UFUK ÖZDEMİR ile EĞİTİM üzerine ÖZEL RÖPORTAJ
Eğitim-İş var olduğu sürece Atatürk önderliğinde kurulan Cumhuriyetimizin değerleri eğitim kurumlarında yaşatılmaya devam edecektir.
30 Kasım 2020 - 00:00 - Güncelleme: 30 Kasım 2020 - 00:05
Eğitim-İş en büyük 3.şube başkanı UFUK ÖZDEMİR ile EĞİTİM üzerine ÖZEL RÖPORTAJ
EMEL SEÇEN-Eğitim hayatında kaçıncı yılınız, başkanlık nasıl başladı? Ve EĞİTİM -İŞ nedir? Amaçları nelerdir? Sizi de biraz tanıyalım lütfen. Çünkü yeni bir seçim ve geçen yeni bir sözde ÖĞRETMENLER GÜNÜ. İşi yerinde öğrenelim.
Ufuk ÖZDEMİR. Eğitim - İş İstanbul 3 no.lu şube başkanıyım. Meslek hayatımda 12. Yılım. 2012 yılından beri sendikal çalışmaların içerisindeyim. Sırasıyla Eğitim-İş Esenyurt Örgütlenme sekreterliği, Esenyurt ilçe temsilcilik başkanlığı, şube mali saymanlığı yaptım. Son olarak da 1 Kasım 2020 tarihinde gerçekleştirdiğimiz 4. Olağan kongremiz sonrasında şube başkanı oldum. Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, egemenliğini, demokratik ve ulusal eğitim değerlerini korumak için 17 Ekim 2005 tarihinde kurulan Eğitim-iş Laik, bilimsel, çağdaş ve parasız eğitimi savunur. Eğitim-İŞ bütün eğitim çalışanlarının, emekçilerinin demokrasi ve özgürlük mücadelesinde hep ön safta yer almıştır. Eğitim-İş var olduğu sürece Atatürk önderliğinde kurulan cumhuriyetimizin değerleri eğitim kurumlarında yaşatılmaya devam edecektir.
-Kaç kişilik kadro ile çalışıyorsunuz?
Ufuk Özdemir: Eğitim-İş İstanbul 3 nolu şube K.Çekmece, Avcılar. Beylidüzü, Esenyurt, B.Çekmece ve Silivri olmak üzere 6 ilçede faaliyet göstermektedir. Bugün sahip olduğu 2200 üyesiyle Eğitim-iş’in en büyük 3. Şubesidir. Şubemiz faaliyet gösterdiği okullara ziyaretler gerçekleştirmekte ve öğretmenlerin özlük-hukuk haklarının geliştirilmesi için çalışmalar yapmaktadır.
-Eğitim ve Öğretim olarak konuyu açarsak. Bu iki temel kavram tam olarak nerede başlıyor? Ve gelişiyor?
Ufuk Özdemir: Eğitim-öğretim bir ülkenin geleceğini yapılandırma sürecidir. Eğitim ülkemizde bir önceki neslin kendi inançlarını, yaşayış tarzını sonraki döneme aktarması olarak şekillenirken, öğretim daha çok bireysel fayda sağlar. Eğitimi informel öğretimi ise formel bir süreç olarak değerlendirebiliriz. Bu anlamda bireyin eğitiminin daha doğar doğmaz ailede başladığını söyleyebiliriz. Akademik anlamda öğretim ise bireyin okul yaşına gelmesiyle eğitim- öğretim kurumlarında yani okullarda gerçekleşir. Tabi ne denli sağlıklı bir eğitim-öğretim sistemine sahip olduğumuzu ayrıca tartışmalıyız. Klasik bir söylem olacak belki ama öğretmenlik mesleği bizim ülkemizde maalesef gereken kıymeti görmüyor. Öğretmenlere yönelik saldırılar ve bunların önüne geçilmemesi, öğretmen maaşının en düşük memur maaşlarından biri olması, öğretmenin zaman zaman performansının değerlendirilmesine yönelik uygulamalar öğretmenlerin kendini güvende hissetmemesine ve kendini değersiz hissetmesine neden oldu. Sendikamızın geçtiğimiz günlerde yaptığı araştırmaya göre öğretmenlerimizin çoğu borçlu, umutsuz ve kendini haksızlığa uğramış hissediyor. Ankete katılan öğretmen arkadaşlarımızın %93ü öğretmenlik mesleğinin saygınlığını yitirdiğini düşünürken, %60ı gelecekten ümitsiz. Hatta %43ü daha çok para kazanacakları bir iş bulsalar mesleği bırakacaklarını ifade ettiler. Öğretmenlerin %61’i gelir yetersizliği nedeniyle psikolojik sıkıntılar yaşadığını söylüyor. İşte tam burada sendikalara iş düşüyor.
- Okullar ve ona destek olan kurumlar dışında öğretmenlik mesleğinin korunması ve yaşatılması noktasında sizin gibi kurumların temel özellikleri nelerdir? Neler uygulanıyor ve uygulanamıyor?
