BAYRAM NASIL BİR ŞEY BEYAZ ADAM?
Afrikanın siyahî çocuklarına bayram geldi mi? Bu soruya cevap vermek zor...Afrika'dan yaşanmışlık hikâyeleri eşliğinde bu soru üzerinde düşünmeye ne dersiniz?
KARA KITANIN KARA BAHTLI İNSANLARI
Bayram nasıl bir şey Beyaz Adam?
Afrika’nın siyahî çocuklarına bayram geldi mi? Bu soruya cevap vermek zor. “ Hayır” demek daha kolay; ancak bu, peşin verilmiş bir hüküm olabilir. Zira onların çok küçük şeylerden mutlu olabildiklerini öğrendiğimde, “ belki” dedim kendi kendime, bizim beyaz çocuklar ile kıyaslanamasa da, belki bayram oraya da uğramıştır? Bir hayırseverin uzattığı kırmızı bir balonda, beyaz tenli “ öteki adam”ın sıcak bir bakışında, uzaklardan gelen beyaz doktorun yıllardır görmeyen katarakt gözünü açacağı umudunda ya da suyu boşalmış pet şişesini kendisine vererek, minik, siyah ayaklarına bundan bir çift terlik yapmasına izin verişinde bu çocuklar da kıyısından köşesinden de olsa mutluluğu yakalamışlardır belki de... Kim bilir?
Şimdi orada olmak ve bayramda onların zeytin gözlerine bakmak, bir öğün de olsa karınlarını doyuruşlarından aldıkları keyfi izlemek vardı… Şimdi orada olmak ve onların o güzel yüzlerine bakıp bakıp “ neden, nasıl?” diye derin derin düşünmek vardı. Yattıkları yerden göğü gören, tabanı çamurlu öksüzler çadırına dalıp da, “ Bugün bayram, erken kalkın çocuklar!” diyebilmek vardı…
Kimse Yok Mu?
“ Kimse Yok Mu?” Derneği’nin üyesi olan bir arkadaşım, Ramazan ayında Tanzanya’ya yaptıkları yardım gezisindeki izlenimlerini benimle paylaşınca, oranın çocukları o gece davetsiz bir şekilde rüyama giriverdiler. Biraz da acı verdiler. Acıları bende kalsın istemedim; hissettiğim acıyı sizler ile paylaşmaya karar verdim. Eğer almak ister iseniz üzerinize düşeni, aşağıdaki satırlarda Afrika’dan yaşanmışlık hikâyeleri var.
İçine koca bir tırın girebildiği devasa çadırlar
Duyduklarımın 2 gün sonrasında Sultanbeyli’de bulunan “ Kimse Yok Mu Derneği”nin devasa binasının önündeydim. Burada ASYA (Afet Koordinasyon Merkezi) Müdürü İsmail Büyükay tarafından karşılandım. İsmail Bey, öksüz Afrika’nın sabırla beklediğim yaşanmışlık hikâyelerini anlatmasının öncesinde, beni derneklerinin büyük yardım deposuna indirdi. Türkiye genelinde sayılarının 18 adet olduğunu öğrendiğim lojistik depolarında tutulan ve arama kurtarma ekiplerinin her koşul altında kullandıkları ekipmanları, enkaz altındaki bir sesi örneğin bir milyon kez büyüten dinleme cihazları da dahil olmak üzere, her türlü hava koşullarına dayanıklı, özel dizayn edilmiş ebat ebat hatta içine koca bir tırın dahi girebildiği 600 metrekarelik çadırlar, 60 tonluk bir ağırlığı kaldırabilecek hava yastıkları, betonu bir kâğıt gibi kesebilen aletler ve aylarca dayanabilen gıda yardımı kolilerine kadar bu depodaki her şeyi sizler için görüntüledim.
Tüm bu ekipmanlar, Türkiye’nin ve dünyanın doğal afetlere uğramış bölgelerine sevk edilmek üzere, o kötü anın gelmesini bekliyorlar. Ancak, biz bu yazımızda, dikkatimizi Kara Afrika’nın açlık ve susuzluk çeken insanlarına yöneltmek istiyoruz çünkü “ Kimse Yok mu Derneği”ninyardım eli, - bir afet olsun ya da olmasın- yoksulluğun kasıp kavurduğu bölgelere de ulaşıyor. Aslında, yoksulluk ya da yoksul bırakılmışlık da bir afet sayılmaz mı?
