BLACKkKLASMAN / KARANLIKLA KARŞI KARŞIYA
Yönetmen ve Senarist, Spike Lee masallarda ki gibi bir Kurbağa’ dan Prens yaratmıyor. Ancak gerçek hayatta insan olarak, kendini üstün gören ve bir diğerini çeşitli nedenlerle ötekileştirerek, Kurbağa yapanların nazarında din, dil, ırk, din gözetmeksizin bir İNSAN gösteriyor.
Başrol oyuncusu John Davis Washington, yıllardır zevkle ve başarı ile izlediğimiz Danzel Washington’un oğlu olarak geleceğe mirası iyi taşıyor, bunun hakkını vermek gerekir önce.
Pek tabii ki bu doğrultuda; aynı sıcaklığı, samimiyeti ve perde arkasından insana dokunan yanı buluveriyorsunuz bir anda.
Film de, Ron Stallworth (John Davis Washington)’un dediği gibi
“ DOĞUŞTAN HAZIRIM”
KÖKLER
Film, belgesel gibi ancak verdiği doğru tarihsel bilgilerin ışığında günümüze o kadar güzel aktarılıyor ki. Bir zamanların, 1750 yılında Gambia’da doğan ve 1767’de Maryland Annapolis’e getirilen 98 köleden birisi olarak; 5.göbekten torunu Alex Haley tarafından Roots (Kökler) dizisinden yabancı olmadığımız, içimizde bir şeylerin tohumunu atan Kunta Kinte efsanesini yeniden çağrıştırıyor.
Ron Stallworth’un,tüm kalıpların dışında memur olarak atanması ancak içinde ki potansiyeli bilmesi ve arşiv odasında kalmak istememesini, direkt ifade etmesi ve her arşiv odasına gelen diğer beyaz polis memurların suçlu eğer bir zenci ise “ siyah kurbağa” olarak dosyasını istemesi karşısında film de duruşu da KÖKLER dizisinde adı Toby’e çevrilmek istendiğinde “Benim adım Kunta Kinte” diye bağıran yürek!
“Burada Kurbağa Yok!”
FİLMİN EN ÖNEMLİ FARKI SENARİST VE YÖNETMEN OLARAK ELBETTE,
SPIKE LEE
Toplumun bazı kesimleri unutsa da tarih eninde sonunda gerçekleri yazıyor. Ve vicdan sahibi birileri de bunu sunuyor. Amerika’da yaşanan ırkçılığı çok güzel bir şekilde yansıtıyor. Tabii bunun bedelleri ağır oluyor. İşin o kısmına girmeden, bırakırlarsa ki sanmam Oscar için çok güçlü bir adaydır. Her karesi ile.
Ron Stallworth’un otobiyografik romanından alınan filmin senaryosu. 1970’li yılların başlarında Colorado Springs’de Ku Klux Klan’ın içine sızmayı başaran zenci bir polisin Ron Stallworth ( John Davis Washington) öyküsü ile başlayan. Aslında arşivde başlayan süreç ile biraz da kendi doğuştan gelen cesareti ile yolunu çizen, aynı zamanda kendisi gibi polis olan Yahudi Flip Zimmerman’ın( Adam Driver ) nin işbirliği.
Bu işbirliği aslında günümüzde gerekli olan örgütlenmenin ve ötekileştirmeden, daha iyi nasıl insan oluruz? Sorusunu da içinde barındırıyor.
YOK SAYILIRKEN VAR OLMAK
Faşist uygulamalar, ırkçılık kol gezerken insanların nasıl değiştiği. Fanatikleşmenin, bir başka insan ruhunda yarattığı tahribat çok iyi veriliyor.
Otorite sahasında, futbolcular aslında onlara göre hiçbir zaman o futbol maçında oyuncu olamaz. Çünkü onlar futbolcu değildir. Hiçbir şeydir. Her şeyi onlar bilir. Siyah, beyaz yoktur. Sadece beyaz insan vardır. Akılda, güç de, yaşama hakkı da ondadır.