Ufuk Özdemir: Öğretmenlerin durumu düzeltilmeden eğitimin durumu düzelmez. Çalışanın ekonomik, sosyal, hukuki şartlarının düzeltilmesi için canla başla mücadele etmeleri gerekirken, kariyer basamağı ve ekonomik çıkar kapısı olarak görülen sendikaları gördükçe üzülüyoruz. İşverenin yakasına asılıp emekçinin hakkını savunmak, onların daha iyi şartlarda yaşamasını sağlamak sendikaların temel mücadele ilkesi olmalıdır. Temel ihtiyaçların karşılanma mücadelesini yürütmenin yanında çalışanın hukuki haklarının korunması konusunda sendikalar oldukça önemli rol üstlenmelidir. Bu durum çalışanın güvenli bir çalışma hayatı geçirmesini sağlamak için çok önemlidir. Bugünkü duruma baktığımızda yetkili sendikanın bu temel ilkelerin dışına çıkarak toplu sözleşme masasından işçinin, memurun, asgari ücretlinin, emekçinin hak ettiğinin çok altında anlaşmalara imza attığını üzülerek görüyoruz.
-Eğitim İş İstanbul 3 No.lu Şubesi olarak hangi sorunlarla karşılaşıyorsunuz? Türkiye’ de toplam kaç şube bulunmakta. Birbirleri ile entegre çalışmalar yapılıyor mu? Yoksa her şube bağımsız mı çalışmakta?
Ufuk Özdemir: Eğitim İş İstanbul 3 no.lu Şube olarak faaliyet alanımızda yer alan yaklaşık 600 Okulumuzu tek tek ziyaret ederek öğretmenlerimizle buluşuyoruz. Eğitim-iş sendikası diğer sendikaların aksine yukarıdan aşağı talimatlarla değil, okullardaki üyelerden aldığı dönütlere göre mücadelesini şekillendiren bir sendikadır. Bu nedenle sahada öğretmenlerden duyduklarımız ve gördüklerimizden hareketle onların yaşadığı sıkıntıları bilmek ve bunların giderilmesi için anında çalışma yapmak bizim öncelikli hedefimiz. Tabandaki şikâyete göre genel merkezimizin ördüğü eylemlerle, aldığı kararlarla üyelerimizi angaryadan, hukuksuz ve keyfi uygulamalardan uzak tutmak için çalışmaktayız. Sistem deyince aklımıza uzun yıllar etüt edilmiş, artık belli bir mekaniği oluşmuş, çarkları tıkır tıkır işleyen biz düzen aklımıza gelir. Eğitim sistemimiz için bunu söylemek imkânsız. Ülkemizdeki eğitim sistemimizin maalesef ayağı topal sırtı kamburdur. Sanki eğitmek üzere değil de eğitmemek üzere kurulmuş yamalı bohçaya dönmüş bir sistem. Eğitim-öğretim politikası bir gecede bir ayda hatta bir yılda oluşturulacak bir şey değildir. Milletlerin eğitim politikası olur hükümetlerin değil. Bizde bir hükümetin bile defalarca eğitim sistemini değiştirdiğine şahit oluyoruz. Bir gün önce TEOG’da nasıl soruların sorulacağına dair konular tartışılırken bir kişini sözüyle bir gecede TEOG kaldırılabiliyor mesela. Diğer yandan tarikatlara, cemaatlere ve vakıflara emanet edilmiş bir eğitim mevcut. Bakanlık ile imzalanan protokoller sonucunda dernekler, vakıflar okul koridorlarında serbestçe faaliyet gösterebiliyor. Hâlbuki biz bir cemaatin eğitime-öğretime hatta ülkeye ne kadar zarar verebildiğini defalarca gördük. Eğitim-iş olarak derneklerin, vakıfların okullarda faaliyet göstermesine son derece karşıyız. Bizim öğrencilerimize din eğitimi verilecekse yine bizim Din Kültürü öğretmenlerimiz tarafından verilmelidir. Herhangi bir dernek vakıf tarafından değil. Devlet okullarını herkes kötülediğinden, ebeveynler yetersiz anne-baba damgası yememek için çocuklarını devlet okuluna göndermekten kaçınıyorlar. Özel okulların fiyatları doğrultusunda veliler arasındaki gizli yarış bu sistemin çarklarının dönmesinde en büyük etken. Özel okullara rağbet oldukça da ekonomiye zeval gelmesin diye kimse devlet kurumlarına gereken özeni göstermiyor. Özel okulların ise her biri ayrı telden çalıyor. Aralarında nitelikli eğitim vereni tespit etmek de yine ebeveynlerin problemi. Devlet okullarına yeterli ödeneğin verilmediği okul müdürlerinin okula kaynak sağlamak için türlü yöntemler geliştirdiği bunu yaparken de çoğu zaman hata yapmaları sahada gördüğümüz bir diğer sorun. Devletin Milli Eğitime ayırdığı bütçeyi ciddi anlamda artırması, alt yapı sorunlarını gidermesi gerekmektedir. Eğitim-öğretim siyah ve beyaz üzerine kurulamaz. Eğitim-öğretimde çok çeşitlilik çok yönlülük olmalıdır. Sadece matematik, fizik, biyoloji dersinden başarılı olan öğrencilerin iyi sayıldığı bir sistem kabul edilemez.