Bulanık su… Ama burada o dahi bir nimet
Her 5 saniyede bir çocuğun öldüğü Afrika’da 300 milyon insan suya muhtaç. Kuraklık, alt yapıdaki eksiklikler ve tabii ki iç savaşlar bu ülkelerin kısır döngüsü. Açlığın da ötesinde, en çok ihtiyaç duyulan madde ise SU. İnsanlar burada yağmur sularını toplayıp içiyorlar. Sohbetimiz sırasında yetkililerden, yüzölçümü neredeyse Amerika Birleşik Devletlerini kaplayacak büyüklükte olan dünyanın en büyük sıcak çölü BÜYÜK SAHRA’da yer alan Nijer, Çad, Sudan gibi ülkelerdeki su ihtiyacının diğer ülkelerden daha fazla olduğunu öğreniyorum.
O nedenledir ki, hayırseverler buralarda su kuyuları açtırmak için yarışıyorlar. Toprağın yapısı, ülkenin teknolojik olanakları, imkânsızlıklar, işgücü olanağı gibi çeşitli etkenlere bağlı olarak, açılacak su kuyularının fiyatları ise ülkeye göre değişiklik gösteriyor. Örneğin, emme basma bir tulumba kuyusu açmak Nijer’de 8 bin 500 Amerikan Doları’na mâl oluyorken, Pakistan’da bu fiyat 3 bin dolar…
Balık vermek değil, balık tutturmak…
Kimse Yok Mu Derneği’ndeki odasına girdiğimde, önünde her biri numaralanmış yetim çocuk fotoğraflarının bulunduğu dosyalar üzerinde çalışan dernek yetkilisiOrhan Erdoğan, Afrika’nın o merak ile beklendiğim yaşanmışlıklarını benim ile paylaşmaya başlıyor. Bu bölgelerde uzun süre çalışmış ve her fırsatta oralara gidip gelen Orhan Bey ile kara kıtanın kara bahtlı çocukları üzerine sohbet ediyoruz.
Öğreniyorum ki, birinci hedef, Sudan, Somali gibi daha çok savaş bölgelerinde yetim kalan çocukların eğitimi. Bu amaçla buralarda yetimhaneler açılıyor ve bunların içinde eğitim blokları oluşturuluyor. Üniversiteye gidecek olanlara ise burs desteği veriliyor. 18 yaşını dolduran ve yetimhaneden ayrılmak durumundaki kız çocukları için meslek edindirme kursları düzenleniyor. Makarna yapımı, halı örme, dikiş kursları, ekmek ticareti bunlardan sadece bazıları… Evlenmek isteyen kız çocuklarına evlendirme yani çeyiz yardımında da bulunuluyor.
Yetimhane mi, arı kovanı mı?
Peki iç savaş kurbanı bu çocukların halihazırdaki durumları ne? Örnek vererek izâh edelim: Çad’da bin 600- bin 700 metrekarelik bir “ yetimhane”de 500 tane yetim birada kalabiliyor. Yani, tıklım tıkış! Orhan Bey’in deyimiyle, içerisi âdeta bir “ arı kovanı.” Durum, diğer ülkelerde de farklı değil. Yani, “ birkaç bina farkı dışında, bu ülkelerdeki koşulların birbirlerine benzediğini” öğreniyorum şahitlerinden.
Hedefleri olmayan çocukluklar
Bu kara tenli çocuklar için, “ hedefi olmayan çocuklar” şeklinde bir tabir kullanıyor Orhan Bey. 47 derece güneş altında sabahtan akşama kadar oturmak… Mutluluğu, hayırsever bir ev kadınının mısır unu bulamacından yapılan ve kutsal Cuma günlerinde sadaka niyetine dağıttığı “ Aside” isimli yemekte bulmak… Yetimhaneye gönderilen bu yemeğin, belki 5 çocuğu doyurabileceğini ancak yetimhanede o an yüzlerce çocuk bulunduğunu belirtmeme ise gerek yok, sanırım.
Yetimhanelerin bütçeleri yok
Bu ülkelerde yetimhanelerin kendi özel bütçeleri bulunmuyor. Hatta yetimhanelerin öksüz - yetim bu çocuklara “ bir çatı sağlayabildiğini” söylemek bile zor; zira yetimhane diye tarif ettiğimiz şey, “ sadece bir gölgelikten” ibaret. Yerler yani zemin, beton ya da tahta değil, bildiğimiz toprak. Etraf, çuval ile çevrilmiş. İçeride ise ranzalı yataklar var. Var, ancak bu sizi yanıltmasın; çünkü bu ranzaların her bir katında tek bir çocuk değil, birkaç çocuk birlikte yatıyor.
