Bir yol birleşir.
BİZ BİZE…
Bir yol birleşir.
Yolun bir ucu Koca Mustafa Paşa ’ya diğer ucu Fındıkzade’ ye. Ayrılan ve çatallanan diğer yol ise Cerrahpaşa ve Samatya’ya …
Ne güzeldir, o eski semt. Fatih İlçesinin, güzide beldesi. Kimleri, kimleri yetiştirmiş… Topluma kazandırmıştır.
Tam da bu çatallaşan yani bir uçta Samatya, bir uçta Cerrahpaşa ve ileride Koca Mustafa Paşa semtlerinin köşe başında yanılmıyorsam, Petek apartmanı olmalı. Orada güzel, şirin mi şirin, sempatik, cıvıl cıvıl, kendine özgü yüzündeki hafif çilleri gülümsemesi ile kesişen bir genç kız. O kız, benim lise arkadaşım, Günay.
Bu öyle bir röportaj oldu ki; sandık içinde ne varsa çıktı meydana. Adeta, er meydanı gibi. Bir mazinin içinden, o mazinin güzel çocukları olarak sınıf arkadaşın Dursun Öztürk , Kastamonu Eğitim Fakültesinde Müzik Öğretmeni olan Ali İhsan Alemli, birlikte tiyatro yaptığın Mevlüde…Ve sanki teneffüs çalmışta, bahçedeymişiz gibi..
Tabii bunla da kalmıyor. Aslında bir dönemin, lise, üniversite, konser Cem Karaca, Cahit Berkay gibi ustaların en güzel zamanları… Ona eşlik eden, bize ö dönemi yeniden yaşatan bir eğitimci ve müzik insanı.
AKM yıkılmadan; Vakko’nun yavrusu,Vakkorama’nın, Meltem Cumbul eşliğinde PowerFm radyo yayını, yaptığı yıllar.
Meydan boş değil. Beyoğlu Evlendirme Dairesi, Gezi Parkı önünde otobüs durakları var.
Hadi biraz o yıllara gidelim, hep beraber.
Günay Kadıoğlu, müzik ile iç içe bir aileden geliyor. Kendisi müzikten hiç kopmadı. Ve Müzik Öğretmeni oldu. Korolar, Albümler…
Ben gazeteci, o Öğretmen. Buluşabilmek zor, pilavdan pilava karşılaşabilirsek ne mutlu!
Şimdi hep beraber, hem geçmişi hem müziği konuşacağız kendisi ile.
Emel Seçen: Merhaba, Sevgili Günay’cım.
Bir türlü yaratamadığımız zamanı şimdi bulduk. Wsapp, sohbetleri hariç…
Öncelikle biliyoruz, sen hep müzikle iç içeydin. Lise de ve sonrasında. Ama hayat akışının içerisinde bir dönem herkes birbirinden uzaklaşıyor. Sen, görüşemediğimiz süreçte neler yaptın?
Günay Kadıoğlu: Evet Emelciğim, senin de söylediğin gibi müzik hep vardı hayatımda. İlkokul da dâhil tüm öğrenim hayatım boyunca okuduğum sınıflarda kendimi, kâh kara tahtanın önünde, kâh sıramda, kâh arkadaş ortamlarında şarkı söylerken bulurdum. Lise sonrası konservatuar (İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı) eğitimi sırasında da devam eden çalışmalar; ilk stüdyo çalışması Bülent SERTTAŞ’ın kasetine vokal J, ilk sahne deneyimi Muazzez ABACI’ya vokal, daha sonra 1992 Eurovision Türkiye elemeleri Ayşe GENCER’e vokal. Harbiye Orduevi’nde orkestra şarkıcılığı ve Grup Gün İzi ile 3 albüm çalışması, bu arada da 2001 yılından itibaren müzik öğretmenliği…
Unutmadan şunu da eklemeliyim, lisede okurken müzik öğretmenimiz Abdülcabbar AKATAŞ’ın görev verdiği orkestra ve koro solistliği çalışmaları müzik yolculuğumun başlangıcı oldu diyebilirim. Bu arada görüşmediğimiz süreçte bir evlilik, iki tane yakışıklı erkek çocuğu da yaptım.