Sistemin iyi bir mühendisin yanında iyi bir marangoz, iyi bir kaynak ustası yetiştirebilmesi lazım. Bugün, ülkemizdeki işsizlik ve düşük ücretle çalışma sorunlarının temeli, eğitim sisteminde çeşitlilikten uzaklaşıp, belli şablonlarla kısıtlanmasıdır. Bunu en iyi yapan kurum Köy Enstitüleriydi. Ülkemizde ücretli polis, ücretli doktor, ücretli hâkim vs göremezsiniz ama bu ülkede ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik diye ucube uygulamalar var. Sadece girdiği dersin ücretini alan ayda standart olarak sadece 17,5 gün sigortası yatan ücretli öğretmen arkadaşlarımız 30 saat derse girseler 2200 lira civarı bir ücret alıyorlar. Burada garip olan şey devletin kendi eliyle kendi belirlediği asgari ücretin altında personel çalıştırıyor olması. Ziyaret ettiğimiz okullarda 90 öğretmenin 80 tanesinin ücret karşılığı çalıştığına şahit olduk. Bunca öğretmen açığı bunca atama bekleyen öğretmen varken ücretli öğretmen çalıştırılmasını doğru bulmuyoruz. Ayrıca çoğu branşa farklı branşlardan öğretmenlerin görevlendirildiğini hatta lisans mezunu olma şartının da bazen göz ardı edildiğini görüyoruz. Bu da eğitim-öğretime ne kadar kıymet verdiğimizi ortaya koyan acı bir tablodur. Diğer yandan devlet okullarına artık kadrolu öğretmen alımı yapılmamakta, öğretmen arkadaşlarımızı sözleşmeli olarak atanmaktadırlar. Bu durum; öğretmenin geleceğinin işverenin iki dudağı arasından çıkacak söze bağlı olmasına, iş güvencesinin ortadan kalkmasına ve mesleğine odaklanamayan, hakkını arayamayan, aramaya çekinen bir öğretmen camiası oluşmasına neden olmuştur. Sözleşmem yenilenmez kaygısıyla yöneticisini hukuksuz ve keyfi uygulamalarına ses çıkaramayan bir camia oluşturulmak istenmektedir.
-Öğretmenlik mesleğini tam olarak açabilir misiniz? Ve kimler öğretmen olmalı?
Ufuk Özdemir: Öğretmenlik sabır, disiplin, anlayış, adil olma gibi kavramları bünyesinde bulundurması gereken, sevilmeden asla yapılamayacak, bir meslek. Ayrıca öğretmenlik bir uzmanlık alanıdır. Eğitim sistemimizdeki bunca sıkıntıya rağmen veliler öğrencilerini hala okula gönderiyorsa, okullarında kısıtlı imkânlarda öğrencilerine bir şeyler vermeye çalışan öğretmenler sayesindedir. Fakat bugün öğretmenlerimiz mutlu değiller. Öğretmenlerimizin %44’ü ev, %30’ u araç kredisi ödüyor. %8’in maaşına e az bir kere icra gelmiş. Öğretmenin yaşam koşullarının geliştirilmesi, öğretmenlik mesleğinin cazip hale getirilmesi böylelikle öğretmenin öğrencilerine odaklanması bir an önce sağlanmalıdır.
-Bugün Eğitim ve Öğretim hayatının neresindeyiz? Pandeminin olumsuz etkilerinin ileriye dönük olarak çocukların gerek eğitimsel gerek psikolojik noktası nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ufuk Özdemir: 2020 yılında eğitim-öğretimin; dünyayı etkisi altına pandemi nedeniyle sekteye uğradığı aşikâr. Hele bizim gibi eğitim-öğretim alt yapısı yetersiz olan ülkelerde koşullar daha da zorlaşıyor. Devletin uzaktan eğitim için oluşturduğu EBA platformu marttan beri kullanılmasına rağmen hala sağlıklı çalışmıyor. Öğrenciler, hatta öğretmenler uzaktan eğitim için gereken teknolojiye ulaşamıyorlar. Canlı ders adeta bir sektör haline gelmiş. Bir teknoloji marketine girdiğinizde satış görevlisi arkadaşlar ürünlerini pazarlarken ürünün canlı ders için uygun olduğunu ayrıca belirtiyor. Vatandaşın bu sıralar en büyük gider kalemlerinden biri tablet, bilgisayar, telefon, mikrofon, kulaklık gibi uzaktan eğitime katılabileceği teknolojik gereçler. Tabi bu ihtiyaçları giderebilen var gideremeyen var. Bu eksikleri temin edemediği için derslerine katılamayan öğrenciler hiç de az değil. 40 kişilik bir sınıfta derse katılımın 10- 15 kişi olmasının en büyük etkeni budur. Eğitimde fırsat eşitliği ilkesine aykırı olan bu durum öğrenciler arasında adil olmayan bir ortam sağlamış olup; öğrencilerin, velilerin kendilerini yetersiz hissetmelerine neden olmaktadır. Ailelerin sosyo-ekonomik durumları, ev ortamlarının uygun olmaması öğrencilerin sisteme girememesine ve kendine güvenlerinin azalmasına neden olabiliyor.