Aradan geçen onca yıla rağmen, hala Senarist ve Yönetmen Spike Lee’nin mevcut düzenin çok da değişmediğini her fırsatta Donald Trump’ın politikalarına tepkisini elinden geldiğince göstererek, düzenin değişmediğini de vurguluyor. Bu yüzden Oscar için şansı olur mu bilmiyorum ancak zaten Yönetmen’de bunu bilerek bu filmi çekmiştir. Ödül den ziyade insanlara, farkındalıkları gelişmiş insanlara, BİZ’i gösterebilmek.
Tıpkı filminde ki Ron’un kız arkadaşı aynı zamanda zenci protestocuların kadın lideri Patrice’e (Laura Harrier) dediği gibi: “Savaşmadan kazanamaz mıyız?”
Ve kız arkadaşı ile katılmış olduğu Gençler Toplantısında bir hanımın dediği gibi “ Biz sanırım fazla susuyoruz, mesele de bu!”
Bazen susmak erdemdir. Ancak onursuzlar güç sahibi olursa işler değişir. O zamanda fırsatın olursa konuşursun, susturulmayı göze alarak.
Polis memuru Ron, işe alınacağı zaman mülakat da gösterdiği tavır kendisinin de bir yaşam biçimidir aslında.
İki rütbeli memur kendisine birçok soru sorar. Sonunda “eğer biri sana zencisin diye yumruk atarsa öbür yanağını da döner misin?”
-Bu olur mu? Diye sorduğunda Ron
“Ohh yapma” derler. Belki de filmin ilerleyen sahnelerinde göreceğimiz gibi aslında hep bir Polis memuru olmayı hayal etmiştir. Gerekirse evet, der. Bu onun hayalini gerçekleştirme vizesidir aslında.
Ve film boyunca bir zenciye dokunmaktan bile çekinen sapkınları öyle güzel dile getirir ki burada ne baskı, ne silah, ne de şiddet vardır. Sadece dediği gibi “Ben Doğuştan Hazırım!”
Tabii bu da yeterli değil artık günümüzde bize yol gösteren de yine Ron Stallworth karakterinin mülakat da dediği gibi:
-Hiç birine saldırır mısın?
Ron: Hayır? Neden saldırıyım? Gerekli olmadıkça, bana dokunmadıkça saldırmam. Her ne olursa olsun. Çünkü ailemden aldığım terbiye bunu gerektirir.
Küreselleşen dünya da paraya tamah eden, tüketimde içinde yüzen, kuşaklar mı terbiyeli yoksa kendi olan ve topluma önce insan kazandırmayı düşünen aileler mi, akıllar mı önemli? Bunu da çok iyi vurguluyor usta Yönetmen.
Dolayısı ile; Ron, eyalette terör estiren, gücü frenlenemeyen Ku Klux Klan örgütünün üst düzey bir yetkilisine telefon ederek, zencilerden nefret eden bir beyaz olduğunu söyler. Artık iki Ron vardır. Üstelik de erk sahiplerinin bilmediği, hiç haz etmedikleri gibi asla yan yana olmayı bile düşünmedikleri. Biri Yahudi, diğeri ise Zenci. Böylelikle o önemli tanışma toplantısına gizli mikrofonu ile Flip gider.
Ron’un akıl oyunu tik tak işler. Ta ki…
Ku Klux Klan’ın Colorado lideri David Duke’a (Topher Grace) ulaşacak kadar.
Filmin yönetmeni ve senaristi, dimdik bir duruş ile çektiği, emek verdiği filmin adına da şifreyi koymuş.
“Karanlıkla Karşı Karşıya” aslında yürekleri ve ruhları karanlıkta olanların dünyasını da bize sunuyor. Onun için filmin orijinal adı içinde örgütün adı gizli “BLACKkKLASMAN”
28 Eylül 2018 tarihinde vizyona girecek olan bu filmden etkileneceğinizi düşünüyorum.
Haber: Emel Seçen
FACEBOOK YORUMLAR