ASLA GÖZLERİNİ KAÇIRMA
ÇÜNKÜ HAKİKAT GERÇEKTEDİR VE TEK GÜZELLİK O DUR.
Puan: 6.8
Oscar zamanına adım adım ilerlerken; Yabancı Dilde En İyi Film ve En İyi Görüntü Yönetimi dalında Oscar adayı olan, aynı zamanda Yabancı Dilde En İyi Film dalında Altın Küre adaylığı kazanan “ASLA GÖZLERİNİ KAÇIRMA / NEVER LOOK AWAY”, daha önce “Başkalarının Hayatı” ile Oscar kazanan yönetmen Florian Henckel von Donnersmarck’ın yıllardır beklenen geri dönüşü. Ve bu dönüşü hem senaryo, hem yönetmen olarak yapıyor.
1937’ de Nazi Almanya’sında başlayan ve 1966’ya kadar bir döneme tanıklık ettiren ama bunu sanatsal ruha sahip bir çocuğun gözlemi, yaşadıkları ve deneyimleri üzerinden beyazperdeye aktarımı söz konusu. Bu etkileyici yanı ile yayılan epik hikâyede, insanları karanlıktan sanatın gücünün çıkarabileceğini gözler önüne seriliyor. Zaten dünyanın kara günleri olan II.Dünya savaşı sonrası hayata tutunabilmek için Almanlar ilk tiyatro ve opera salonları yaptırmıştır.
Gerçek olaylardan esinlenen filmde, Kurt (Tom Schilling) ve Ellie üniversitede tanışır tanışmaz birbirlerine aşık olurlar. Ellie’nin (Paula Beer) babası, Profesör Seeband (Sebastian Koch) kızının erkek arkadaş seçiminden memnun değildir ve bu ilişkinin bitmesi için elinden geleni yapmaya hazırdır. Fakat bilmedikleri şey, Kurt ile Seeband'ın yaşamlarının zaten yıllar önce Profesör’ün işlediği korkunç bir suç nedeniyle bağlantılı olduğudur. Kurt, ne kadar sanatına odaklanmak istese de, Nazi rejimi altında geçen çocukluğunun ve komünizmin gölgesinde kalan gençliğinin yarattığı travmalardan kurtulmak kolay olmayacaktır.
Teyzesinin sanat yeteneğini keşfederek, 1937 yılında savaş eşiğine sayılı zamanlar kalsa bile Kurt’un ufkunu açabilmek için sergilere götüren ve yine kendisi gibi sanatçı ruhlu idolü, hayatın anlamını ve neden bu dünyada olduğunu sorgulamaktadır. O yüzden de kendisine hep, “Gözlerini asla kaçırma. Çünkü hakikat gerçektedir.”der. Ve küçücük bir çocukken, Nazi’lere biat etmediği için öğretmenlik yapamayan babası, devran döndükten sonra Doğu Almanya topraklarında Komünizm rüzgârı eserken, fişlendiği için bu seferde Nazilerle işbirliği yapmadığını" dönemin iktidarına anlatamaz ve geçimini sağlamak için bir sanat okulunun merdivenlerini temizler. O da okumakta olan oğlunun sayesinde. Bunu kaldıramayan baba, sonunda kendini asar.
Savaşın yansımalarını halktan kesim, taraf kesim olarak veren yönetmen ve aynı zamanda senarist, Florian Henckel von Donnersmarck sanatın kucaklayıcı ve onarıcı yanına değiniyor.
Bir piyanonun tuşlarında; “Do’dan La’ya…Hayatın anlamını arıyorlar. İşte hayatın anlamı tam da burada” diyen, ve henüz 23 yaşında bir teyzenin şizofren olduğu kanaatine varıldıktan sonra fişlenmesi ve gaz odalarına gidişi ile bileti kesilirken, bu rolün kahramanı da her devrin adamı olduğunu ustaca oynayan, Profesör Seeband’dır.