-Kuruma sistem içinde bakış nasıl? Her türlü destek alabiliyor musunuz?
Ufuk Özdemir: Sendikalar ister özel sektörde olsun ister kamu da olsun işveren için bir kontrol mekanizması rolü oynar. 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununa dayalı olarak, çalışanların sosyal, mesleki hak ve menfaatlerini sendikaların kuruluş amacıdır. 2005’ten beri bu hak mücadelesini sürdüren Eğitim-İş gücünü kanunlardan ve 52000 üyesinden almaktadır. Eğitim çalışanlarının yaşadığı sorunlarına anında gösterdiği refleksle, kazandığı davalarla, gerçekleştirdiği eylemlerle eğitim camiasının gönlünde yatan sendika durumuna gelmiştir. Sendikal faaliyetlerde niceliğin değil de niteliğin ne kadar etkili olduğunu göstermiştir. Bugün Milli Eğitim Bakanlığı içinde faaliyet gösteren dört büyük sendikadan biri konumundadır.
- Size göre Eğitimin olmazsa olmazı ve çözüm noktaları nelerdir?
Ufuk Özdemir: Bizim için eğitim sisteminin olmazsa olmazlarını şöyle sıralayabiliriz; Cumhuriyet değerlerine bağlı olmalı, evrensel değerlerle entegre olmuş ulusal bir eğitim politikamız olmalı, eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalı. Bilimsel, demokratik ve kamusal olmalı. Yetkin olmayan kadroların eline terk edilen gerici eğitim siyasetinden uzak durulmalı, liyakate önem verilmeli. Eğitim-öğretim yaşama yönelik olmalıdır. Yaparak ve yaşayarak kazanım elde edilecek öğrenme ortamları oluşturulmalı. Klasikleşmiş kalıpların dışında öğretmenin bilgiyi aktaran değil de bilgiye ulaşmada rehber olduğu bir eğitim model uygulanmalı.
- Köy Enstitüsü sistemini hâlâ karalamaya çalışan yeni çıkan yayınlar dâhil olmak üzere bilinçli bir düşünüş sistemi anlatılmaya devam ediyor. Ancak Cumhuriyet kazanımlarının sarsılmaz ve en önemli kollarından biri olan Eğitim için bireysel neler yapılabilir?
Ufuk Özdemir: Yüzyılın en büyük eğitim reformu olarak kabul edebileceğimiz, zanaat eğitiminin yanında akademik eğitimi de hakkıyla veren, “bozkırı baştanbaşa yeşille öreceğiz” diyen, sanatı seven, içleri vatan sevgisiyle dolu gençler yetiştiren Köy Enstitüleri; karalamak, unutturmak ve yok etmek isteyen gerici güçlerin karşısında Cumhuriyet kitabının asla silinemeyecek şerefli bir sayfası olarak kalacaktır.
Tamamen bize ait olan ve birçok dünya ülkesi tarafından bugün bile örnek alınan Köy Enstitülerini eğitim modelini yaşatabilseydik. Modern teknik ve bilgilerin öğretilmesi, sanata karşı ilginin artırılması, kadınlarımıza pozitif ayrımcılık; yıllar önce köy enstitülerini verip bugünkü eğitim sisteminin öğretemedikleridir. Anadolu’nun bu aydınlanma hareketinin yarıda kalması hepimiz için üzücüdür. Einstein; “Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değil, düşünmek için aklın eğitilmesidir.” diyor.
Düşünen insan eğitime önem veren insandır. Kişi sadece kendi hayatı için bile kaliteli bir tedrisattan geçmelidir. Nasıl bir eğitim almak istediğimizin cevabını ararken ilgi ve yeteneklerimizi ön planda tutmalıyız. Toplumun gözünde itibarlı sayılan mesleklere sahip olmak, ebeveynleri mutlu etmek için meslek seçilmez. İnsanın her şeyden önce yapacağı işi sevmesi gerekir. Para için yapacağımız her iş bizi bir müddet sonra mutsuzluğa sevk edecektir. Eğer anne baba isek ve evlatlarımız için bir şeyler tasarlıyorsak, yine onun tercihine saygı duymalıyız. Zira bir öğretmen olarak; anne babasının zorlamasıyla bir bölüm seçen, başarısız olduğu halde yapmaya zorlandığı branşa karşı tutumu ve ilgisi azalan hatta nefret eden çok öğrenci gördüm. Bireysel farklılıkları göz önünde bulunduran, çok yönlü, adil bir eğitim sistemi hepimizin arzuladığıdır.