Hey siyah tenli çocuk! Sakın dünyanın birçok diğer bölgesindeki beyaz tenli yaşıtların gibi “ şöyle deli deli, ferah ferah yatayım” deme olur mu? Sen, daha uyur vaziyetteyken bile, fedakârlığı ve uslu durmayı öğrenmelisin.
Bilimden uzak eğitim
Orhan Bey ile sohbete devam ediyorum. Orhan Bey, çocukların söz konusu bu yetimhanelerde aldıkları eğitimin dini temele dayalı olduğunu belirtiyor. Çocukların buralarda bilim eğitimi alabilmeleri ise ancak gönüllü bir hocanın mevcut olması durumunda mümkün imiş. Orhan Bey diyor ki, “ bir matematik hocasının aklına gelecek de, ‘ şu yetimhaneye bir gideyim, çocuklara 2 saat ders vereyim, zekâtım olsun” diyecek!
Peki din eğitimi nasıl mı veriliyor? Daha önce hafız olmuş bir iki çocuk, kendilerinden sonrakilere Kuran-ı Kerim öğretiyorlar.
Ne yazık! İlime bu kadar uzak olmak… Oysa Hazreti Peygamber, “ ilim Çin’de dahi olsa öğreniniz” dememiş miydi? “ Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmişsiniz gibi Ahiret’e çalışın” tavsiyesinde bulunmamış mıydı?
Yerlerin fayans ile kaplanmasını istemediler. Çünkü…
Yetimhanelerin içinde bulunduğu bu yoksunlukları gören Kimse Yok Mu Derneği temsilcileri, bu çocuklara “ sıra, masa ve yazı tahtası temin etme ile yerleri fayans yapma” önerisinde bulunmuşlar. Ancak, aldıkları cevap yürek parçalayıcı olmuş. Eğitim aldıkları çuvaldan çadırlarının zemini toprak olduğu için, çocuklar ve eğitmenleri bu zemini yazı yazmak için kullanıyorlar. Yani, parmağın ile kuma yaz, sonra da bunu avucunla sil. Nasıl olsa kum bedava! Ancak eğer bu zemin beyaz adam tarafından fayans ile kaplanacak olur ise kuma, yani bu bedava yazı kaynağına ulaşma şansı artık kalmayacak! O nedenle, yetkililerin iyi niyetli bu teklifine itirazlar yükselmiş.
Pil kömüründen mürekkep!
Tabii, çocukların üzerine yazı yazabildikleri tek şey, kum değil! Bir diğer olanak (!), tahta tabletler. Ancak bu tahta tabletlere yazı yazabilmek için ise mürekkep gerek. Peki, bu mürekkep nasıl temin ediliyor? Öyle kırtasiyeden değil tabii ki! Süreç şu şekilde işliyor: Bildiğimiz pillerin içerisindeki kömürler parçalanarak çıkartılıyor ve su ile karıştırılıyor. Alın size mürekkep! Sonrasında ise, kamışlarınızı bunun içine batırıyor ve yazılarınızı da bu şekilde tahta tabletinize yazabiliyorsunuz. Silgi mi? dert değil! Suyun içerisine sokulup bez ile yıkandığında kısmen temizleniyor bu yazı tahtaları. Tabii kısmen! Alttaki siyah lekeler ise, üzerinde ne kadar çalışıldığının nişânesi olarak kalıyor!
Kuranı Kerim sayfaları bölüşülüyor
Şahitlerimizin bana aktardıkları bir diğer örnek ise “ parçalanan Kuran-ı Kerimler” ile ilgili. Şöyle ki: Bir Kuran-ı Kerim parçalanarak, sayfalarına ayrılıyor. Her bir sayfa bir çadıra veriliyor. Her çadır kendisine verilen ilgili sayfayı ezberliyor. Ezberden sonra ise değiş tokuş yapılıyor. Bir kasaba, bu şekilde komple hafız olmaya çalışıyor. Neden? Çünkü Kuran-ı Kerim, buralarda bizdeki gibi öyle bol bulunmuyor.
