"KANLI MUAMMA", "TÜRK ÜTOPYALARI" ve "TANRI'NIN NEFESİNDEKİ BİR TÜY" OKUYUCULARI BEKLİYOR
Kafka Kitap kasım ayında A.Tunç’un yerli polisiyeye taze bir soluk getiren romanı Kanlı Muamma – Sandık Açılıyor’u; Sadık Usta’nın, bugüne kadar kütüphane raflarında bekleyen Türk ütopyalarını ilk kez Osmanlıca’dan günümüz Türkçe’sine aktardığı Türk Ütopyaları adlı kitabının genişletilmiş yeni edisyonunu ve Sigrid Nunez’in, insan doğasının karmaşık yapısına dair büyülü bir masal anlattığı romanı Tanrı’nın Nefesinde Bir Tüy’ü edebiyatseverlerle buluşturdu. Kafka Kitap logolu tüm kitaplar, raflarda ve internet satış sitelerinde!
30 Kasım 2022 - 18:28
Kanlı Muamma / Sandık Açılıyor
A. Tunç
BİR SANDIK BAŞKOMİSER POLİSİYESİ
“Habil’le Kabil vardır. Adem’le Havva’nın oğulları. Cinayet oradan başlar insanın tarihinde. Kabil, kardeşini kıskanıp öldürmüş Eski Ahit’e göre. Sonra korkmuş, ben bu ölüyle ne yaparım şimdi, diye. Almış ölüsünü yanına, tam bir yıl bir çuvalın içinde gezdirmiş kardeşini. Bir gün bir kargayı görmüş, ölüsünü gömüyormuş karga. Tabii bir ışık yanmış kafada. Demiş ki ben de gömeyim.
Gömmüş kardeşini. Gömülen ilk ölü, cinayeti saklamak niyetiyle gömülmüştür yani. Gömülen ilk insandır Habil, kutsal kitaplara göre. Ama bu hikâyede aksayan taraflar var tabii.
Bir kere kargalar ölüsünü gömmez. İkincisi, hiçbir ölü dayanmaz o kadar gezdirmeye. Ama
buradan bize çıkan ders başka. İnsan ölülerden kurtulmak zorundadır. Anlatabiliyor muyum?
Necistir çünkü ölü. Hastalık saçar, pis kokar, kötü görünür. Hem ölüyü gömünce insan daha
kolay baş eder ölümle. İşte bizim işimiz öldüreni bulmaksa, buna giden ana yol, öldürenin
ölüden kurtulmak için neler yaptığına bakmaktır.”
Bir üniversitede Sanat Tarihi ve Arkeoloji bölümünde akademisyen olan Halit, eşinden
boşanıp kendine yeni bir hayat kurma umuduyla geldiği Çanakkale’de hiç beklenmedik
olayların merkezinde bulur kendini. Hayatı alışıldık bir sakinlik içerisinde geçerken
Başkomiser Nusret Sandık’la ev arkadaşı olması, bildiği dünyayı yerle bir edip bambaşka bir âleme kapı aralayacaktır. Yüzyıllar öncesinden kalan bir Tevrat rulosu, ağaca asılı bulunmuş bir kadın cesedi, gün ortasında silahlı çatışma, mafyalar, faili meçhul cinayetler…
Polislerdennefret eden bir ailede büyüyen Halit, kendini bir anda polisiye bir gizemin tam da içinde, Başkomiser Sandık’ın gölgesini hayranlıkla takip ederken bulur.
A.Tunç, Kanlı Muamma’da Çanakkale’nin sakin yaşantısına kısa bir mola verip okurları
Başkomiser Sandık’la birlikte büyük bir sır perdesini aralamaya davet ediyor.
Türk Ütopyaları – Osmanlı’dan Cumhuriyet Dönemi’ne Özgürlüğü Düşlemek
Sadık Usta
Türkiye’nin en prestijli üniversiteleriyle beraber, Harvard, Columbia, New
York, Princeton, Pennsylvania, Stanford ve Sachsen-Anhalt Üniversitesi ile
Amerikan Kongre Kütüphanesi’nde de yer alan bu kitap, genişletilmiş
basımıyla yazın tarihimizi konu eden en önemli kaynak eserlerden biri olarak
yeniden raflarımıza giriyor!
“Öteden beri bazı liberal aydınlarımız, ütopik eserlerin sadece Avrupa’ya has bir yazın türü
olduğunu söyleyip dururlar ve hatta buna ilişkin sözümona kanıtlar da ileri sürerler.