Katkılarınız için teşekkür ediyor, görevinizde başarılar diliyoruz.
EMEL SEÇEN
EMEL SEÇEN-Eğitim hayatında kaçıncı yılınız, başkanlık nasıl başladı? Ve EĞİTİM -İŞ nedir? Amaçları nelerdir? Sizi de biraz tanıyalım lütfen. Çünkü yeni bir seçim ve geçen yeni bir sözde ÖĞRETMENLER GÜNÜ. İşi yerinde öğrenelim.
Ufuk ÖZDEMİR. Eğitim - İş İstanbul 3 no.lu şube başkanıyım. Meslek hayatımda 12. Yılım. 2012 yılından beri sendikal çalışmaların içerisindeyim. Sırasıyla Eğitim-İş Esenyurt Örgütlenme sekreterliği, Esenyurt ilçe temsilcilik başkanlığı, şube mali saymanlığı yaptım. Son olarak da 1 Kasım 2020 tarihinde gerçekleştirdiğimiz 4. Olağan kongremiz sonrasında şube başkanı oldum. Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, egemenliğini, demokratik ve ulusal eğitim değerlerini korumak için 17 Ekim 2005 tarihinde kurulan Eğitim-iş Laik, bilimsel, çağdaş ve parasız eğitimi savunur. Eğitim-İŞ bütün eğitim çalışanlarının, emekçilerinin demokrasi ve özgürlük mücadelesinde hep ön safta yer almıştır. Eğitim-İş var olduğu sürece Atatürk önderliğinde kurulan cumhuriyetimizin değerleri eğitim kurumlarında yaşatılmaya devam edecektir.
-Kaç kişilik kadro ile çalışıyorsunuz?
Ufuk Özdemir: Eğitim-İş İstanbul 3 nolu şube K.Çekmece, Avcılar. Beylidüzü, Esenyurt, B.Çekmece ve Silivri olmak üzere 6 ilçede faaliyet göstermektedir. Bugün sahip olduğu 2200 üyesiyle Eğitim-iş’in en büyük 3. Şubesidir. Şubemiz faaliyet gösterdiği okullara ziyaretler gerçekleştirmekte ve öğretmenlerin özlük-hukuk haklarının geliştirilmesi için çalışmalar yapmaktadır.
-Eğitim ve Öğretim olarak konuyu açarsak. Bu iki temel kavram tam olarak nerede başlıyor? Ve gelişiyor?
Ufuk Özdemir: Eğitim-öğretim bir ülkenin geleceğini yapılandırma sürecidir. Eğitim ülkemizde bir önceki neslin kendi inançlarını, yaşayış tarzını sonraki döneme aktarması olarak şekillenirken, öğretim daha çok bireysel fayda sağlar. Eğitimi informel öğretimi ise formel bir süreç olarak değerlendirebiliriz. Bu anlamda bireyin eğitiminin daha doğar doğmaz ailede başladığını söyleyebiliriz. Akademik anlamda öğretim ise bireyin okul yaşına gelmesiyle eğitim- öğretim kurumlarında yani okullarda gerçekleşir. Tabi ne denli sağlıklı bir eğitim-öğretim sistemine sahip olduğumuzu ayrıca tartışmalıyız. Klasik bir söylem olacak belki ama öğretmenlik mesleği bizim ülkemizde maalesef gereken kıymeti görmüyor. Öğretmenlere yönelik saldırılar ve bunların önüne geçilmemesi, öğretmen maaşının en düşük memur maaşlarından biri olması, öğretmenin zaman zaman performansının değerlendirilmesine yönelik uygulamalar öğretmenlerin kendini güvende hissetmemesine ve kendini değersiz hissetmesine neden oldu. Sendikamızın geçtiğimiz günlerde yaptığı araştırmaya göre öğretmenlerimizin çoğu borçlu, umutsuz ve kendini haksızlığa uğramış hissediyor. Ankete katılan öğretmen arkadaşlarımızın %93ü öğretmenlik mesleğinin saygınlığını yitirdiğini düşünürken, %60ı gelecekten ümitsiz. Hatta %43ü daha çok para kazanacakları bir iş bulsalar mesleği bırakacaklarını ifade ettiler. Öğretmenlerin %61’i gelir yetersizliği nedeniyle psikolojik sıkıntılar yaşadığını söylüyor. İşte tam burada sendikalara iş düşüyor.
- Okullar ve ona destek olan kurumlar dışında öğretmenlik mesleğinin korunması ve yaşatılması noktasında sizin gibi kurumların temel özellikleri nelerdir? Neler uygulanıyor ve uygulanamıyor?