Kavurucu güneşin altında, soğuk su nedir bilmiyorlar
Tabii, bu hafızlık çalışmaları öyle elektrik sisteminin bol ışıklı lambaları altında da yapılmıyor. Çünkü elektrik yok. Bu nedenle buzdolabı olmadığı için de, insanlar o kavurucu sıcak altında bir bardak buzlu su içmenin ferahlığını da bilmiyorlar. Öyle olsaydı, bir Türk ziyaretçinin sürpriz yapmak için jenaratörü ile çalıştırdığı buzdolabından çıkardığı buzlar eşliğinde takdim ettiği bir şişe buzlu su, bunalmış inşaat işçileri tarafından geri çevrilir miydi? İnşaat işçilerinin bu olayda iki tereddütü var: İkramda bulunanın bir beyaz adam olması; ikincisi ise, buzlu su nedir, bilmeyişleri. O an bir film yapılacak olsaydı, sonraki kare ise şu olurdu: Afrikalı cesur bir kadınının uzatılmış olan bu suyu ağzına götürmesiyle, kendisine sanki “ ateş ikram edilmişçesine bardağı geri verişi.”
Bayramda yetim keseleri
Ramazan ayı boyunca başlattıkları bir proje çerçevesinde 103 ülkedeki yetimhanelerde kalan çocuklara iftar yemeği veren, gıda yardımlarında bulunan ve bayramlık kıyafetler hediye eden KİMSE YOK MU ekibi, bu Ramazan bayramında da televizyon ekranlarının bazı sevilen simaları ile birlikte SUDAN’daki 2 yetimhanede bulunan 300 çocuğa bir kahvaltı ziyafeti sunduktan sonra, onlara ömürlerinde daha önce hiç tatmadıkları ve içinde çikolata ve şekerlemelerin bulunduğu “ yetim keseleri,” kıyafet ve harçlıklar dağıttılar.
Uyku hastalığı yaygın
Sohbetimiz sırasında, Afrika’nın kara bahtlı insanlarının arasında uyku hastalığının oldukça yaygın olduğunu öğreniyorum. Yetersiz beslenmeden kaynaklanan demir eksikliği bunun başlıca nedeni. Yemek görünce uyumaya başlayan bir çocuk ise yüz binlerce örnekten sade biri. Onun yemek görünce uyumasının ardında, ayrıca psikolojik sebepler de olabilir mi?
Balon nedir bilmeyen çocuklar
Bu çocuklar kendilerine Beyaz Adam tarafından oynamaları için uzatılan bir balonun ne olduğunu dahi bilmiyorlar. Aynen babaları ve anneleri gibi. Ve çikolata ile sakızı da bilmedikleri gibi. Bu yiyeceklerin zararları düşünüldüğünde, “ bu aslında iyi bir şey” yorumunda bulunabilirsiniz. Ancak öyle değil. Burada çocukların oyuncakları da çoğunlukla konserve kutusundan! Bir diğer eğlenceleri de, akrep ve yılanların peşinden koşmak.
Pet şişeden ayakkabı!
Terlik giymenin büyük bir nimet olduğu bu bölgede, çocuklar beyaz adamın boşalan ped şişelerini alıyor ve buna ip geçirmek suretiyle, kendilerine terlik yapıyorlarmış. Bunun nasıl olduğunu merak eden yetkililer de bir deneme yapmışlar
“ pet şişeden terlik oldukça rahat” diyorlar!
Yetimhane yatağının başucunda asılı duran kutu ne için?
Kimse Yok Mu Derneği’nin, “ ilk ziyaretçi” sıfatıyla gezdirildiğim ve Yetimhane Odası adı verilen örmek odasında sergilenen göstermelik 4 katlı ranzanın yanı başına iliştirilmiş bir ped şişeye takılıyor gözüm. Demiştik ya, yetimhanelerin kendi bütçeleri yok diye. İşte, bu öksüz çocuklardan, sokağa çıktıklarında dilendikleri paraları yetimhaneye dönüşlerinde bu şişeye bırakmaları bekleniyor. Yani, bu pet şişelerdeki paralar yetimhane müdürü tarafından kaynatılacak yemek tencerelerinin müjdecisi.
Bu ülkelerde kız çocukları ise yetimhanelere bırakılmıyorlar. Öksüz bile olsalar, okula gidenler, akrabalarının ya da komşusunun yanında kalıyorlar. Sebebi ise, kız çocuklarının başına bir şey gelir endişesi. Sanki, kaldıkları akraba ya da komşu yanları çok emin imiş gibi.