Gerçekten böyle midir? Ütopyalar yalnızca Avrupalılara has bir yazın türü müdür? Ne yani,
Türkler ütopyasız mıdır? Hayır! Her ne kadar Türklerin ütopya yazınıyla tanışması 19.
yüzyılın ortalarına denk gelse de ütopik eserlerle tanışması çok daha eskidir… Türkiye’nin
ütopyacı yazarları, yazdıkları eserlerle, sadece düşünsel ve siyasi hayatımızı belirlemediler;
aynı zamanda devrimlere bizzat katılarak öncü roller de oynadılar.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’nin devrim tarihi ile ütopik yazınının tarihi de sarmaşık gibidir;
birbirinden ayrılmaz biçimde iç içe geçmişlerdir. Bu kitabı okuduğunuzda tarihimizdeki her
devrimci girişimden önce seçkin ütopyaların yazıldığını, bu eserleri yazan şahsiyetlerin
kendilerinin de aktif siyasetin içinde olduklarını ve bu eserlerle hem kendi kuşaklarını hem de sonraki devrimci kuşakları derinden etkilediklerini, onlara sadece gelecek tasarısı
sunmadıklarını, aynı zamanda onların devrimci heyecanını ateşlediklerini ve geleceğe ilişkin umutlarını diri tuttuklarını da göreceksiniz.”
–SADIK USTA
Tanrı’nın Nefesindeki Bir Tüy
Sigrid Nunez
“Babam başkasına benzemezdi. Aslında benim tanıdığım hiç kimseyebenzemezdi. Ama Rus edebiyatındaki “küçük adam” ile ilk kezkarşılaştığımda aklıma babam geldi. Çehov ve Gogol hikâyeleriokuduğum zaman bol bol onu düşünüyordum. Acı’yı okuduğumda
babamla serçeyi hatırladım ve yeni bir ihtimal kendini gösterdi: Konuşmayan biri değil, kimsenin dinlemediği biriydi babam.”
Dost adlı kitabıyla ABD Ulusal Kitap Ödülü’nün sahibi olan Sigrid Nunez, Tanrı’nın Nefesinde Bir Tüy’de insan doğasının karmaşık yapısına dair büyülü bir masal
anlatıyor.
Genç bir kadın olan anlatıcı, bu kitapta göçmen ebeveynlerinin dünyasına bakar: Çinli-
Panamalı, sesi soluğu çıkmayan bir baba ve onu yok sayan Alman bir anne. 1960’lı yıllarda
bir toplu konutta büyüyen anlatıcı, yaşadığı hayatın sığlığından kaçmak için önce anne-
babasının hikâyelerinden ve kendi okuduklarından aldığı ilhamla kurduğu düşlere, sonra da
balenin cezbedici dünyasına sığınır. İşte, Nunez’in yalın, vurucu ve samimi bir dille kaleme
aldığı bu kitabı bitiren herkesin kendine sorabileceği bir soru: “Tanrı’nın nefesinde bir tüy
olmak nedir? Esasen kırılganlıkla mı ilişkilendirilebilir, yoksa güçle mi?”
A. Tunç
BİR SANDIK BAŞKOMİSER POLİSİYESİ
“Habil’le Kabil vardır. Adem’le Havva’nın oğulları. Cinayet oradan başlar insanın tarihinde. Kabil, kardeşini kıskanıp öldürmüş Eski Ahit’e göre. Sonra korkmuş, ben bu ölüyle ne yaparım şimdi, diye. Almış ölüsünü yanına, tam bir yıl bir çuvalın içinde gezdirmiş kardeşini. Bir gün bir kargayı görmüş, ölüsünü gömüyormuş karga. Tabii bir ışık yanmış kafada. Demiş ki ben de gömeyim.
Gömmüş kardeşini. Gömülen ilk ölü, cinayeti saklamak niyetiyle gömülmüştür yani. Gömülen ilk insandır Habil, kutsal kitaplara göre. Ama bu hikâyede aksayan taraflar var tabii.
Bir kere kargalar ölüsünü gömmez. İkincisi, hiçbir ölü dayanmaz o kadar gezdirmeye. Ama
buradan bize çıkan ders başka. İnsan ölülerden kurtulmak zorundadır. Anlatabiliyor muyum?
Necistir çünkü ölü. Hastalık saçar, pis kokar, kötü görünür. Hem ölüyü gömünce insan daha
kolay baş eder ölümle. İşte bizim işimiz öldüreni bulmaksa, buna giden ana yol, öldürenin
ölüden kurtulmak için neler yaptığına bakmaktır.”
