel mi? Şu anda insanların tam anlamıyla hukuki muhafaza alınmaları gerekli bir döneme girdik.
Kulislerde bahsettiğiniz bu söylenti, esasında 2011 genel seçimlerinde Parlamento’da da olması gereken bir şeydi! 2011’den sonra Parlamento’da yaşananlara baktığınız zaman, bu günün Türkiye’nin en iyi hukukçularının Parlamento’da yer alması gerektiği bir dönem olduğunu görebiliyoruz. Bugün hepimiz sürekli olarak hukuk konuşmuyor muyuz? Balyoz kararlarının onanması, Ergenekon Davası’nda inandırıcı olmayan bir sürü delil ile insanların mahkûm edilmiş ve ömür boyu hapis cezalarına çarptırılmış olmaları… Bütün bunlara baktığınız zaman, hukukun hayatın her alanında artık çok ciddi bir ihtiyaç haline geldiğini görüyorsunuz.
Beykoz’da Belediye Başkanı’nın gerçek anlamda bir hukukçu kimliği olmalı
İşte bu ihtiyaçlar, Beykoz’da da Belediye Başkanı’nın gerçek anlamda bir hukukçu kimliğinin bulunmasını ve bu kimliğin de halktan yana kullanılabilir durumda olacağı bir ortamın yaratılmasını gerekli kılıyor. Ben de bir hukukçu olarak Beykoz’a Belediye Başkanı olduğum takdirde, gerçek anlamda bu hukuki süreçlerin takibi ve halkın yararına çözümler üretilmesi yönünde ciddi bir çalışma yapabileceğimi söyleyebilirim.
Kanunlardaki çelişkilerden bahsediyorsunuz. Yani, bundan yola çırak, gelecekte Beykoz’u hukuki sorunlar bekliyor diyebilir miyiz?
Yasalardaki çelişkilerin varlığı çok net
Hiç şüphesiz! Çok ciddi sorunlar var. Yasalardaki çelişkilerin varlığı çok net. Ancak onun dışında baktığınız zaman, kentsel dönüşüm konusu var. Ben bu konuyu daha 1994 yılında Eyüp Belediye Başkan adayı iken dile getirmiştim. Gecekonduların yoğun olduğu bir bölgede, ‘ bir portakalı soyar gibi, bölgenin yaşam alanının dışına bir alan yaratalım ve o kuşağa sırasıyla evler ve parklar… yaparak, insanları buralara taşıyalım ve bu şekilde kenti yaşanabilir bir hale getirelim…’ demiştim.
Beykoz’da 4 kattan fazla bina olmamalı
Geldiğimiz noktada kentsel dönüşüm şöyle bir hale geldi; Siz - tapunuz olsun ya da olmasın- bir arazi üzerinde yaşıyorsunuz. Kentsel dönüşümün iki boyutu vardır. Birincisi, afet bölgesi, diğeri ise riskli yapı meselesi. Yani, sizin oturduğunuz yerde sizin planlamalarınız dışında yeni bir proje üretiliyor. Bu proje içinde eğer sizin haklarınızın korunması düşünülmüyor ise çok farklı uygulamalar olabiliyor. Afet bölgesi kapsamında sizin yerinizi değerinin altında tespit edecekler, size kredi verecekler v.s… Oradaki insanların gelir durumları belli. Peki ne yapacak bu insanlar? Oraları terk edip gitmek zorunda kalacak. Bu, yani sizin buralardan sürülmeniz doğru bir şey mi?
Beykoz’daki hedef de plazalar!
Beykoz’da da hedef yüksek katlı binalar, plazalar. Ama ben kesinlikle buna karşıyım. Yaşadığım alanda 4 kattan fazla bina yapılmasını istemem. Bununla ilgili her türlü hukuksal mücadeleyi de vereceğime herkesin de inanmasını isterim. Bütün Avrupa artık bu koca koca binaları terk etti!
Kat mülkiyeti hakkınızı kaybediyor; arsa payı sahibi oluyorsunuz!
Gelelim Afet Yasası konusuna… Bu Yasa uyarınca, size, ‘binanız riskli; yıkılacak’ diyecekler. Siz de, ‘ peki’ diyeceksiniz; 3’te 2 çoğunluk ile kararı alacaksınız. Ancak binanız yıkıldıktan sonra sizin kat mülkiyetiniz gidiyor, bunun yerine arsa payı geliyor! Binanız bir kere arsa payına dönüştüğü zaman üçte iki çoğunluğun kararına katılmaz iseniz hisseleriniz diğer hissedarlara satılacak. Hangi fiyatla, bina halindeki değeri ile değil arsa payı değeri ile. Tüm bunlar insan onuru ile bağdaşabilecek şeyler değil.