Kızına âşık olarak, hayatlarına giren Kurt ilk kez muayenehanesine gittiğinde, oradan teyzesinin de geçmiş olduğunu hissetmesi, aslında yönetmenin sanatçı duyarlılığını betimlemesidir. Zira bir sanatçı, algıları tamamen açık, acıları ve mutlulukları çok derin hissedebilen oldukça duyarlı, bir o kadar da yaratıcı kişidir.
Tüm zorluklardan sonra hala kendisini bulamayan, nereye ve neye ait olduğunu bilmeyen Kurt; dünyanın kaosu arasında da yerini bulmaya çalışır.
Bir gün bir ders sırasında Profesör, önümüzde seçim var. Kime vereceksiniz? diye sorar öğrencilerine. Herkes tek tek tercihlerini belirtirken o, “kimseye vermeyin” der. Çünkü dünyayı siyaset değil, sanat kurtaracak. Sadece farklı ve kendiniz olun.
Sonunda onun gibi savaşta yara alıp, Kazaklar tarafından kurtarılan Profesör kendisinin atölyesine gelip, ta ki: “ Gözlerine bakınca, yaşın genç olmasına rağmen çok şey görmüş intibaı bırakıyor. Ve senin bu ürettiklerin sana ait değil. Sen, bu değilsin. Kimsin? Onu bul” der ve kendini, tüm olayları birleştirerek bulur ve elbette doğanın yardımı ile.
Küçücük bir çocukken, teyzesi hastaneye yatırılmak üzere götürülürken parmakları ile yaptığı, görüp görmemek arasında ki derin çizgide, teyzesinin ona vasiyetini tutar ve elinde, avucunda ve de yüreğinde ne var ise onunla tamamen çırılçıplak bakmaya başlar. Böylelikle fırçasını konuşturur, bakışını düzeltir. Ve yeni nitelikler keşfeder. Bunlar kendini de hem büyütecek hem de besleyecek şeylerdir.
İşte o zaman en büyük aşkı, Ellie ile sevişmesi de değişir, sevmeyerek yaptığı yarı zamanlı işte geçen zamanı da. Çünkü artık gözlerini hiçbir şeyden kaçırmaz ve sadece salt hayatı okur.
Sanatçı da budur zaten.
Filmin başında farklı olan teyze, bir otobüs terminalinin son durağına gider ve orada beklemekte olan şoförlerden aynı anda kornaya basmalarını ister. O siren sesi eşliğinde de kendi ekseninde dönmeye başlar. Ve bundan sonsuz bir haz duyar.
Filmin sonu aynı sahne ile biter.
Çünkü aslında, kendi kendine aslında varlığına çaldığın bir siren ve saygıdır.
Sen eğer gerçek anlamda varlığını bulabilmişsen, gerçekten de bu dünyadan da geçmişsindir. Her şeye rağmen…
Bu etkileyici filmin bana göre karakter filme girer girmez rahatsız edici yan oldu. O da, Frantz ve en son oldukça etkileyici, Transit filminde de tanıdığımız, cesur rollerin kadını Paula Beer’di. Çünkü Transit filmi, aynı zamanda(II.Dünya savaşı ve Almanya) geçen ve kırık bir aşk hikâyesi üzerine olması anlamı ile direkt benim algımı o film üzerine çekti. Sanki o film içerisinden aldık, bu filme mutlu sona erdirdik.
8 Şubat 2019, tarihinde vizyonda olacak film.
Öyle ya da böyle, güzel bir film. Ve savaşın insanların üzerinde yaratmış olduğu, asla çıkmayan lekesini bir kez daha düşündürüyor.
Her zaman olduğu gibi savaşın kazananı yoktur.
Ama bu film farklılık arz etmekte, sanat var ise hayat vardır olgusunu bir kez daha kanıtlıyor.
Haber: EMEL SEÇENYönetmen ve Senaryo: Florian Henckel von DonnersmarckOyuncular: Tom Schilling, Paula Beer, Sebastian Koch, Oliver MasucciGörüntü Yönetmeni: Caleb DeschanelKurgu: Patricia RommelYapım Yılı: 2018Ülke: Almanya, İtalyaSüre: 188 dk.
FACEBOOK YORUMLAR