Bir üniversitede Sanat Tarihi ve Arkeoloji bölümünde akademisyen olan Halit, eşinden
boşanıp kendine yeni bir hayat kurma umuduyla geldiği Çanakkale’de hiç beklenmedik
olayların merkezinde bulur kendini. Hayatı alışıldık bir sakinlik içerisinde geçerken
Başkomiser Nusret Sandık’la ev arkadaşı olması, bildiği dünyayı yerle bir edip bambaşka bir âleme kapı aralayacaktır. Yüzyıllar öncesinden kalan bir Tevrat rulosu, ağaca asılı bulunmuş bir kadın cesedi, gün ortasında silahlı çatışma, mafyalar, faili meçhul cinayetler…
Polislerdennefret eden bir ailede büyüyen Halit, kendini bir anda polisiye bir gizemin tam da içinde, Başkomiser Sandık’ın gölgesini hayranlıkla takip ederken bulur.
A.Tunç, Kanlı Muamma’da Çanakkale’nin sakin yaşantısına kısa bir mola verip okurları
Başkomiser Sandık’la birlikte büyük bir sır perdesini aralamaya davet ediyor.
Türk Ütopyaları – Osmanlı’dan Cumhuriyet Dönemi’ne Özgürlüğü Düşlemek
Sadık Usta
Türkiye’nin en prestijli üniversiteleriyle beraber, Harvard, Columbia, New
York, Princeton, Pennsylvania, Stanford ve Sachsen-Anhalt Üniversitesi ile
Amerikan Kongre Kütüphanesi’nde de yer alan bu kitap, genişletilmiş
basımıyla yazın tarihimizi konu eden en önemli kaynak eserlerden biri olarak
yeniden raflarımıza giriyor!
“Öteden beri bazı liberal aydınlarımız, ütopik eserlerin sadece Avrupa’ya has bir yazın türü
olduğunu söyleyip dururlar ve hatta buna ilişkin sözümona kanıtlar da ileri sürerler.
Gerçekten böyle midir? Ütopyalar yalnızca Avrupalılara has bir yazın türü müdür? Ne yani,
Türkler ütopyasız mıdır? Hayır! Her ne kadar Türklerin ütopya yazınıyla tanışması 19.
yüzyılın ortalarına denk gelse de ütopik eserlerle tanışması çok daha eskidir… Türkiye’nin
ütopyacı yazarları, yazdıkları eserlerle, sadece düşünsel ve siyasi hayatımızı belirlemediler;
aynı zamanda devrimlere bizzat katılarak öncü roller de oynadılar.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’nin devrim tarihi ile ütopik yazınının tarihi de sarmaşık gibidir;
birbirinden ayrılmaz biçimde iç içe geçmişlerdir. Bu kitabı okuduğunuzda tarihimizdeki her
devrimci girişimden önce seçkin ütopyaların yazıldığını, bu eserleri yazan şahsiyetlerin
kendilerinin de aktif siyasetin içinde olduklarını ve bu eserlerle hem kendi kuşaklarını hem de sonraki devrimci kuşakları derinden etkilediklerini, onlara sadece gelecek tasarısı
sunmadıklarını, aynı zamanda onların devrimci heyecanını ateşlediklerini ve geleceğe ilişkin umutlarını diri tuttuklarını da göreceksiniz.”
–SADIK USTA
Tanrı’nın Nefesindeki Bir Tüy
Sigrid Nunez
“Babam başkasına benzemezdi. Aslında benim tanıdığım hiç kimseyebenzemezdi. Ama Rus edebiyatındaki “küçük adam” ile ilk kezkarşılaştığımda aklıma babam geldi. Çehov ve Gogol hikâyeleriokuduğum zaman bol bol onu düşünüyordum. Acı’yı okuduğumda
babamla serçeyi hatırladım ve yeni bir ihtimal kendini gösterdi: Konuşmayan biri değil, kimsenin dinlemediği biriydi babam.”
Dost adlı kitabıyla ABD Ulusal Kitap Ödülü’nün sahibi olan Sigrid Nunez, Tanrı’nın Nefesinde Bir Tüy’de insan doğasının karmaşık yapısına dair büyülü bir masal
anlatıyor.
Genç bir kadın olan anlatıcı, bu kitapta göçmen ebeveynlerinin dünyasına bakar: Çinli-
Panamalı, sesi soluğu çıkmayan bir baba ve onu yok sayan Alman bir anne. 1960’lı yıllarda
bir toplu konutta büyüyen anlatıcı, yaşadığı hayatın sığlığından kaçmak için önce anne-
babasının hikâyelerinden ve kendi okuduklarından aldığı ilhamla kurduğu düşlere, sonra da
balenin cezbedici dünyasına sığınır. İşte, Nunez’in yalın, vurucu ve samimi bir dille kaleme
aldığı bu kitabı bitiren herkesin kendine sorabileceği bir soru: “Tanrı’nın nefesinde bir tüy
olmak nedir? Esasen kırılganlıkla mı ilişkilendirilebilir, yoksa güçle mi?”
FACEBOOK YORUMLAR