-Şimdi maziye gittim. Sen, lisede ablamla beraber okudun. Hababam sınıfı olarak addedilen meşhur Edebiyatlar… Ve biliyor musun? Sene kaybetmesem, bende sizlerle aynı sınıfta olacaktım. Biz de sizin devamınız olarak, Hababam geleneğini yaşattık ama o 11 Edebiyat başkaydı. Bir kere kulakları çınlasın. Uğur Görgülü (Nam-ı diğer, Antep) ortalıkta John Travolta gibi olunca, müzik ile bir haşır neşirlik oldu mu? Sınıfta nasıldınız?
Günay Kadıoğlu: Evet lisemiz, tarihi Davutpaşa Lisesi ve meşhur 11 Edebiyat A. Bizim sınıfta bildiğin gibi şarkısız, türküsüz günümüz geçmezdi. Sevincimizi, hüznümüzü, heyecanımızı hep müzikle yaşardık. Çok güzel zamanlardı Emelciğim, o yıllarda arkadaşlık kavramı da bambaşkaydı. Günümüzdeki gibi her şeyi çabucak tüketmiyorduk. Sık olmasa da halen bir araya gelebildiğimizde hiç ayrılmamış gibi sarıp sarmalıyoruz birbirimizi. Mesela geçen akşam Uğur(Nam-ı diğer, Antep) Facebook üzerinden Berlin’den mini bir konser yaptı. Dakikalar içinde onlarca arkadaşı aynı 35 yıl öncesindeki sıcaklıkla bir araya toplayıverdi.
-Tabi, tabi mesela ben mezun olduktan kısa bir süre sonra hep arzu ettiğim yani arkadaşlarımı bir araya getirebilmek adına, 1996 yılında kurulan, Davutpaşa Lisesi Mezunları Derneğine girdim. Yönetimde yer aldım. Hala görevim biliyorsun, devam etmekte. Almanya’ya gitmeden önce Antep’i de Yönetime aldık. Çok güzel projeler gerçekleştirdik. Pilav, yemeklerde muhakkak rock in roll yapardık, ikimiz. Sonra hayat hepimizi biraz savursa da yürekler bir olunca yine bir araya getiriyor.
Evet, şöyle diyelim Derneğimizin en belli başlı amacı Öğretmenlerimizi de bir araya getirebilmek, onlara ulaşabilmekti. Yakın zamanda kaybettiğimiz, çok değerli, Müzik Öğretmenimiz Hulusi Hocamızı da sonsuzluğa uğurladık. Senin de aynı zamanda komşun. Biraz paylaşır mısın, lütfen. O yıllarda nasıldı ilişkiniz? Öğretmen olmanda katkısı oldu mu? Bizler, muhteşem müzik dersleri görürdük. Şu anda kaybettiğimiz nitelikli eğitim üzerine konuşursak, dün-bugün sentezi ile anlatmanı rica edeceğim.
Günay Kadıoğlu: Hulusi öğretmenim… Nurlar içinde yatsın. Hep onu müzik sınıfımızdaki piyanonun başına geçip, bize öğrettiği şarkılara eşlik edişiyle hatırlayacağım. Evet, aynı zamanda da komşumuzdu. Her zaman beyefendi tavırlarıyla, her daim gülümseyen çehresiyle sevilen bir insandı. Hulusi öğretmenin öğretmen olmama bir katkısı olmadı, aksine öğretmen olmam konusunda kararsız ve çekimser kalmama etkisi oldu. Yanlış anlaşılmasın! Şöyle ki, bizler biliyorsun müzik sınıfı, piyanosu, donanımlı müzik öğretmenleri olan okullarda eğitim aldık. Konservatuarı bitirdiğimde -Türk müziği konservatuarında o yıllarda piyano eğitimi verilmiyordu-, “Ben müzik öğretmenlerim gibi iyi piyano çalamıyorum, öğrencilerime eksik eğitim verirsem mutlu olamam.” gibi idealist duygularla öğretmenlik yapmaktan kaçınıp bir süre başka işler yaptım. Daha sonra fark ettim ki, okullarımızın yüzde doksanında zaten müzik sınıfı ve piyano yok. Öğretmenliğe başladığımda gördüm ki müzik eğitiminde çok şey değişmiş, değeri, önemi geri plana düşmüş. Yeni sistemde senin de dediğin gibi nitelikli eğitimi kaybetmişiz. Ama ben öğretmenlik yaptığım tüm okullarda o idealizmimi hiç kaybetmedim ve öğrencilerime müziği sevdirerek, elimden geldiğince nitelikli, çağdaş, insani değerlerin ve sanatın ön planda olduğu bir eğitim vermeye çalıştım. Bu arada şansa bak ki; şu sıralar çalıştığım okulumda hem müzik sınıfı, hem de piyano var.