Ufuk Özdemir: Öğretmenlerin durumu düzeltilmeden eğitimin durumu düzelmez. Çalışanın ekonomik, sosyal, hukuki şartlarının düzeltilmesi için canla başla mücadele etmeleri gerekirken, kariyer basamağı ve ekonomik çıkar kapısı olarak görülen sendikaları gördükçe üzülüyoruz. İşverenin yakasına asılıp emekçinin hakkını savunmak, onların daha iyi şartlarda yaşamasını sağlamak sendikaların temel mücadele ilkesi olmalıdır. Temel ihtiyaçların karşılanma mücadelesini yürütmenin yanında çalışanın hukuki haklarının korunması konusunda sendikalar oldukça önemli rol üstlenmelidir. Bu durum çalışanın güvenli bir çalışma hayatı geçirmesini sağlamak için çok önemlidir. Bugünkü duruma baktığımızda yetkili sendikanın bu temel ilkelerin dışına çıkarak toplu sözleşme masasından işçinin, memurun, asgari ücretlinin, emekçinin hak ettiğinin çok altında anlaşmalara imza attığını üzülerek görüyoruz.
-Eğitim İş İstanbul 3 No.lu Şubesi olarak hangi sorunlarla karşılaşıyorsunuz? Türkiye’ de toplam kaç şube bulunmakta. Birbirleri ile entegre çalışmalar yapılıyor mu? Yoksa her şube bağımsız mı çalışmakta?
Ufuk Özdemir: Eğitim İş İstanbul 3 no.lu Şube olarak faaliyet alanımızda yer alan yaklaşık 600 Okulumuzu tek tek ziyaret ederek öğretmenlerimizle buluşuyoruz. Eğitim-iş sendikası diğer sendikaların aksine yukarıdan aşağı talimatlarla değil, okullardaki üyelerden aldığı dönütlere göre mücadelesini şekillendiren bir sendikadır. Bu nedenle sahada öğretmenlerden duyduklarımız ve gördüklerimizden hareketle onların yaşadığı sıkıntıları bilmek ve bunların giderilmesi için anında çalışma yapmak bizim öncelikli hedefimiz. Tabandaki şikâyete göre genel merkezimizin ördüğü eylemlerle, aldığı kararlarla üyelerimizi angaryadan, hukuksuz ve keyfi uygulamalardan uzak tutmak için çalışmaktayız. Sistem deyince aklımıza uzun yıllar etüt edilmiş, artık belli bir mekaniği oluşmuş, çarkları tıkır tıkır işleyen biz düzen aklımıza gelir. Eğitim sistemimiz için bunu söylemek imkânsız. Ülkemizdeki eğitim sistemimizin maalesef ayağı topal sırtı kamburdur. Sanki eğitmek üzere değil de eğitmemek üzere kurulmuş yamalı bohçaya dönmüş bir sistem. Eğitim-öğretim politikası bir gecede bir ayda hatta bir yılda oluşturulacak bir şey değildir. Milletlerin eğitim politikası olur hükümetlerin değil. Bizde bir hükümetin bile defalarca eğitim sistemini değiştirdiğine şahit oluyoruz. Bir gün önce TEOG’da nasıl soruların sorulacağına dair konular tartışılırken bir kişini sözüyle bir gecede TEOG kaldırılabiliyor mesela. Diğer yandan tarikatlara, cemaatlere ve vakıflara emanet edilmiş bir eğitim mevcut. Bakanlık ile imzalanan protokoller sonucunda dernekler, vakıflar okul koridorlarında serbestçe faaliyet gösterebiliyor. Hâlbuki biz bir cemaatin eğitime-öğretime hatta ülkeye ne kadar zarar verebildiğini defalarca gördük. Eğitim-iş olarak derneklerin, vakıfların okullarda faaliyet göstermesine son derece karşıyız. Bizim öğrencilerimize din eğitimi verilecekse yine bizim Din Kültürü öğretmenlerimiz tarafından verilmelidir. Herhangi bir dernek vakıf tarafından değil. Devlet okullarını herkes kötülediğinden, ebeveynler yetersiz anne-baba damgası yememek için çocuklarını devlet okuluna göndermekten kaçınıyorlar. Özel okulların fiyatları doğrultusunda veliler arasındaki gizli yarış bu sistemin çarklarının dönmesinde en büyük etken. Özel okullara rağbet oldukça da ekonomiye zeval gelmesin diye kimse devlet kurumlarına gereken özeni göstermiyor. Özel okulların ise her biri ayrı telden çalıyor. Aralarında nitelikli eğitim vereni tespit etmek de yine ebeveynlerin problemi. Devlet okullarına yeterli ödeneğin verilmediği okul müdürlerinin okula kaynak sağlamak için türlü yöntemler geliştirdiği bunu yaparken de çoğu zaman hata yapmaları sahada gördüğümüz bir diğer sorun. Devletin Milli Eğitime ayırdığı bütçeyi ciddi anlamda artırması, alt yapı sorunlarını gidermesi gerekmektedir. Eğitim-öğretim siyah ve beyaz üzerine kurulamaz. Eğitim-öğretimde çok çeşitlilik çok yönlülük olmalıdır. Sadece matematik, fizik, biyoloji dersinden başarılı olan öğrencilerin iyi sayıldığı bir sistem kabul edilemez.