“Yaşanası bir Beykoz” diyorsunuz. Aday adaylığı açıklamanızda da üzerinde bu slogan yazılı tişörtler giymiş bulunan çocukları ön plana çıkardınız. Neden?
Yüksek binalar ile dolu bir Beykoz, kesinlikle yaşanası olmayacak!
Çocuklar geleceğimiz çünkü. Çocuklar yaşamı bizden öğrenecekler. Ancak onların yaşayacakları yeri biz onların istediği gibi yaratmak zorundayız. Yaşanabilir olmaktan çıkan bir İstanbul’da, yaşanası bir Beykoz yaratmak hedefimizdir. Gençlere sorduğunuz zaman, onların beklentileri çok daha farklı ama bu doğru olandır. Gençlerin yeni yaşam alanları beklentileri var. Yüksek binalar ile, plazalar ile dolu bir Beykoz’un kesinlikle yaşanası bir Beykoz olmayacağı düşüncesindeyim. Yüksek binalarda insanların asansörde birbirinin yüzüne baktığına, birbirlerine günaydın dediğine rastlamadım. Çocukların arkadaşları ile ortak alanlar yaratabildiği mahalle mahalledir, kent kenttir.
Doğal SİT ve Beykoz konusuna gelince… Bu alanların daraltılması ya da tamamen kaldırılması şeklinde düşünceler gündemde. Doğal SİT alanları konusunda siz ne düşünüyorsunuz?
İstedikleri zaman doğal SİT alanlarını zaten deliyorlar!
Doğal SİT alanları, tabiat parkları… bunlar hiç boşuna şeyler değildi. Bu düzenlemeler, zaman içerisinde korunması gereken varlıkların bir şekilde yasal anlamda koruma altına alınmasını amaçlamışlardı. Ancak uygulamaya baktığınızda, uygulayıcıların istedikleri yerlerde bu alanların bir şekilde yok sayıldığını görüyoruz! Yani, doğal SİT alanları maalesef deliniyor. Bana göre ise hiç delinmemesi gerekir. Ne yazık ki, oralarda artık fiili durumlar oluşmuş durumda. İşte sizin bu fiili durumları ortadan kaldıracak güzel projeler üretmeniz lâzım. Orada yaşamakta olan insanları yaralamadan, üzmeden proje üretebilirsiniz. Ben, sorunuza cevap olarak kısaca şunu ifade edeceğim: Ben doğal SİT’in kalmasından yanayım.
Bir hukukçu olarak Türkiye’de hukuk ve adalet konusunda ne diyeceksiniz?
Hukuka saygı olduğunu kim iddia edebilir?
İnsanların özel yaşamlarının televizyonlarda açık açık gösterildiği, milletvekili olmalarının önünün kesildiği, kişiler ile ilgili ses bantlarının ortalıkta dolaştığı, o insanların en azından iddia edildiği biçimiyle yargı önüne çıkarıldıkları, yargı sürecinde milyonlarca sayfa süren iddianameler ile karşı karşıya bırakıldıkları ve verilen hapis cezalarının ömür boyu olması gibi uygulamaları görüyoruz. Türkiye’de baktığınızda, yasama- yürütme- yargı dediğiniz zaman, yürütmenin herhangi bir şekilde denetlenmemesine rağmen, yeri geldiği zaman bir mahkeme kararına ‘ garip’; yeri geldiği zaman da ‘ yargıya güvenin!’ şeklinde farklı söylemlerin olduğu bir yerde hukuka saygı olduğunu kim iddia edebilir?
Bana göre, bu dönemdeki uygulamaların büyük bölümü, yönetimin, yargının etkisiz hale getirilmesi suretiyle tam anlamıyla hâkimiyet kurmaya çalıştığı bir dönem olarak tarihte yerini alacaktır.
Dr. Türkan Saylan davaları neydi ve size ne öğretti?
Ne kiliseye, ne camiye!