-İlk beste, müziğin içinde doğuşu tam olarak sayıklamaya başladı. Açıkçası tam ne zaman” işte, ben bu olmalıyım, bunları yapmalıyım” dedin?
Günay Kadıoğlu: Emelciğim, evet müzik hep hayatımın merkezinde oldu. Çocukluğumdan beri hem müziğe yeteneğim vardı, hem de şarkı söylemekten her zaman keyif aldım. Ve müzikle ilgili hep arayışlar içinde oldum. Fakat mükemmeliyetçiliğim yüzünden de ne bir beste yaptım, ne de tam sanatın içinde oldum. O özgür sanatçı ruhu bende vücut bulamadı. Belki de bu yüzden iyi bir öğretmen oldum ve branşımı çok seviyorum. Öğretmenlik en iyi yaptığım iş aslında. Müzisyenlik hep kıyısında kaldığım bir alan oldu.
- Sizin oturduğunuz apartmanın altı, düğün salonuydu. Eskiden okul çayları olurdu? Sen, hiç bulundun mu? Orada şarkı söyleyebilme imkânı doğdu mu? Ve amatör olarak ilk deneyimler tam ne zaman baş gösterdi.
Günay Kadıoğlu: Konservatuarda öğrenci olduğum sırada arkadaşlarımızla oluşturduğumuz Grup TEKBAŞINA ile amatör deneyimler başladı. Festival festival geziyoruz. Yıl 1991 İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları Gençlik Günleri sahnesinde şarkılar söylerken ve bizden sonra sahne alacak grubun oturmuş bir dinleyici kitlesi olduğunu, protest müzik yaptıklarını öğrenirken, Grup GÜN İZİ' ne tam 1 yıl sonra katılacağımı henüz bilmiyordum. Bir yıl sonra Eurovision Türkiye elemelerinde vokalistlik ve akabinde Harbiye Orduevi’nde orkestra şarkıcılığı ile profesyonel dönem de başlamış oldu.
-Aradan geçen zaman zarfında çok güzel bir grup kurdunuz. Sevgili eşinde dâhil. Bu fikir nasıl doğdu, gelişti?
Günay Kadıoğlu: Grup Gün İzi, eşim Murat KADIOĞLU tarafından 1987 yılında kurulmuş bir grup. Grubun ilk kadrosunda Yüksek Sadakat grubunun kurucularından Kutlu ÖZMAKİNACI, oyuncu Nazlı TOSUNOĞLU, Şükriye TUTKUN, Düş Sokağı Sakinleri’nden Murat ÇELİK gibi isimler yer almış. Ben gruba 1992 yılında Harbiye Orduevi’nde şarkı söylerken orkestrada elektrogitar çalan Gün İzi elemanı, Fethi ENGİN'in “Bir soliste ihtiyacımız var.” diyerek gruba katılma teklifi sonrasında Murat KADIOĞLU ile tanışarak katıldım.
O sırada hazırladıkları grubun 3. kaset (o zamanlar şimdiki neslin hiç tanışmadığı kasetler vardı biliyorsunJ) çalışması “Ara Beni” için kendimi stüdyoda buluverdim. Daha konservatuardan mezun olmadan bir müzik albümünde yer almıştım.
Sonrasında 1995 yılında bir albüm daha, araya evliliğin girişiyle bir ara ve son olarak 2006 yılında 5. Gün İzi albümü “Çiçeğimsin”… Bu albümde sadece eşim ve ben yer aldık. Biliyorsun, uzun süre aynı kadroyla kalmış ya da dağılmamış müzik grubu azdır. Grup Gün İzi’nde de böyle olmuş. Grup üyeleri ya müzikal anlamda ya da asıl mesleklerini tercih ederek kendi yollarına gitmişler zaman zaman.