Sistemin iyi bir mühendisin yanında iyi bir marangoz, iyi bir kaynak ustası yetiştirebilmesi lazım. Bugün, ülkemizdeki işsizlik ve düşük ücretle çalışma sorunlarının temeli, eğitim sisteminde çeşitlilikten uzaklaşıp, belli şablonlarla kısıtlanmasıdır. Bunu en iyi yapan kurum Köy Enstitüleriydi. Ülkemizde ücretli polis, ücretli doktor, ücretli hâkim vs göremezsiniz ama bu ülkede ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik diye ucube uygulamalar var. Sadece girdiği dersin ücretini alan ayda standart olarak sadece 17,5 gün sigortası yatan ücretli öğretmen arkadaşlarımız 30 saat derse girseler 2200 lira civarı bir ücret alıyorlar. Burada garip olan şey devletin kendi eliyle kendi belirlediği asgari ücretin altında personel çalıştırıyor olması. Ziyaret ettiğimiz okullarda 90 öğretmenin 80 tanesinin ücret karşılığı çalıştığına şahit olduk. Bunca öğretmen açığı bunca atama bekleyen öğretmen varken ücretli öğretmen çalıştırılmasını doğru bulmuyoruz. Ayrıca çoğu branşa farklı branşlardan öğretmenlerin görevlendirildiğini hatta lisans mezunu olma şartının da bazen göz ardı edildiğini görüyoruz. Bu da eğitim-öğretime ne kadar kıymet verdiğimizi ortaya koyan acı bir tablodur. Diğer yandan devlet okullarına artık kadrolu öğretmen alımı yapılmamakta, öğretmen arkadaşlarımızı sözleşmeli olarak atanmaktadırlar. Bu durum; öğretmenin geleceğinin işverenin iki dudağı arasından çıkacak söze bağlı olmasına, iş güvencesinin ortadan kalkmasına ve mesleğine odaklanamayan, hakkını arayamayan, aramaya çekinen bir öğretmen camiası oluşmasına neden olmuştur. Sözleşmem yenilenmez kaygısıyla yöneticisini hukuksuz ve keyfi uygulamalarına ses çıkaramayan bir camia oluşturulmak istenmektedir.
-Öğretmenlik mesleğini tam olarak açabilir misiniz? Ve kimler öğretmen olmalı?
Ufuk Özdemir: Öğretmenlik sabır, disiplin, anlayış, adil olma gibi kavramları bünyesinde bulundurması gereken, sevilmeden asla yapılamayacak, bir meslek. Ayrıca öğretmenlik bir uzmanlık alanıdır. Eğitim sistemimizdeki bunca sıkıntıya rağmen veliler öğrencilerini hala okula gönderiyorsa, okullarında kısıtlı imkânlarda öğrencilerine bir şeyler vermeye çalışan öğretmenler sayesindedir. Fakat bugün öğretmenlerimiz mutlu değiller. Öğretmenlerimizin %44’ü ev, %30’ u araç kredisi ödüyor. %8’in maaşına e az bir kere icra gelmiş. Öğretmenin yaşam koşullarının geliştirilmesi, öğretmenlik mesleğinin cazip hale getirilmesi böylelikle öğretmenin öğrencilerine odaklanması bir an önce sağlanmalıdır.
-Bugün Eğitim ve Öğretim hayatının neresindeyiz? Pandeminin olumsuz etkilerinin ileriye dönük olarak çocukların gerek eğitimsel gerek psikolojik noktası nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ufuk Özdemir: 2020 yılında eğitim-öğretimin; dünyayı etkisi altına pandemi nedeniyle sekteye uğradığı aşikâr. Hele bizim gibi eğitim-öğretim alt yapısı yetersiz olan ülkelerde koşullar daha da zorlaşıyor. Devletin uzaktan eğitim için oluşturduğu EBA platformu marttan beri kullanılmasına rağmen hala sağlıklı çalışmıyor. Öğrenciler, hatta öğretmenler uzaktan eğitim için gereken teknolojiye ulaşamıyorlar. Canlı ders adeta bir sektör haline gelmiş. Bir teknoloji marketine girdiğinizde satış görevlisi arkadaşlar ürünlerini pazarlarken ürünün canlı ders için uygun olduğunu ayrıca belirtiyor. Vatandaşın bu sıralar en büyük gider kalemlerinden biri tablet, bilgisayar, telefon, mikrofon, kulaklık gibi uzaktan eğitime katılabileceği teknolojik gereçler. Tabi bu ihtiyaçları giderebilen var gideremeyen var. Bu eksikleri temin edemediği için derslerine katılamayan öğrenciler hiç de az değil. 40 kişilik bir sınıfta derse katılımın 10- 15 kişi olmasının en büyük etkeni budur. Eğitimde fırsat eşitliği ilkesine aykırı olan bu durum öğrenciler arasında adil olmayan bir ortam sağlamış olup; öğrencilerin, velilerin kendilerini yetersiz hissetmelerine neden olmaktadır. Ailelerin sosyo-ekonomik durumları, ev ortamlarının uygun olmaması öğrencilerin sisteme girememesine ve kendine güvenlerinin azalmasına neden olabiliyor.