Türkan Saylan davaları bir insan toplumda nasıl itibarsızlaştırılmaya çalışılır, nasıl yalnızlaştırılır ve nasıl saldırılır; bu üç konuyu bana çok iyi öğretti! Türkan Saylan çocukların eğitiminden, toplumun sağlığından başka hiçbir şey düşünmeyen bir insandı. Elindeki maddi varlığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne ve Cüzzam ile Savaş Derneği’ne, okullara ve hastalara veren inanılmaz bir insandı. Biz onunla çok uzun yıllar birlikte çalıştık.
Birden bire kendisi için, “ PKK’lılara burs veriyor, ayrımcılık yapıyor” dendi! Bu iddia da yetmedi, “ annesinin Hıristiyanlığı’ vurgulandı. Diğer yandan da PKK’lılar, “ Türkan Saylan bizim çocuklarımızı asimile ediyor” dediler! Yani, Türkan Saylan’ın ne kiliseye, ne camiye yaranabildiği bir durum ortaya çıktı! Sözde MİT raporlarına dayanılarak, misyonerlik yaptığı ifade edildi. Gerçekte MİT raporunda böyle bir şey yoktu. MİT; “Türkan Saylan misyonerlik yapıyor” demiyordu. “ Böyle iddialar içeren sahte imzalı bir mektup nedeniyle araştırma yaptık” diyor ve Türkan Saylan’ın böyle bir çalışmasının olmadığı rapor ediliyordu. Biz MİT’e dava açtık. MİT, “raporumuzda böyle bir tespitimiz yoktur” dedi. Misyonerlik iddiaları hep gündemde oldu ama MİT’in mahkemeye verdiği cevap basında hiç yer alamadı.
Türkan Saylan, bunların hepsine gülerek baktı
Bunların hiçbirisinin temel bir dayanağı olmadığı gibi, bunlar vicdana dayalı iddialar da değillerdi ve Türkan Saylan bunların hepsine kesinlikle gülerek baktı: “ Ben bunları yapmadım ki!” dedi. “ Benim annem eskiden Hıristiyan’dı, Müslüman oldu; bu kimi ilgilendirir?” dedi. “Biz Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği olarak yaptırdığımız okulları, derslikleri, yatılı bölge okullarını Devlete, Milli Eğitim Bakanlığı’na vermedik mi?” dedi. Bütün bunlara rağmen Saylan’a ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne müthiş saldırılar yapıldı, itibarsızlaştırma çalışmaları yürütüldü. En sonunda da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile Ergenekon terör örgütü arasında bağlantı kurmaya çalıştılar. Bu, artık gerçekten son noktaydı… Bir hukukçu olarak, bu memlekette hukukun getirildiği noktayı görmemek için gerçekten biraz iyimser olmak lâzım diye düşünüyorum.
Mensubu olduğunuz partinin Beykoz Belediye Meclisi üyeleri, son günlerde Ak Partili Belediye Başkanı’nın üslubunu sıklıkla eleştiriyorlar. Başkan’ın üslubunu alaycı ve hakaretamiz bulduklarını ifade ediyorlar. Sohbetimiz sırasında siz, “ bir avukat olarak dahi az ve öz konuşulması gerektiğinden” bahsettiniz az önce. Bir Belediye Başkan aday adayı olarak, siz de, Belediye Başkanı’nın üslubu konusunda aynı düşüncede misiniz?
Size bir görev verildi; imparator olmadınız!
Ben kendisini doğrudan dinlemedim ama basına verdiği demeçlerden izledim. Yazıldığı ve anlatıldığı gibi ise bu üslubu hiç doğru bulmam. Size bir görev verildi; siz orada imparator olmadınız! Dolayısıyla, o insanların hizmetinde olduğunuzu unutmadan, onların karşısında kullanacağınız üslubun adil, makul ve güzel olması gerekir. Bu tür ifadeler hiç bana göre değil. İnsanları azarlayıcı, tahrik edici konuşmalar hiç doğru değil.
Hâkimlik mesleğinden neden ayrıldınız?
Giresun’un bir ilçesinde hâkimlik yaptım. Hâkimlikte istediğim sonucu alamayacağımı görünce, 1 buçuk yıl sonra meslekten ayrılarak avukatlığa başladım. Mesleğimi son derece seven bir insanım. Adaletsizliklere kesinlikle tahammülüm yoktur.
Hâkimlik mesleğini icra ettiğiniz sırada hapishaneye giderek, tutuklu ve mahkûmlar ile bir gün geçirdiğiniz söyleniyor. Bu hikâyeyi bir de sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz?