Ama iletişimleri çoğunlukla devam etmiş, hala eşim de ben de eski grup arkadaşlarımızla görüşüyoruz, haberleşiyoruz.
-Sistem, bizi gitgide duygudan yoksun ve makineleştiren bir hayata sürüklerken bizim gibi duygusal insanların işi, diğerlerinden zor. Bizlerin, kendi kendimizi nasıl koruyacağımızı ön görüyorsun?
Günay Kadıoğlu: Evet işimiz zor ama müzisyenler, yazarlar, ressamlar kısaca sanatçılar ve sanat olmazsa hayatın, hatta toplum yaşamının rengi olmaz. Sanatçılar, duygusal kişilikler hep olmalı ve olacak da. Cumhuriyetimizin kurucusu ve mimarı Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün de işaret ettiği gibi “ Sanattan ve bilimden yoksun milletler, gerilemeye mahkûmdur.”
Bunun için de vazgeçmeden çalışmalı, çalışmalı ve çalışmalıyız.
-Zaman içerisinde kendini hayal ettiğin noktaya geldiğini ve bunun yeterli olduğunu düşünüyor musun?
Günay Kadıoğlu: Çocukken en keyif aldığım aktivite kendimce kurgular oluşturup, teybe ses kaydetmekti. Mesela, sunuculuğunu da, şarkıcılığını da benim yaptığım müzik programları ya da senaryosunu kendim oluşturduğum radyo tiyatroları ve bazen de bu etkinlikleri kuzenlerle beraber yapmak. Bu konuda pek hayal kurmadım ama o zamandan tiyatral bir tarafım ve hitabet yeteneğim olduğu belli idi. Bu arada tiyatral tarafımı annemden, hitabet yeteneğimi babamdan almışım. Sahne üzerinde çalışmalarım oldu ama sadece şarkı söylemekle sınırlı kaldı. Kendimle ilgili farkındalığım daha yüksek olsaydı belki de sahne sanatları eğitimi alırdım. Günümüze gelirsek aslında öğretmenlik mesleği benim bu özelliklerimi kullanmam ve bundan keyif almam için biçilmiş kaftan. Müzik, tiyatro, hitabet hepsi bir arada ve bu beni hem mutlu, hem de tatmin ediyor.
-Gerek Türkiye, gerek dünya çapında olsun. Müzik dünyası için ivme katan hem sosyal hem insanlık açısından, güzellik katan grup, yorumcu, besteci olarak kimleri görüyorsun?
Günay Kadıoğlu: Bu sorunun cevabı benim için çok geniş bir yelpazeye yayılıyor. Bana sorarlar, en çok hangi müzik türünü dinliyorsun, diye. Cevabım, kulağıma hoş gelen her müziği, olur. Çünkü her müzik türünde dinlenilesi çok güzel örnekler vardır. Senin soruna gelince, o kadar çok isim aklıma geliyor ki, kimi seçeyim bilemedim. İlk aklıma gelenler Barış MANÇO; çok özel ve farklı bir müzik adamı, birleştirici. Sonra Madonna; müziğe de sahneye de çok şey katmış, şov bazında çığır açmış çılgın kadın. Ve Aşık VEYSEL müziğimizdeki aşık geleneğinin son ama etkileri günümüze kadar yansıyan temsilcisi.
- Müzik, olmasaydı. Yani dünyada böyle bir olgu hiç bilinmeseydi. Ne olurduk, sence?
Günay Kadıoğlu: Bu imkânsız. Olamaz, düşünemiyorum bile. Bir kere ben işsiz olurdum. Eşimle tanışamazdım, çocuklarım dünyaya gelemezdi ve seninle bu röportajı yapamıyor olurduk. İşin şakası bir yana Emelciğim, müzik olmasaydı hayatın rengi ve tadı olmazdı. Gerçekten düşüncesi bile insan ruhunda büyük eksiklik yaratıyor.