Katarakt, minik gözlerde bile var
Güneş ışığı, kara kıta Afrika’nın söz konusu bölgelerine dik bir şekilde vuruyor. Buna, bazı yerlerde rüzgâr ile savrulan çöl kumları da eklenince, katarakt denilen göz hastalığı buradaki insanların gözlerine daha küçük yaşlarda illet oluyor. Sohbet arkadaşlarıma, bu konuda anlatılan bazı nahoş olayların birer şehir efsanesi olup olmadıklarını soruyorum. Beni “ hayır,” şeklinde yanıtlıyor ve bu olayları doğruluyorlar. Yani, bazı batılıların “ göz ameliyatı yapacağım” deyip de, bu gözlerin korneasını çaldıkları; bundan dolayı da, bu insanların topraklarına gelen göz doktorlarına önyargı ile yaklaştıkları; hatta Türk göz doktorlarının da bu korkudan nasiplerini aldıkları…
Kıta insanının beyaz adamın göz ameliyatlarına önyargısı nasıl kırılmış peki? Kapılarının çalınmasını beklemek konusunda direnen inatçı Türk doktorları sayesinde. Kara bahtlı bu insanlar bakmışlar ki, Türk doktorları inatçı, hâlâ kendilerinin gelmelerini bekliyorlar; önce yaşlılarını göndermişler onlara; ne de olsa gençlerin daha umutları var! Ancak bakmışlar ki, yaşlı gözler bile bu ellerde şifa buluyor; sıraya gençler ve çocuklar da girmiş bu sefer.
Öyle ki, dernek temsilcisi Orhan Bey, 61 yaşındaki yaşlı bir kadının sadece katarakt ameliyatı olabilmek için hastanenin kurulduğu bölgeye kadar 170 kilometre yol yürüdüğünü belirtti. Ama bunca yola da değmiş nihayetinde; yaşlı kadının kataraktlı gözü, kara kıtasının gün ışığına tekrar kavuşmuş!
Bebek ölümleri yüksek
Bu kıtada insanlar, çuvaldan çadırlarında akrep, yılan, tarantula gibi hayvanlar tarafından sokuluyorlar. Sohbetimizde, günlük ortalama 3- 4 bebeğin yılan ve akrep sokmaları dolayısıyla öldüğü kamplar dillendiriliyor. Buralarda bir tarantulanın zehri 24 kişiyi öldürmeye yetiyormuş! Anlatılan bir yılan türünün tükürüğü ise 10- 12 saniye içinde ölüm ile sonuçlanabiliyormuş! Bu “ bir” tükürüğün, bir fili öldürebilecek şiddette zehiri içerdiğini de belirtelim. Ancak buna rağmen Afrikalı çocuklar kaçacakları ya da korkacakları yerde, bu tür yılan ya da akreplerin peşine düşüyorlarmış! Acaba başka eğlenceleri olmadığından mı?
Kızların sünnet edilmeleri ve büyük kısır döngü
Katarakt ve böcek ısırmaları dışında göbek fıtığının da çok yaygın olduğu bu ülkelerde kızların sünneti de oldukça yaygın ve bu, bu kızların ilerideki hayatlarını olumsuz yönde etkiliyor. Bu kızların cinsel yaşamları bu sünnetten kötü bir şekilde yara alıyor. Öyle ki, kocaların bu nedenle eşlerini öldürdükleri dahi görülen vakalar arasında imiş.
Oh ne âlâ! Bu nasıl bir cehalet ve nasıl bir kısır döngü? Bu kızları sünnet edenler, bu toplumun gelenekleri oysaki. Sen, üstüne bir de, sünnet neticesinde cinsel açıdan yetersiz kalınca, öfkeni bu sünnete itiraz edememiş olan bu kadını öldürmek suretiyle çıkar!
İlaç mı gerçekten?
Bu ülkelerin bir başka gerçeği de ilaç temininde yaşanan zorluklar. Ağrı eksici, bu ülkelerde hijyen olmayan koşullarda, kirli poşetlerin içinde tane ile satılıyormuş; yani, bunların gerçekten ağrı kesici olup olmadıkları bile belli değilmiş.