Gün boyunca bir gün önce tutukladığım kişi ile birlikte hapishanede kaldım
Bence hâkimlik sınavını kazananlar için bir dosya oluşturulması ve bu hâkim adaylarının stajları sırasında burada sanık olması, tutuklanarak cezaevine atılması, burada diğer mahkûmlar ile birlikte belli bir süre yatması ve duruşmalara çıkarak, suçsuz olduğu bu davadan tahliye olanağını kendisinin araması, yani kendisini savunması gerekli diye düşünüyorum. Neden? Çünkü siz bir hâkim olarak bir insanın özgürlüğü hakkında bir karar veriyorsunuz. O insanı siz cezaevine gönderiyorsunuz.
Ben meslek hayatıma 25 yaşında, hâkim olarak başladım. Bir gün hayatımın ilk tutuklama kararını verdim. Bu kararı verdikten sonra kendi kendime, ‘ ben bu insan için tutuklama kararı verdim ama bu insan içeride neler yaşayacak? Bunu bilmek gerekir’ dedim ve ertesi gün, savcı arkadaşıma rica ederek, cezaevine gittim. Yani, içeride tutukladığımız, mahkum ettiğimiz insanlar bulunmasına rağmen cezaevinin içine girdik. Karşılarında hâkim ve savcıyı gören herkes şaşırdı tabii! Ben bir çay demlemelerini rica ettim. Çaylarını içtik, yemeklerini yedik; akşama kadar onların yanında kaldık, onlarla sohbet ettik. Bir gün önce tutukladığım kişiye, kendisini nasıl hissettiğini sordum. Ve o insanların oradaki yaşamlarını gördükten sonra, tutuklama kararlarını verirken, daha farklı davranılması gerektiğini daha net anladım.
Balyozda ömür boyu hapis cezası veren hâkimler, 1 günlüğüne cezaevinde kalsalardı…
Bu gün de Balyoz Davası’nda ömür boyu hapis cezası veren veya kararı onayan Yargıtay hâkimlerinin , bir gün de olsa cezaevinde yatmış olmalarını isterdim. O zaman bu kararları bu kadar rahat verirler miydi, değerlendirmek isterim. Normalde şüphe durumundan sanık yararlanır. Ortada bir şüphe varsa, insanları özgür bırakmak zorundasınız. Ancak maalesef bu böyle uygulanmıyor. Günümüzde tam tersi oldu. Sahte olduğu iddia edilen delillere geçerlilik tanındı. Neden geçerli olduklarına ilişkin doyurucu bur gerekçe de açıklanmadı.
Aday adaylık çalışmalarında, siyaset jargonu ile söylersek, ‘ arazide’ görmüyoruz sizi. Neden?
Doğru bulmuyorum
Evet, doğru. Aday adaylığı sürecinde ben bunu doğru bulmuyorum çünkü. Aday adaylarının kendilerini anlatırken diğer aday adaylarına istemeden de olsa zarar verdiklerine inanıyorum. Araziye çıkma faaliyetlerinin daha sınırlı tutulması gerektiğini, buna karşılık dernekler, vakıflar gibi daha çok kurumsal nitelikli yerlerin ziyaret edilmesi gerektiğini düşünüyorum. O nedenle de aday adaylık sürecimde sahada çok fazla görünmek istemiyorum.
Çok nitelikli aday adayı arkadaşlarım var
Aday adayı olarak çok nitelikli arkadaşlarım var; ancak tabii birimize görev verilecek. Ancak önemli olan, orada bütün arkadaşlarımın o dönemde birlikte çalışarak, partiyi yukarılara taşıyacak bir söz ve eylem birliği içinde olmalarıdır. Bunu başarabilirsek, Türkiye’de bugün yakındığımız hukuksuzlukların önüne geçilmesi noktasında ilk basamağı da çıkmış olacağız.
Son olarak, Beykozlulara mesajınız olacak mı?
Beykozlulara, ‘ yaşanası bir Beykoz’; yaşanası bir bayram diliyorum! Yaşanası, insanların birbirleriyle görüştüklerinde yürekten alışveriş yapabildikleri, duygusal iletişimin hep var olduğu sıcacık bir bayram geçirmelerini diliyorum.
Sayın Karataş, söyleşi için çok teşekkür ederiz!
Ben teşekkür ederim.
Söyleşi: Arzu Başlantı
Hatayı Yandex'e bildirin
FACEBOOK YORUMLAR