-Ben , müziğin taşıyı olduğunu düşünenlerdenim. Yani sokaktan geçen biri, bir şarkı mırıldanıyor. O an yanından geçen duyuyor ve o da söylüyor. O da bir diğerine. Böylelikle devamlılık sağlanıyor. Bununla ilgili düşüncen nedir? Tabii bu soruyu yazarken aklıma, dünyanın yaşadığı şu kara günler geldi. Keşke taşınan müzik olsaydı. Değil mi? Sanırım insanoğlu yitirdikçe, hatırlamaya başlıyor. Aslında elinde olanın kıymetini.
Günay Kadıoğlu: Evet bu konuda ben de sana katılıyorum ve hatta müzik bulaşıcıdır diyorum. İyileştirici gücü ise tartışılmaz. Geçmişten beri müzik insanları bir araya getirmiş bulunmaz bir ortak değer. Ve dediğin gibi şu dünyaca yaşadığımız virüs belası sonucunda evlerine kapanan insanları bile birleştirebiliyor. Dilerim insanların evlerinin camından ya da balkonlarından değil, bir arada, kalabalıklar halinde müzikte birleşeceği sağlıklı günler çok uzak olmasın.
-Gelelim. En önemli mesleklerden birisi. Öğretmenlik. Öğretmenlik, çatısı yapısı nasıl işliyor? Hem Öğretmen hem Öğrenci açısından verim tam olarak sağlanıyor mu? Eksiklerimiz var ise nasıl yapılandırabiliriz?
Günay Kadıoğlu: Aslında bu konuda konuşulacak o kadar çok şey var ki Emelciğim… Öğretmenlik; sorumluluğu kocaman, bir o kadar da zorluklarla dolu, insanın sabrının, hoşgörüsünün sınandığı, hakkaniyet, özveri ve sevgi isteyen, hele ki çocukları sevmeden yapılması imkânsız bir meslek. Fakat eski değerini görüyor mu ya da mesleği icra edenlerin hepsi hakkını veriyor mu? Üzülerek söylüyorum; hayır. Günümüz öğrenci modeli ise genellikle tüketen, dolayısıyla üretmeyen; hedef koymayan, dolayısıyla idealleri olmayan; kitap okumaktan, sanatla ilgilenmekten uzak, internet kuşağı olarak niteleyebileceğimiz çocuklardan oluşuyor. Daha bunun üstüne ne diyeyim? Bildiğimiz üzere eğitim sistemimiz sürekli yeni modellerin denenmesi üzerine kurulmuş bir sistem. Bugüne kadar yapılan en isabetli proje sanırım Köy Enstitüleri olmuş, ne yazık ki, sürdürülememiş. Keşke devam edebilseymiş. Evet, çocuğun eğitimi ailede başlıyor, özellikle ilkokul öğretmeni –bence kalifiye olması çok önemli- ile devam ediyor. Çocuk ortaokula geldiğinde temeli iyi oluşturulmuşsa, öğretmenlerinin ona iyi model olması ve doğru rehberlik etmesi ile başarıya ulaşması ihtimali oldukça yüksek. Benim derslerimde birinci önceliğim öğretimden çok davranış eğitimi; kendi tavır ve davranışlarımla çocuklara sevgiyi, saygıyı, dürüstlüğü, adaletli olmayı, her zaman çalışmayı, boş durmamayı aşılamaya çalışıyorum elimden geldiğince. Laf uzadı gitti, tamam son olarak eğitimin iyileşmesi adına Ütopik görünse de iki dileğim var: Ciddi olarak planlanmış bir aile eğitimi ve ülkemde eğitimle ilgili karar verici makamların işin mutfağına girip sorunları yerinde görmeleri.
-GÜNAY, dünyaya nasıl bakıyor? Geçmişte gördüğü ile bugün arasında ki parametre nedir?