Dağıtılan etleri kurutuyorlar
Beslenme konusuna gelince… Buraların fakir halkı, kendilerine gelen yardım etlerini ağaçlar arasına gerdikleri iplerde kurutuyorlar. Kurumuş bu etler daha sonra ezilerek, un haline getiriliyor. Bu, daha sonra yağmur suyu ile birlikte karıştırılıyor ve kabaktan yapılmış yemek kaplarında çorba olarak yeniliyor.
Kaykaya koca emniyet müdürü bile heves etmiş!
Çocukluklarına ilişkin olarak diğer kıtaların klasik çocukluklarından çok farklı anılar toplayan bu kıtanın örneğin Somalili çocukları, ömürlerinin ilk kaydırağını gördükleri günden bugüne onun yanından ayrılmıyorlarmış! Türk yetkililer tarafından buralarda havanın sıcak olması dolayısıyla plastikten değil de, fayanstan yapılan kaydırak, yağ ile kaygan hâle getirilmek suretiyle çocukların zengin hayal dünyaları arasına ilk defa böylece girivermiş. Öyle ki, o bölgede görev yapan 140 kiloluk bir Emniyet Müdürü bile kayabilmek için kaydırağın üzerine çıkmış yani sadece hevesten! Çünkü onun çocukluğunda kaydırağa hiç yer olmamış. Tabii, aynı durum salıncak ve tahteravalli için de geçerli.
Oysa ki, bundan binlerce yıl önce, ünlü bir İslam âlimi, salıncağa binmenin kan dolaşımı üzerindeki faydalarından bahsetmemiş miydi? O ve daha nice Müslüman âlimler ki, batı üniversitelerinde onlar adına kürsüler kurulmamış mıydı? Bu âlimler ile aynı dine mensup 21. yüzyıl çocuklarının ömürlerinde hiç salıncak görmemiş olmaları ise acı değil mi?
Çocukların “ tatlı” niyetine öldükleri şey ne?
Kara kıtanın kara tenli çocukları madem çikolata, şeker, salıncak nedir bilmiyorlar; onları oralarda mutlu eden tatlı bir yiyecek var mı peki? “ Tatlı, eşittir mutluluk” şeklinde yanlış bir algımız oluşmuş ya bizlerin; merak etmeden duramıyorum! Yanılmamışım; öğreniyorum ki, un, toz şeker ve sütün 15 dakika süre ile kaynatılması sonrasında oluşan karışımı içmek için “ bu çocuklar adeta ölüyorlarmış (!)”
“ Korkmuyor musunuz?”
Kimse Yok Mu Derneği’ndeki ziyaretim süresince, Sağlık İşleri Müdürü Veysel Kayabaşı ile yaptığım sohbette, alacağım cevabı çok iyi tahmin etsem de, kendisine, “ korkmuyor musunuz?” diye soruyorum. Yani, orada bir hastalığa yakalanmaktan, yılan ısırmasından, ya da bir çatışmanın ortasına düşmekten? Cevabı, şöyle oluyor: “ Korkarsanız, işinizi yapamazsınız. Korku tabii ki var ama mümkün mertebe aklımıza getirmiyoruz, korkuyu gerilerde bırakıyoruz.”
Öyle ki, bir ziyareti sırasında anofel türü bir tür sineğinin ısırığına maruz kalan Kayabaşı, Türkiye’ye döndüğünde anlar ki, bu sinek yumurtalarını bedenine bırakmış. Veysel Bey’in bir zaman sonra, bu ısırık yerleri ciddi biçimde kaşınmaya başlar. Doktorların tanıdık olmadıkları bu duruma yorumları da normal olarak farklı olur. Gerçek, bu kaşıntı yerlerinden canlı kurt çıkmaya başladığında anlaşılabilir ancak.
Bu soruma Orhan Bey’in verdiği cevap da, Veysel Bey’inkinden farklı olmadı. Eğer, kullandıkları arabada arıza çıkmasa idi, varacağı toplantı mekânı havaya uçurulduğunda, kendisi Türkiye’ye belki de iki ayak üstünde dönemeyecekti. Ama buna rağmen, “ korkmuyorum” diyor.
Bazılarında su da var, yeşil de var ama…
Bir sorum üzerine Afrika’nın bazı ülkelerinin oldukça yeşil olduğunu ifade eden Kimse Yok Mu yetkilileri, oradaki insanların kendilerine aktardıkları bir hususu benimle paylaşıyorlar: “ Buranın yeşili sizi sakın ola aldatmasın. Yeşil var ama belki de yabani ot.” Yani, oradaki insanların hayatlarını idame ettirecekleri bir yeşilleri yok. “ Su var, yeşillik var ama bu insanların bildikleri bir tarım tekniği yok. Toplumda tarımın oluşması için bir alt yapı yok. Bir tohum endüstrisi yok. İnsanlığın geldiği son nokta, bu insanlara henüz yeni gidiyor. Daha iç savaş var buralarda.”