-Kuruma sistem içinde bakış nasıl? Her türlü destek alabiliyor musunuz?
Ufuk Özdemir: Sendikalar ister özel sektörde olsun ister kamu da olsun işveren için bir kontrol mekanizması rolü oynar. 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununa dayalı olarak, çalışanların sosyal, mesleki hak ve menfaatlerini sendikaların kuruluş amacıdır. 2005’ten beri bu hak mücadelesini sürdüren Eğitim-İş gücünü kanunlardan ve 52000 üyesinden almaktadır. Eğitim çalışanlarının yaşadığı sorunlarına anında gösterdiği refleksle, kazandığı davalarla, gerçekleştirdiği eylemlerle eğitim camiasının gönlünde yatan sendika durumuna gelmiştir. Sendikal faaliyetlerde niceliğin değil de niteliğin ne kadar etkili olduğunu göstermiştir. Bugün Milli Eğitim Bakanlığı içinde faaliyet gösteren dört büyük sendikadan biri konumundadır.
- Size göre Eğitimin olmazsa olmazı ve çözüm noktaları nelerdir?
Ufuk Özdemir: Bizim için eğitim sisteminin olmazsa olmazlarını şöyle sıralayabiliriz; Cumhuriyet değerlerine bağlı olmalı, evrensel değerlerle entegre olmuş ulusal bir eğitim politikamız olmalı, eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalı. Bilimsel, demokratik ve kamusal olmalı. Yetkin olmayan kadroların eline terk edilen gerici eğitim siyasetinden uzak durulmalı, liyakate önem verilmeli. Eğitim-öğretim yaşama yönelik olmalıdır. Yaparak ve yaşayarak kazanım elde edilecek öğrenme ortamları oluşturulmalı. Klasikleşmiş kalıpların dışında öğretmenin bilgiyi aktaran değil de bilgiye ulaşmada rehber olduğu bir eğitim model uygulanmalı.
- Köy Enstitüsü sistemini hâlâ karalamaya çalışan yeni çıkan yayınlar dâhil olmak üzere bilinçli bir düşünüş sistemi anlatılmaya devam ediyor. Ancak Cumhuriyet kazanımlarının sarsılmaz ve en önemli kollarından biri olan Eğitim için bireysel neler yapılabilir?
Ufuk Özdemir: Yüzyılın en büyük eğitim reformu olarak kabul edebileceğimiz, zanaat eğitiminin yanında akademik eğitimi de hakkıyla veren, “bozkırı baştanbaşa yeşille öreceğiz” diyen, sanatı seven, içleri vatan sevgisiyle dolu gençler yetiştiren Köy Enstitüleri; karalamak, unutturmak ve yok etmek isteyen gerici güçlerin karşısında Cumhuriyet kitabının asla silinemeyecek şerefli bir sayfası olarak kalacaktır.
Tamamen bize ait olan ve birçok dünya ülkesi tarafından bugün bile örnek alınan Köy Enstitülerini eğitim modelini yaşatabilseydik. Modern teknik ve bilgilerin öğretilmesi, sanata karşı ilginin artırılması, kadınlarımıza pozitif ayrımcılık; yıllar önce köy enstitülerini verip bugünkü eğitim sisteminin öğretemedikleridir. Anadolu’nun bu aydınlanma hareketinin yarıda kalması hepimiz için üzücüdür. Einstein; “Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değil, düşünmek için aklın eğitilmesidir.” diyor.
Düşünen insan eğitime önem veren insandır. Kişi sadece kendi hayatı için bile kaliteli bir tedrisattan geçmelidir. Nasıl bir eğitim almak istediğimizin cevabını ararken ilgi ve yeteneklerimizi ön planda tutmalıyız. Toplumun gözünde itibarlı sayılan mesleklere sahip olmak, ebeveynleri mutlu etmek için meslek seçilmez. İnsanın her şeyden önce yapacağı işi sevmesi gerekir. Para için yapacağımız her iş bizi bir müddet sonra mutsuzluğa sevk edecektir. Eğer anne baba isek ve evlatlarımız için bir şeyler tasarlıyorsak, yine onun tercihine saygı duymalıyız. Zira bir öğretmen olarak; anne babasının zorlamasıyla bir bölüm seçen, başarısız olduğu halde yapmaya zorlandığı branşa karşı tutumu ve ilgisi azalan hatta nefret eden çok öğrenci gördüm. Bireysel farklılıkları göz önünde bulunduran, çok yönlü, adil bir eğitim sistemi hepimizin arzuladığıdır.
Katkılarınız için teşekkür ediyor, görevinizde başarılar diliyoruz.
EMEL SEÇEN
FACEBOOK YORUMLAR