Günay Kadıoğlu: Benim ilk gençliğim 80 sonrası döneme denk geldiği için, o dönemin hem öncesini, hem de sonrasını hissetmiş, ülkede olan biten değişikliklere yaşayarak şahit olmuş, sonrasında bilgisayarın, cep telefonlarının hayatlarımıza dâhil olduğu süreci de gözlemlemiş ve son olarak bugünlerde tüm dünyanın küresel bir kriz olarak yaşadığı değişimi de takip eden biri olarak şunu söyleyebilirim, bütün bu yaşanmışlıklar bize çok şey kattı ve katacak. Bir kere dünya var oldukça değişim kaçınılmaz ve bizler de değişiyoruz. Ama bu sırada özümüzü kaybetmemek, değerlerimize sahip çıkmak, yaşananlardan dersler çıkararak yolumuza devam etmek gerek. Ben her zaman arkamda bıraktığım olumsuz durumlara takılmamaya, günümü yaşamaya ve yarınımı düşünmeye çalışırım. Geri dönüp değiştiremeyeceğim durumlar için “Ah vah etmek” boşa zaman kaybından başka bir şey değil. Geride bıraktıkların orda kalmalı, ona takılırsan ileri gidemezsin. Geçmişi unutmadan geleceğe yürümek de diyebiliriz sanırım.
-Dünya düzeldiğinde, çünkü bugünlerde herkes her şeyi rölantiye aldı. Günay’ında muhakkak yapmak istedikleri, hayalleri vardır? Hayalsiz beste de olmaz değil mi? Neler var iç dünyasında demlenen?
Günay Kadıoğlu: Gerçekten de dünyanın bugüne kadar yaşadığı en küresel sorunla uğraşılırken her şey sanki durdu. Ama bu süreç bazılarımız için bir fırsat; daha çok düşünmenin, üretmenin, gelecekle ilgili planlar yapmanın belki de tam zamanı. Evet, benim önceden planlarımda olan müzikal çalışmalar var. Örneğin; Grup Gün İzi’nin eski elemanlarıyla bir araya gelip canlı performans videolar çekmek, bir de öğretmenlik sürecimde severek hazırladığım koro etkinliklerini daha da geliştirerek farklı mecralarda sürdürmek.
-Peki, iki güzel evlat.
Bunlar anne-babalarının yolunda gidecekler mi? Asıl olarak hayallerinde tam olarak ne var?
Günay Kadıoğlu: Büyük oğlum mekatronik mühendisliği okuyor, küçüğü daha lisede. Büyüğün elektro, küçüğün klasik gitarı var. İkisi de müzikle ilgileniyor ama kendi çaplarında. Gelecek, ne getirir bilemiyorum.
Katkılarında dolayı çok teşekkür ediyorum. O zamanlar sizin sınıfta olan ama sene kaybedince benimle birlikte mezun olan Dursun, arkadaşımı da yıllar sonra fotoğraflarda birçok arkadaşımla birlikte görmek muazzam güzel bir enerji.
Bence biz hakikaten çok güzel günlerden geçtik. Sanırım bunlarda şu an da eylemlerimize yansımakta.
Son olarak söz sende…
Ne söylemek istersin?
Günay Kadıoğlu: Biz gerçekten şanslı bir nesiliz Emelciğim, gerek yaşadığımız süreçler, gerek evlatları olduğumuz neslin kültürel özellikleri, gerekse eğitim aldığımız öğretmenlerimizin donanımları açısından çok şanslıyız. İyi yetiştirildiğimizi düşünüyorum ve günümüz gençlerinin teknolojik imkânlarına baktığımda hiçbir zaman “keşke aynı olanaklara sahip olsaydık” demiyorum.
Geriye dönüp baktığımda hep güzel hislerle o günleri anıyorum. Şu günlerde yaşadığımız zor süreç umarım insanlığın o geçmiş yıllarda unutup bıraktığı değerlerine, tekrar dönmesine vesile olur.
Yeni neslin de bizim hissettiğimiz o saf, o temiz ve samimi duyguları tanıması dileğiyle ve şu zor sürecin en az zararla biran önce sona erip, sağlıklı günlerin geri gelmesi temennisiyle, bu güzel röportaj için sana teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ediyorum. Bu güzel günleri yaşatan biz ve bizim gibi sevgide kalanlar adına…
İletisim için: Facebook- Grup Gün İzi adresinden klip,albüm ve Günay Kadıoğlu'nun fotoğraf çalışmalarını da bulabilirler
EMEL SEÇEN
FACEBOOK YORUMLAR