“Akıllı” beyaz adam varlık içinde yokluk yaşatıyor!
Sohbetimiz esnasında, Veysel Bey, şunları söylüyor: “ Örneğin, iç savaş kurbanı Somali’de bir El- Şebab gerçeği var; nasıl ki Afganistan’da El- Kaide var… Bu ülkenin 3 bin 200 kilometre sahil şeridi mevcut. Ancak, açlık nedeniyle haftada 90 çocuk ölüyor burada. Okyanus kenarındasınız, deniz o kadar bereketli. Hatta tanesi 200 kilo gelen okyanus balıkları çıkıyor denizden! Buna rağmen insanlar burada açlıktan ölüyor. Neden? Bunun nedeni, ‘ denizden çıkan şeyi yemek haramdır’ düşüncesi! Buna balık da dahil! Birileri gelmiş, buradaki insanların aklına böyle bir şeyi sokmuş. Kanaat önderleri, kabile hayatı dedik ya! İşte sizin orada kandırmanız gereken sayı ( bu kanaat önderlerinin sayısı kadar). Yani, bu önderleri ikna ettikten, tabiri caiz ise, kandırdıktan sonra, diğer insanları da ikna olmuş bilin!
Peki “ malı kim götürüyor?”
Kötü Türkçe ile soruyorum. “ Ama birileri denizdeki bu malı götürüyor olmalı? Kimler?” Aldığım cevap şu şekilde oluyor: “ Somali’de deniz korsanları var. Biz gözümüz ile görmedik ama orada anlatılan şöyle bir gerçek var: Somalili gemi korsanlarını yurt dışından bazı tröstlerin oluşturduğu ve bu tröstlerin bu ülkedeki okyanus balıkçılığını kendi lehlerine kullanmak için oraları dünya gemi yolunun dışında tutmak istedikleri.” Kısacası, bu amaç için bu korsanları kullandıkları…
Türkiye’den su ürünleri uzmanları
Ancak tüm bunlara karşın, Kimse Yok Mu Derneği’nin çabaları ile Türkiye’den su ürünleri uzmanlarının götürüldüğünü ve bu eğitmenler eşliğinde, okullarda tuzlu su balıkçılığı üzerine eğitimler verilmeye başlandığını; dolayısıyla “ denizden çıkanı yemek haramdır” algısının yavaş yavaş kırılmaya başladığı müjdesini de alıyorum yetkililerden. Kıyı insanları böylelikle hangi balıklar yenir, hangileri zararlıdır, avlanma yöntemleri… şeklinde bir eğitime tabi tutuluyorlar. Yani, orada balık yemeye nihayet başlamışlar! Çünkü kendileri gibi müslüman olan Türk beyaz adamın denizden çıkmış olanı yediğini görüyorlar.
“ Sahada bir tane Amerikalı görmedim”
Amerikalıların ve Batılıların bölgeye ilgisini sorduğum yetkililerden, Orhan Erdoğan, bana cevap olarak, “ Bir buçuk yıllık Somali hayatımda çalışırken sahada bir tane Amerikalı görmedim. Yardım yaptılar da biz mi görmedik? Sadece Türkler sahadaydı orada. Çıkmıyorlar; güvenlik problemi de var o bölgelerde” dedi. Tabii, bu arada misyonerlik faaliyetlerini de unutmamak gerek. Ancak bunların hepsi ayrı bir röportaj ve araştırmanın konusu olur.
Şu anda…
Şu anda aklım nerede biliyor musunuz? Geçen gün bir ziyaretim sırasında önüme konan ve benim kendisinden sadece bir yudum aldığım ancak devamını getirmediğim o koca bardak suda. Kara Afrika’nın kara yüzlü, kara bahtlı insanlarını yakan güneş kadar olmasa da israf edilmiş o koca bardak su, şu an içimi yakıyor.
Hey, Beyaz Adam! Bayram nasıl bir şey?
Özel Haber: Arzu Başlantı
Afrika fotoğrafları: Kimse Yok Mu Derneği
FACEBOOK YORUMLAR